"14 Mayıs'taki çifte seçimde usulsüzlük var mıydı?", "Millet İttifakı sandıklara yeteri kadar sandıklara sahip çıkamadı mı?", "CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun pozitif seçim kampanyası halkta karşılık bulmadı mı?", "28 Mayıs'taki ikinci tur yolunda Millet İttifakı kampanyasındaki söylem değişikliği seçmende karşılığını nasıl bulacak?", "Türk milliyetçi seçmen ile Kürt seçmen arasında kalan Kılıçdaroğlu ne yapacak?".
Siyasette bugünlerde soru çok. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi modelinde seçim ilk kez ikinci tura kaldı. AK Parti'nin oyları neredeyse kuruluş ayarlarına yani 2002 kasım seçimlerindeki seviyesine geriledi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan iddia ettiği gibi işi ilk turda bitiremedi. Ancak muhalif seçmen ağırlıklı olarak bu verilerden ziyade ikinci turda Kılıçdaroğlu'nun kazanıp kazanamayacağını konuşuyor.
Kendini milliyetçi olarak tanımlayan ve farklı ittifaklar içinde konumlanan MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve BBP'nin milletvekilliği seçimlerinde aldığı oylar bir araya getirildiğinde yüzde 23,72'lik bir oran ortaya çıkıyor. Bir başka deyişle Türkiye'de seçmenin 4'te 1'i tercihini Türk milliyetçiliği çerçevesinde kullanmış görünüyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde kamuoyu yoklamalarında görmezden gelinen Ata İttifakı adayı Sinan Oğan'ın aldığı yüzde 5,17'lik oy ortada. Türk milliyetçilerinin siyaseti nasıl belirleyeceği konusuna bakmadan evvel muhalefetin dillendirdiği usulsüzlük iddialarına bakmakta fayda var.
14 Mayıs seçimlerinde usulsüzlük iddiaları
14 Mayıs cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri sonrası özellikle sosyal medyada sayım işlemlerinde hile olduğuna dair pek çok iddia dile getirildi. Verilerin birbiriyle tutup tutmadığı, organize bir hile olup olmadığı yönündeki tartışmalar 2018 ve 2019'daki seçimlerden sonra yine dillendirildi. Bazı sandıklarda muhalefet partilerine verilen oyların tutanaklarda iktidar bloku partilerine yazılıp "Yüksek Seçim Kurulu verilerine öyle mi işlendi?" sorusuna YSK "Bir sıkıntı yok" yanıtı veriyor. Bu açıklamaya karşın, Diyarbakır Bismil'de 267 geçerli oy kullanılan 1234 sayılı sandık tutanağında MHP'ye 233 oy görünürken, Yeşil Sol Parti'ye bir oy bile çıkmaması muhalif seçmenin midesini bulandıran gelişmelerden yalnızca biriydi.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ'ın seçim öncesi yaptığı "Kim seçimde 'hile hurda var' diyorsa açık bir şekilde seçimi kaybedeceğini anlayıp bahane uyduruyordur. Türkiye'nin seçimleri, dünyanın en güvenilir seçimleridir" açıklamasını, 14 Mayıs'taki seçimin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Sandığın rengi belli oldukça yalanları ortaya çıktı. Buna rağmen, ne bilerek yanlış yönlendirdikleri seçmenlerinden ne de kamuoyundan çıkıp özür dahi dilemediler" açıklaması takip etti.
Kuşkusuz muhalif seçmen cephesinde en çok dillendirilen ise gerek CHP gerek diğer liderler düzeyindeki sessizlik haliydi. 15 Mayıs sabaha karşı, Millet İttifakı liderleriyle basının karşısına çıkıp bir buçuk dakikalık kısa bir açıklama yapan Kılıçdaroğlu için "İddialarla ilgili niye daha detaylı bir açıklama yapılmıyor?" sorusuyla gelen beklenti, bir anlamda 18 Mayıs Perşembe günü yanıtını buldu.
Kılıçdaroğlu tüm tutanakların ellerinde olduğunu, tek bir oyun bile hakkını yedirmeyeceklerini söyleyip "YSK'ya tüm itirazlarımızı yaptık. Son seçim gösterdi ki; bunların usulsülük ve ahlaksızlığı sınır tanımıyor. Seçim günü 1-2 değil en az 5 müşahite ihtiyamız var" dedi. 28 Mayıs'ta en az 1 milyon kişinin sandıkların başında olup güvenliği sağlayacakları belirtti. Bu açıklamadan kısa süre sonra ise Onursal Adıgüzel'in istifası ile boşalan Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine Devrim Barış Çelik atandı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Koç Üniversitesi Siyaset Bilimler ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi Prof. Dr. Murat Somer'e göre organize ve sistematik şekilde seçimlere müdahale olup olmadığı sorusunu yanıtlamak önemli. CHP'nin YSK temsilcisi Muharrem Erkek'in "Genel sonuçları değiştirmeyecek nitelikte de olsa her bir oyu takip ediyoruz" açıklamasının ardından Independent Türkçe'ye konuşan Profesör Somer, CHP'nin büyük resmi kaçırdığı kanaatinde.
Somer'e göre eğer YSK tarafından açıklanan sonuçlarla ıslak imzalı tutanaklar arasındaki fark varsa, bunların rastlantısal olup olmadığını tespiti ve araştırılması gerekiyor. Millet İttifakı'nın her bir ıslak imzalı tutanakla söz konusu sandığa ait YSK verilerini eşleştiren ve her bir sandık için oy kaymasını tek tek tespit eden bir organizasyon kurması ise bir başka bir gereklilik:
Islak imzalı tutanaklarla YSK sonuçlarının karşılaştırılmasının ötesinde de yöntemler uygulamak gerekebilir. Bunun araştırılması yönünde çok güçlü talepte bulunulması gerekir diye düşünüyorum. Eğer bu yönde bir şüphe varsa, saptanabilen farklılıklar hep muhalefetin aleyhineyse burada bir siyasal niyet olup olmadığı sorusunu ortaya çıkartır. Örneğin seçmen listeleriyle ilgili birtakım iddialar var. Bunların hepsi araştırılabilmesi mümkün iddialar. Muhalefetin genelde -bazı haklı kaygılarla- seçmeni korkutmama amaçlı, sindirmeme amaçlı, daha çok teskin edici 'Gerekeni yapıyoruz, araştırıyoruz. Endişeye mahal yok' yönünde bir tavrı var. Bunu hatalı buluyorum. Aslında seçmene gerçekten güven verecek olan şey tam tersi. En baştan 'Endişeye mahal var ama burada tamamıyla siyasal iddiada bulunmuyoruz. Hep beraber takipçisi olacağız' demesi lazımdı"
Profesör Erdoğan: Sandıktan çıkan tutanağa nasıl geçirildi, bunu öğrenmek için artık çok geç
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden siyaset bilimci Prof. Emre Erdoğan, ıslak imzalı tutanak ile YSK'nın üyelik sistemi arasındaki uyuşmazlık iddialarından yola çıkarak asıl dikkat edilmesi gerekenin sayım süreci olduğunu ifade ediyor.
Profesör Erdoğan, son seçimde Şanlıurfa Viranşehir'de "tek partiye tek adaya tek kişi tarafından toplu oy verme" görüntülerinin medyaya yansıması sonrası meydana gelen tartışmaları hatırlatıp araştırmacı Cenap Nuhrat'ın 1971'de yayımlanan "Türkiye Köylerinde Olağandışı Oy Verme" araştırmasına değiniyor:
Elinizde ıslak imzalı tutanak olduğu sürece zaten kimse buradan hile yapmaz. Hile yapacaksa yapacağı yer burası değil. Ama o sandıktan çıkanın tutanağa geçirilmesi meselesi var. Sandıktan çıkan nasıl tutanağa geçirildi? Sandığa nasıl girdi? Bütün bunlar şu aşamada değil ancak seçim esnasında gözlemlenebilir. Mesela belli bir ilde köy muhtarı tüm köy adına toplu oy kullanıyor. Bunun şu an kontrolünü görmeniz mümkün değil. Sadece orada ve o anda görürsünüz. Bir de oyların sayım süreci var. Bu süreçten tutanağın tutulmasına kadar birtakım yolsuzluklar olursa onu ancak o anda gözlemleyebilirsiniz. Dolayısıyla şu anda bahsedilen hatalar son aşama… Yani ıslak imzalı tutanak ile YSK sistemindeki veriler arası uyuşmazlıktan bahsediliyor. Dolayısıyla bu oran zaten bu kadardır ve zaten yakalanır. Ama birinci ve ikinci aşamadakiler şu anda görülemez. Onun için çok geç. Mezralar var. 50 oy, 60 oy, 80 oy... Oraya bir kişi gönderilebilecek mi? Diyelim bir kişi gitti görevini ifa edebilecek mi? Bütün bunları tartışmıyoruz. Cenap Nuhrat'ın 1971'de yayımlanmış bir makalesi var. Türkiye köylerinde olağandışı oy verme davranışıyla ilgili. Yüzde 100 tek parti çıkan köyler var. 300'de 300 çıkmış! O dönem Nuhrat, sayısal olarak bunu değerlendiriyor. Hatta köyleri ziyaret ediyor. Şıha, aşirete denk geliyor. Bu iş böyle yürüyor. Bütün sandık sonuçları var Cumhuriyet Halk Partisi'nin elinde. CHP gider, bu olağanüstü oy verme davranışı gösteren köyleri bulur, o köyleri teftiş eder, tedbir alır. Bunun için 5 yılı vardı. Almışlar mıdır? Bilemiyorum.
Türkiye, İsveç mi?
Aslında Türkiye seçim sonrası hile iddialarını ilk kez konuşmuyor. 2018'deki seçimlerinin ardında da muhalefet oylara sahip çıkmadığı gerekçesiyle eleştirilmişti. 2019'daki yerel seçimlerde, özellikle İstanbul ayağında bu algı CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve Ekrem İmamoğlu öncülüğünde yıkılsa bile 14 Mayıs'tan sonra aynı konu yine gündemde. Akıllara Napolyon'a atfedilen hikaye geliyor. Rivayet bu ya; kaybedilen bir savaşın ardından komutan İmparator'un karşısına çıkıyor. Napolyon, "Neden kaybettik?" diye sorunca komutan "İlk neden yeterince barutumuz yoktu" diyor. Napolyon'un cevabı "Gerisini saymaya gerek yok" oluyor.
Peki 14 Mayıs seçimlerinde muhalefetin barutu yok muydu? Gelecek Partisi ve DEVA gibi AK Parti içinden çıkmış siyasi teşkilatları barındıran 6'lı masa, 20 seneyi aşkın iktidarda olan AK Parti'nin karakterini, devletleşmiş bir hükümeti, sosyal dayanışma ağını, kısacası çok kuvvetli bir teşkilatla karşı karşıya olduğunun yeteri kadar bilincinde değil miydi? Bir başka deyişle muhalefet tarihin en kritiği olarak tarif edilen seçimlere sanki Türkiye'de değil de bir İskandinav ülkesinde giriyormuş gibi mi hazırlanmıştı?
Siyaset bilimci Profesör Murat Somer, önce bu benzetmenin abartılı olabileceğini söyleyip "Muhalefet açısından 'İsveç'te olduğu gibi demokrasimiz sağlam, kurumlara güveniriz, endişe etmemize gerek yok, gece gidip yatıp uyuyalım' denilebilecek bir durum ve ülkede değiliz" diye ekliyor. Muhalefetin olası tehlike ve tehditlerin ön plana çıkarılması halinde seçmeni sandık yolunda korkutabileceğini düşündüğünden bir kaygı taşımış olabileceğini söylüyor:
Yani seçmeni çok iyi anlamadığını düşünüyorum açıkçası. Oysa seçmenin önemli bir kesimi, özellikle genç kuşaklar katılım istiyor. Sadece bir alıcı konumunda olmak değil, sorunun çözümünün bir parçası olmak istiyorlar. Sadece teskin edilmek istemiyorlar. Gerçeklerin anlatılıp, ondan sonra da sorunun çözümünün bir parçası olmak istiyorlar. 'Barut' benzetmesi üzerinden belki şunu da söylemek gerekir. Kadrolar da çok önemli. Eğer birtakım şeyler yetersiz yapılmış ya da yanlış yapılmışsa bunun sorumluluğu alınmalı. Dolayısıyla muhalefet kaderini kendi eline almak zorunda. Çok düzenli açıklamalar yapması, seçmenleri ve medyayı bilgilendirmesi gerekiyordu"
Profesör Emre Erdoğan ise "Seçim o söz konusu olduğunda dernek seçiminde bile sandıkları kontrol edemiyorsanız kaybedersiniz. Yani sandıkları kontrol etmek bu işin birincil aşaması" diyor. Seçim öncesinde CHP'den seçim güvenliği ilgili yapılan açıklamalara işaret ediyor:
CHP'de il başkanlığından gelme, sahayı bilen bir genel başkan yardımcısı olan Oğuz Kaan Salıcı ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu seçim öncesi 'Sıkıntı yok' dedi. Kime sorsak böyle dedi. Burada 6 partiden oluşan bir masadan bahsediyoruz. Diyelim biri Güneydoğu'da zayıfsa diğeri destek olur; biri Karadeniz'de zayıfsa diğeri destek olurdu diye düşünüyorsunuz. Altı parti. Tek parti de değil. Bir de üzerine vatandaşlar, müşahitler de var. 26 milyon oyu ve daha fazlasını hedefleyen bir siyasal hareket, 20 bin kişiyi sandığa götürememişse sıkıntı var. 'A böyle şeyler mi oluyormuş?' deme şansları yok. Yani vatandaş ne yapabilir? Kendi sandığından fotoğraf çeker. Sandık kontrolünü yapar. Sayımda tepelerinde durur. Eksik varsa müşahitlik yapar. Bu tür bir çaba harcayabilir. Ama Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetmeyi hedefleyen bir partinin genel başkan yardımcısı, genel başkanı 'Hazırız' diyorsa bize de 'Hazırlar' demek düşer. Hazırlar mıydı? Mesele o. Şimdi '20 bin sandık eksik' yönünde iddialar geliyor önümüze. Bunun olmaması lazım"
Cumhur İttifakı'nın mecliste çoğunluğu sağlaması 2. turu nasıl etkiler?
Akıllara takılan sorulardan biri de bu. TBMM'de en çok sandalye sayısını artıran parti CHP, en çok kayba uğrayan ise AK Parti oldu. Ancak Cumhur İttifakı yine çoğunlukta. Bir başka deyişle, muhalefet ikinci turda cumhurbaşkanlığı seçimini alsa bile "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" vaadi Millet İttifakı için başka bir döneme/bahara sarkacak. Zira muhalefet mecliste anayasayı değiştirmek için salt çoğunluğa sahip olamayacak. Peki meclisteki sandalye dağılımı, bu dezavantajlı tablo seçmenin nazarında Kemal Kılıçdaroğlu'nu yine de tercih edilebilir kılar mı?
İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Profesör Erdoğan, "Olumsuz bir etkisi olacağı kesin, hep çok önemsenen bir psikolojik etki var" görüşünde. 28 Mayıs için ilk turda sağlanan yüzde 88'lik katılımın düşürülmemesi hatta yukarı çıkarılması gerektiğini ifade ediyor. Bununla birlikte muhalefetin daha fazla seçmeni sandığa çekebilmesi için "Kazanıyoruz" hissini vermesi gerektiğinden dem vuruyor:
Bütün ekonomik krize, depreme ve diğer sorunlara rağmen AK Parti oyları düşse de çok milletvekili çıkardı. Yani kazanıyor. Kazanıyoruz hissini vermek bir kere 190 bin sandığın tepesinde duracak kişileri oraya götürmeyi sağlar. Kimse kaybedecek şeye gitmez. Bu bir avantaj. İkincisi akıl karışıklığı var. Türkiye'de parlamenter sistemi bıraktığımız ve başkanlık sistemine geçtiğimiz yok sayılıyor. Parlamentonun çok fazla gücü yok. Ama elbette akıllı bir Cumhur İttifakı yönetimi 'Çift başlılık ve topal ördek yaratmayın. Parlamento bizde. Yürütmeyi de bize verin ve sonuç olarak ülkeyi kalkındıralım, öteki türlü eli kolu bağlı bir başkan istemezsiniz, değil mi?' diyecek. 1989’deki Anavatan Partisi misali… Yani güçler ayrılığı var şu anda. Evet. Ve o kadar büyük bir hiyerarşi yok, yasamanın yürütme üzerinde çok fazla gücü yok. Dolayısıyla yürütme muhalefetin üstün olduğu bir yasamaya rağmen gayet iyi yürütülebilir. Kanun hükmünde kararnamelerle böyle bir alan var.
Kılıçdaroğlu'nun 'sertleşen' yeni söylemi
CHP 14 Mayıs seçimlerinin ardından reklam ve iletişim ajansı ile yollarını ayırdı. "Sana söz baharlar gelecek" temalı ve pozitif kampanyaya dayalı söylem, Millet İttifakı önündeki kısıtlı zaman dilimi içerisinde yerini daha sert mesajlara bırakacak. Önümüzdeki 10 gün boyunca mutfak videoları, "Bay Kemal'in tahtası" gibi daha çok sosyal medyada karşılık bulan söylem, milliyetçi oyların yükselmesinden hareketle daha farklı bir yola giriyor. Kılıçdaroğlu ilk sinyali çarşamba günü yayınlanan "Vatanımızı satmayacağız" temalı videosuyla verdi.
Türkiye için #KararVer pic.twitter.com/4uqBubVCRb
— Kemal Kılıçdaroğlu (@kilicdarogluk) May 17, 2023
Göçmen karşıtı politikalarıyla bilinen Zafer Partisi'nin desteklediği Ata İttifakı adayı Sinan Oğan'ın seçimi ikinci tura taşıyan isim oluşundan hareketle sertleşen mesajlar perşembe günü CHP Genel Merkezi'nde düzenlenen basın toplantısında da kendini gösterdi.
Erdoğan sen değil misin terör örgütleriyle masaya oturan? Senin ne haddine bizim vatan sevgimizi sorgulamak, senin ne haddine kara çalmak? Ben terör örgütleriyle masaya asla oturmadım ve hiçbir zaman da oturmayacağım. Senin izlediğin hiçbir tavizkar politikayı izlemeyeceğim.Erdoğan, sen ülkenin sınırlarına ve namusuna sahip çıkmadın. Bu ülkeye bile bile 10 milyondan fazla mülteci getirdin. İthal oy için bu ülkenin vatandaşlığını sattın. Ben iktidara gelir gelmez tüm mültecileri evlerine göndereceğim"
Profesör Somer'e göre bu değişikliği aslında seçim sonuçları, dolayısıyla seçmenler belirliyor. Ata İttifakı ve Sinan Oğan'ın konumu ve Oğan'a destek veren seçmenlerin beklentileri, tercihleri önemli bir duruma geldi.
Somer, "Elbette iki aday da kazanmaya çalışıyor. Dolayısıyla onların onayını, desteğini kazanmaya çalışacaklar" deyip sertleşmenin kaçınılmaz olduğunu söylüyor:
Aslında Sayın Kılıçdaroğlu'nun (17 Mayıs'ta) söylediği hiçbir şey öz itibarıyla daha önce söylediklerinden çok farklı değil. Ama daha farklı ve sert bir üslup var. Bu da çok açık bir şekilde Ata ittifakı seçmenlerini ikna etmeye yönelik bir üslup. Türkiye'nin başta ekonomi olmak üzere önemli sorunları var. Bunun yanında elbette sığınmacı problemi seçmenlerin büyük bölümünce önemseniyor. Bu önemli bir problem. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun bu kadar yüksek oranda bir göçmen, sığınmacı gerçeği toplumsal hassasiyet yaratacaktır. Dolayısıyla hangi hükümet gelirse gelsin buna yönelik birtakım politikalar izleyecek. Burada önemli olan tabii hukuka aykırı, insan haklarına aykırı uygulamalar olmaması. Bu sert milliyetçi söyleminin hiçbir zaman bir nefret söylemine dönüşmemesi..."
Sinan Oğan ve Kürt seçmenin oyları
Ata İttifakı adayı Sinan Oğan'ın pazarlık masasına oturma isteği sır değildi. Oğan seçimden üç hafta önce katıldığı yayında talepleri olacağını söylemişti. Millet İttifakı'ndan Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ile görüşen Oğan, bir yandan da AK Parti'nin MHP kökenli milletvekili Tuğrul Türkeş'in milliyetçilik ile ilgili yazısını sosyal medya hesabında paylaşmıştı. Seçim öncesi "Sandığı Kürtler belirler" söylemi, bugünlerde yerini "Seçimin kaderini Türk milliyetçileri mi belirleyecek?" sorusuna terk etmiş durumda.
Profesör Emre Erdoğan'a göre sadece seçim sonuçlarına bakarak, Türkiye'de ibrenin tamamen Türk milliyetçiliği çerçevesine kaydığını söylemek güç ve erken. "Türkiye'de milliyetçiliğin ana eksenlerinden birini Kürt karşıtlığı oluşturuyor. MHP ve Sinan Oğan açıkça Kürt karşıtı, İYİ Parti Kürt karşıtı olsa bile yüksek sesle konuşamaz. Bunun sebebi de HDP'nin kerhen destek veriyor olması. Dolayısıyla burada tabii ki yani Türkiye'de çok uzun süredir üretilen bu milliyetçi kültürün net olarak onun izdüşümü. Ama illiyetçilik artık egemen ideoloji mi? Onu çok kolay söylemek mümkün değil" diyor Profesör Erdoğan.
Peki Sinan Oğan'ı ikna eden cumhurbaşkanlığını kazanır mı? Oğan, Millet İttifakı'ndan yana tavır koyarsa Kürtler yine Kılıçdaroğlu'nu destekler mi? Yeşil Sol Parti'nin ikinci tura giden süreçteki tavrının birinci turdan farklı olmayacağı ifade ediliyor. Profesör Erdoğan, bununla birlikte yüzde 5,17’lik kitlenin Oğan'ın kontrolünde olduğunu düşünmeyenlerden:
Burası liderin tabanı yüzde yüz kontrol ettiği Milliyetçi Hareket Partisi değil. Sinan Oğan'a oyların bir kısmı Muharrem İnce'den geliyor. Onlar da Sinan Oğan kadar milliyetçi değiller. Orada zaaf olabilir. İkincisi Sinan Oğan’ın bir protesto aday olup olmadığını bilmiyoruz. Şu andaki siyasal sistemin iki kutuplu ortamında siyasi bir yabancılaşmanın tezahürü olup olmadığını bilmiyoruz. Eğer böyle bir olasılık var ise bir pazarlıkla bir sandalye alması onun daha avantajlı hale getirmez. Yani insanlar zaten siyasetin böyle yapılmasını sevmiyorlarsa bunu da sevmeyeceklerdir. Üçüncü mesele açıkça Kürt siyasal hareketine karşı pozisyon almış, toleransının sıfır olduğunu söylemiş bir politikacı oluşu. Eğer o kişi bir cumhurbaşkanı yardımcısı olacaksa ve hükmedecekse bu elbette Kürt siyasal hareketinde bir reaksiyon yaratabilir. Kürk siyasal hareketi çoğunlukla pragmatizmi ve parti disipliniyle bilinir. Dolayısıyla 'Sinan Oğan'a rağmen Kılıçdaroğlu'na oy verilir' dendiğinde verenler çoğunlukta olacaktır"
Prof Somer: YSP 'Oğan'a rağmen Kılıçdaroğlu' dese de tüm Kürt seçmen otomatikman oy vermez
Ata İttifakı adayı Oğan'ın, Millet İttifakı'na olası bir desteği karşısında Profesör Somer ise "Yeşil Sol Parti desteğini açıkladı. Demokrasi yolunda çok değerli, ilkeli ve fedakâr bir hamle olarak görüyorum" yorumu yapıyor, bununla birlikte sözlerine bir noktalı virgül eklemeyi de ihmal etmiyor:
Sinan Oğan Millet İttifakı'na onay verebilir, destekleyebilir. Ama bu otomatikman bütün seçmenlerinin Sayın Kılıçdaroğlu'na otomatikman oy vereceği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu'nun hem Sinan Oğan’ın seçmenlerine hem Yeşil Sol Parti seçmenlerine yönelik kampanya yapması gerekecek. Oğan'ın Millet İttifakı adayına destek vermesinin çok daha doğal olacağını düşünüyorum. Çünkü bahsettiği kırmızı çizgiler ve talepler açısından baktığımızda bunların hepsi; anayasanın ilk dört maddesi olsun, sığınmacılar konusu olsun, bütün bu konularda aslında Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’na daha yakın Sayın Erdoğan'a oranla. Biraz daha farklı bir mantıkla “Ne zaman daha çok elimde güç olur gibi ya da pazarlıkta hangisinden daha çok belki taviz alırım?” diye düşünmesi halinde belki daha farklı bir seçimde bir tercih de çıkabilir"
Kılıçdaroğlu yolu Lula gibi tamamlayabilir mi?
Brezilya'da yeni yılın başında 12 yıl sonra Luiz Inacio Lula da Silva yeniden devlet başkanlığına seçilmişti. Yemin töreninin ardından destekçilerine seslenen Lula, "Ülkemizde gelir, cinsiyet, ırk, iş gücü piyasasında, siyasi temsilde, sağlıkta, eğitimde her türlü eşitsizlikle mücadele edeceğime söz veriyorum" demişti.
Lula'nın yıllar sonra gelen zaferi ve Bolsonaro'yu koltuğundan etmesinde yaptığı ittifakların payı vardı. "Brezilya demokrasisine yönelik saldırılar var" kabulünden yola çıkan Lula, eski siyasi rakibi dahil olmak üzere çeşitli ittifaklar yaptı. Bunların başında 2006 seçimlerinde Lula'nın rakibi merkez sağdan eski Sao Paulo Valisi Geraldo Alckmin'i başkan yardımcısı ilan etmesi vardı. Sosyalist gelenekten gelen Lula, evanjeliklerin en azından bir kısmıyla görüşüp ittifaklar gerçekleştirdi. Her ne kadar evanjelikler büyük oranda Bolsonaro'yu desteklemiş olsalar bile Lula anketlere göre yüzde 30'luk bir kitleyi yanına çekmeyi başarmıştı. Orada da tıpkı Türkiye muhalefetinde olduğu gibi "ülkeyi yeniden birleştirme" vaadi hakimdi.
Peki Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu özelinde bu "birleşiklik" hali 28 Mayıs'a kısa süre kala bir avantaj teşkil eder mi? Denkleme Türk milliyetçilerinin de ama kerhen ama gönüllü bir şekilde katılacağı düşünüldüğünde?
Koç Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Murat Somer'e göre iki ülke arasında gerçekten de bir benzerlik mevcut:
Sayın Lula'nın seçilmek için uyguladığı siyaset ve kurduğu koalisyon da hakikaten çok zordu. Yani Türkiye'de Millet İttifakı'nın durumu bu anlamda çok benzerlik gösteriyor. Gerçekten birbirinden çok farklı talepleri ve öncelikleri olan siyasal aktörlerden oluşan bir koalisyonca seçildi Lula. Bolsonaro'ya karşı bu şekilde kazanabildi. Sayın Kılıçdaroğlu da bunu yapmaya çalışıyor. Bu şekilde kazanmak mümkün. Belki bu örneği de daha çok aklımızda tutmak da fayda var. Böyle çeşitlilik içeren bir koalisyon yoluyla kazanmak mümkün"
Profesör Erdoğan ise ittifaklar konusunda, İYİ Parti'nin aldığı oy oranı üzerinden yapıyor değerlendirmesini:
Sürekli ittifaklarda olmak partiye rengini kaybettirir. Yani nerede ayrışıyoruz? Aslında İYİ Parti'nin 2019 yerel seçimlerinde de büyük bir başarısı yok. Zafer Partisi lideri Özdağ bu konuda açıkça 'İttifakta olmak İYİ Parti’ye zarar verir' demişti. Kendisine ait politikalar geliştiremiyor, kendisine ait tercihini koyamıyor. O masadan kalkması-kalkmaması, isteğini yaptırma-yaptırmama gibi şeyler İYİ Parti'yi zayıf durumda gösterdi. Genel olarak benim baktığım yerden de ittifaklar partilere iyi gelmiyor"
Muhalefet seçime giderken AK Parti ile yüzleşebildi mi?
14 Mayıs seçimlerinde ortaya çıkan tablonun ardından dillendirilen sorulardan biri ise başta CHP muhalefetin iktidarla ne derece yüzleşebildiği gerçeği üzerine şekilleniyor.
Bu bağlamda CHP ve Millet İttifakı siyasal stratejisini hangi temel üzerine oturttu? İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Emre Erdoğan, ortada bir siyasal strateji olduğu ancak burada halka yer verilmediği tespiti yapıyor ve peş peşe şu soruları sıralıyor:
Adaylar nesil belirlendi? Cumhurbaşkanı adayı nasıl belirlendi? Halka sorulmadı, halkın bir tahlili olmadı. Milletvekili adayları nasıl belirlendi? Sıralamalar nasıl belirlendi? Halka sormadı. Politikalar nasıl belirlendi? Bir dizi politika var. O politikanın oluşturulmasında halk neredeydi? Ya da sivil toplum kuruluşları neredeydi? Kaç tane sivil toplum kuruluşu bu politikaların belirlenmesinde ön plana çıktı? Kaç tanesi dahil edildi? Gençler nerede? Gençlerin temsili oranı kaç, kadınların temsil oranı kaç, sivil toplumdan gelen kadınların temsil oranı kaç? Halka rağmen siyaset yapıldı. Bu biraz daha 'delegatif' diyebileceğimiz bir demokrasi tavrı. Yani 'Siz bize verin, biz bilim yöntemiyle bunu çözeriz' deniyor. İşte iktisat bilimini devreye sokarız vs vs. 'Biz bu işi beceririz' deniyor. Ama insanlara soruldu mu? Sorulmadı. 'Sen IMF'yi istiyor musun?' ya da 'IMF'in gelmesinin anlamı ne?' Hayır, sorulmadı. Dolayısıyla siyasal yapım sürecinde, politikanın gelişme sürecinde ve seçim kampanyası sürecinde halk bir nesneye indirgendi. Halkın öznelliği göz önünde tutulmadı. Halkın tamamı... Yani gençler, yaşlılar, kadınlar, belki çocuklar vesaire vesaire…Anayasa taslağı hazırlıyorsunuz anayasa taslağında bir tane halka danışma aşaması yok. İletişim stratejisi ile bu iş hallolur. Halk elinden geleni yaptı. Yüzde 88 katılım var. Elimizde düzgün araştırma yok, spekülasyon yapıyoruz ama parti tabanının yüzde 95 oranında kendi partilerinin adaylarına oy verdiği öne sürülüyor. Yani halk daha ne yapabilir artık? 'Sandığa git' Gitmiş. 'Adayıma oy ver' Vermiş. 'Sandık bekçiliği yap' Onu da yapmış. Yani halkta bir sorun yok"
© The Independentturkish