İnsanın deha yanlarının görünmesi, bir nevi sanatçının benliğini apaçık göstermesiyle ilgili.
Nitekim yazarların ruh dünyasında bu kımıldama, onları bu deha çizgisine yaklaştırdığı gibi toplumun hafızasına da kazır.
Kazınma işlemi, yazarın uhrevi dünyasındaki ışıltılarla, karanlıklarla, bilinmezliklerle, çirkinliklerle, iyilikle, kötülükle topluma bulaştığında, toplum da zayıflıklarını ve güçlü yanlarını yazar dediğimiz dehadan duyduğu için mutlaka ona tapacaktır.
Toplum bir kez dehasını kabul etsin, o zaman yazar da kâinatta elle tutulur, gözle görülür ve işaret edilir bir noktaya gelir.
Yazarın sunmuş olduğu bu insanlık ziyafeti, düşmüşlerin, acizlerin, kovulmuşların, dışlanmışların, mağdurların elemleri arasında yeniden bir insanlık yükselir.
İnsanın hınç dolu, öfkeli, acımasız yanı Dostoyevski'nin ruhundan çıkıp toplumla buluştuğunda, işte o dehanın sırlarına da vakıf oluruz.
Herman Hesse "Deha nerede boy gösterirse ya çevre tarafından boğulup atılır ya da zulme uğrar; hiç itirazsız insanlığın gülü sayılır sanatçı, öyleyken her görüldüğü yerde sıkıntı ve karışıklığa yol açar, her zaman tek olarak yüz gösterir, yalnızlığa mahkûmdur, kalıtım yoluyla başkalarına aktarılamaz ve her zaman kendi kendini elden çıkarma eğilimini taşır içinde" der.
Dehanın sınırlarında yaşamaya kalkışan kişi o kutsal ve yorucu yalnızlığın temsilcisi olur.
Kendi ebedi yoksunluğundaki dünyayı çağrıştırarak yalnızlığı göze almıştır. Dünyanın tek ve biricik kişisi olarak ruhunun acı çeken yanlarıyla baş başa kalır.
Bu acı, belki de ona deha olduğunu göstermez, sürekli ondan saklı tutar dehayı. Ama toplumun ruhuna değdiğinde, bir kalabalık içinde dans eder dehası.
Gene de yalnızlığa bağlı kalır. Çünkü onu dehaya yakın tutan ve deha yapan yalnızlık kırıntılarıdır.
İşte hangi zamanda olursa olsun dehaya yakalanmış sanatçı, bedeni yeryüzünde olmasa da varlığını bir sonsuzlukla yaşatır.
Andre Gide: Dostoyevski
Andre Gide'in Dostoyevski'ye dair çizdiği portre iki bölüm halinde sunulur.
İlk bölümde, Dostoyevski'nin mektuplarından alınan alıntılar, ikinci bölümde de onun eserleri üzerine derinlemesine bir yol alınır.
Dostoyevski gibi bir dehanın incelenmesine değer gören şüphesiz onun toplumları ve sanatçıları derinden etki altına almasıdır.
Hal böyle olunca, Andre Gide'in incelemesine baktığımızda, yaşamı ve eserleri arasındaki o derin yarık da ortaya çıkmaktadır.
Özellikle Dostoyevski'nin mektuplarında eserlerindeki dinamiklerden uzaklaştığı, hayat gayesini sürdürme peşinde koşan bir sefilin, üsluptan ve edebiyattan uzak bir yol çizdiği görülür.
Zaten Gide de bunu açıkça incelemiş, nedenlerini birer birer sıralamıştır.
Yaşamını mektuplarında bu kadar etkisiz anlatan bir yazarın, özellikle kendi hayat hikâyelerinden yola çıkarak büyük eserler yazması kuşkusuz incelenmeye bu denli muhtaç olduğunu gösterir.
Bu da bir nevi, kendi yaşamını itiraf etmenin biricik yolunun kurgudan geçtiğini öne çıkarır.
Andre Gide, özyaşam suyuna bulaşarak insanlığın bin bir halini anlatılarına döken Dostoyevski'yi izleyerek, aslında bizim baktığımız pencerenin ötesinde bir bahçeyi gösterir.
Ama bu bahçe, bazen girilmek istenmeyen bir bahçedir. İnsanlığın arka yüzüdür. İnsanın karanlık yanıdır.
Toplumun ikiyüzlü hançeridir. Girenin bir daha çıkmaya cesaret edemediği, tüm insanlıktan kaçma yollarını aradığı bir yerdir.
Dostoyevski'yi ilk bölümde, hasta, yoksul, çaresiz oradan oraya sürülen bir adam olarak görmemiz belki de bizim için sürpriz değildir, çünkü eserlerindeki bu yansımanın bedelini kat kat ödeyen bir adamın, sanatçı olarak dünyaya baktığı yeri inşa eder.
Andre Gide, Dostoyevski'nin eserlerinde çektiği acıların bir kanıta ihtiyaç duyduğunu hissetmiş olacak ki, Dostoyevski kitabının ilk bölümündeki mektuplarla yolculuğu başlatır.
Bu yolculuk, Dostoyevski'nin kişisel tarihine karşı tutumu gösteren bir adımla olduğu kadar onun eserlerini var eden taşların nasıl döşendiğine dair bir işarettir.
İlk bölümdeki mektupların işaretiyle, her bir eserin doğumundaki varlığın bilincine kavuşuruz.
Mektuplarda kendini ifade etmenin güçlüğüne değinen Gide, aynı zamanda özgüvensiz bir insanın kendine yaklaşımını da anlatır:
Bir yazar olarak çok fazla eksiğim olduğunu biliyorum, zaten öncelikle ben kendimden hoşnut değilim. Kendi kendimi sorguladığım kimi anlarda anlatmak istediğimin, kelimenin gerçek ancak yirmide birini anlattığımı ve belki de hiç anlatamadığımı acıyla fark ettiğime inanabilirsiniz. Beni rahatlatan, Tanrı'nın bir gün bana o gücü ve ilhamı göndereceğine, benim de kendimi eksiksizce anlatabileceğime, kısacası kalbimdeki ve hayal dünyamdaki her şeyi ortaya koyacağıma dair umudumdur.
Acıya göğüs geren insan, cümlesinin hangi zamanda olursak olalım insanı ne denli yaraladığını gösteren, acıyı yaşamının merkezine alıp bununla durmadan kendini yalnızlığa iten ve sonunda delirme noktasına gelen insanın ruhunu aralar.
Bu ruh, Dostoyevski'nin eserlerine hangi oranda tesir ettiyse, yaşamındaki özgüvensiz ve kendine karşı hoyrat bir adamın acıyı nereye yönelttiğini gösterir.
Öyle ki, memnuniyetsiz bir yaşamı dile getiren Dostoyevski, kimsenin kendisini anlamadığına yönelik yorumu, onun dehasının farkında olduğunu gösterir:
Hiç kimse ne güçlerimin değerini ne de yeteneğimin derecesini anlıyor, oysa ben özellikle bunlara güveniyorum.
Belki de Dostoyevski'yi Dostoyevski yapan acılar, ona ne kadar çok zarar verirse versin onlardan kaçmamasıdır.
Andre Gide'in Dostoyevski romanlarına getirmiş olduğu tarihlerine göre bir okuma planının onun hakkında daha çok bilgi edineceği yorumu, aynı eserlerin birbirini hazırlama pratiğine yönelik bir ileriye bir geriye yönelik bakışı da anımsatır.
Sefil bir hayatın içinde daha fazlasını arzulayan Dostoyevski, bunun acısına razı gelmese de acısını çekmiştir.
Acı, acıdır; olağanüstü ya da yüksek perdeden olması gerekmiyor.
İşte Dostoyevski'nin çekmiş olduğu ve boynunda taşıdığı acı hamutunda, yürüyüşü böylece o sıralı tarihteki eserlerde sürmektedir.
Eserlerindeki karakterler üzerinden insanlığın tüm hallerini görürken, en öne çıkanları için Gide şöyle der:
Dostoyevski bize bir yandan alçakgönüllü insanlar, bazıları alçakgönüllülüğü aşağılık olmaya, hatta aşağılık olmaktan zevk almaya kadar vardırmaktadır, diğer yandan da gururlu insanlar sunar, bazıları gurur cinayete kadar vardıracaktır. Bu sonuncular, genellikle en aydın kişiler olacaktır. Onları gurur şeytanı tarafından hırpalanmış, asalet yarışı yaparken göreceğiz.
Andre Gide'in ikinci bölümde eserlerine dair yaptığı tahliller, ilk bölümdeki mektuplardan düşen yaşam parçacıklarını sıralarken, onun gibi insanın ruhunu apaçık gösteren bir dehanın çıkarmış olduğu dergilerde, öngörüden uzak, toplumsal kurama dayalı yorumlarının hayal kırıklığı yarattığını da unutmaz:
Dostoyevski hayatının son beş yılını bir dergiyle ilgilenerek geçirdi. Bu dergiye yazdığı yazılar, sonradan Bir Yazarın Güncesi adı altında toplandı. Dostoyevski, bu yazılarda çeşitli düşüncelerini açıklamaktadır. Bu kitaba başvurmak ilk anda çok doğal ve basit bir şey gibi gelir insana, ancak şunu belirtmek isterim ki bu kitap son derece umut kırıcıdır. Bu kitapta toplumsal kuramların açıklamalarını buluruz, ancak bunlar çok bulanıktır ve beceriksizce ifade edilmişlerdir. Kitapta siyasi öngörüler de vardır, ancak hiçbiri gerçekleşmemiştir. Dostoyevski bu yazılarında Avrupa'nın geleceğini önceden görmeye çalışmakta ve pek çok yerde hataya düşmektedir.
Andre Gide'in Dostoyevski için kaleme aldığı bu kitapta, yazarın kişiliğini ve yaşamını zihinsel bir haritayla gösterir.
Gide'in Dostoyevski incelemesi sadece bir inceleme olmamakla beraber, öte yandan iki yazarın seslerinin birbirine karışmasını bir nevi hatırlatır.
Bir yazardan, başka bir yazarı duyumsamanın hazzı dışında, hâlâ kendini oradan oraya vuran, dünyayı dolaşan ve yeryüzünde varlığını sürdüren bir dehanın hükmünü yine aynı insanlık hezeyanı içinde görmeye devam edeceğimizin tüm işaretlerini görürüz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish