Gençler sordu, Kılıçdaroğlu yanıtladı

14 Mayıs seçimlerinde ilk defa oy kullanacak gençler Tunç Soyer'in moderatörlüğünde 13. Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ile buluştu

Fotoğraf: Youtube

Gençler merak ettikleri tüm soruları sordu, Kılıçdaroğlu tek tek cevapladı.

İşte gençlerin Kılıçdaroğlu'na sorduğu sorular ve Kılıçdaroğlu'nun yanıtları...

Aday olduğu için Muharrem İnce'ye sinirli misiniz? Bir de seçim ikinci tura kalacak diyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?

Bir hiç kimseye sinirlenmem. O konuda emin olabilirsin. Muharrem Bey'le elbette ki benim uzun süre devam eden bir arkadaşlığım da var, grup başkan vekilliğimizi yaptı. Ayrı yol çizdi. Kendisine saygı gösteriyorum, ayrı yol çizdiği için. Herhangi bir kırgınlığım da zaten söz konusu olamaz. Doğru da değil. Ama bir şeyi iyi düşünmemiz lazım. Eğer biz gerçekten Türkiye'nin içinde bulunduğu bu zor koşullarda Türkiye'yi çıkaracaksak birleşmek gerekiyor O nedenle gittiğim yerlerde gençler birleşe birleşe kazanacağız diye slogan atıyorlar. Bence en doğrusu da bu. Birleşmek ve Türkiye'yi içinde bulunduğu bu olumsuz tablodan tümüyle çıkarmak. En büyük arzum bu.

İlerleyen süreçlerde sizin de dans ettiğinizi görecek miyiz? Siz de dans etme konusunda hünerli misiniz?

Bu zor soru hakikaten bu işe beni bulaştırmayın.

Son üç yıldır pandemiden beri dünyada gıda enflasyonunun inişe geçtiği gözüküyor ama rakamlara baktığımızda Türkiye'de aksine insanlar karnını doyuramayacak seviyeye gelmeye başladı. Özellikle et fiyatlarıyla proteine erişemiyor insanlar. İnsanları rahatlatacak bir cevap verebilir misiniz?

Arabanız olmayabilir. Buzdolabınız olmayabilir. Ama günde birkaç kez yemek yemek zorundasınız. Ve hepimizin bir şekliyle karnın doyması lazım, bu anlamda tarımın ihmal edilmeden, stratejik sektör olarak değerlendirilip Türkiye'nin üreten bir sürece geçmesi lazım. Yani buğdayını, arpasını, yulafını, mısırını her şeyi kendisi üretebilir. Şöyle bir örnek vereyim. Hollanda, Konya'dan küçük arazi olarak. Hollanda'nın yıllık tarım ürünü ihracatı 100 milyar doların üstünde. Bizim ise o kadar bırakın, her şeyi ithal etmeye başladık. Formülü şu, maliyet artı makul kar eşittir taban fiyat. Bu çerçevede yaptığımız zaman hiçbir üretici zarar etmeyecek. Dolayısıyla  Türkiye kazanacak. Mesela Erzurum'u alalım. Erzurum ve çevresindeki iller Elazığ, Tunceli, Ardahan, Kars, Iğdır bütün bunların tamamı hayvancılık ve ona dayalı endüstri olarak geliştirilebilir. Kafkasların ve Orta Doğu'nun yıllık et ve et ürünleri ihtiyacı 25 milyar dolar. Biz 2 milyar dolar değil, 500 milyon dolar bile almıyoruz. Dolayısıyla alanı büyüttüğümüz zaman hem biz kazanıyoruz, hem diğer iller, diğer ülkeler kazanmış oluyorlar

Sürdürülebilirlik nedir? Devlette sürdürülebilirliği sağlayan devletin kadrolarıdır. O kadroların liyakatli olması lazım ve işin ehline teslim edilmesi lazım. Sürdürülebilirlik aynı zamanda bilimde ve teknolojideki gelişmeleri izlemek ve onları yakalamak ve onları aşmak onun için mücadele etmek demektir. Eğer biz bunları yapabilirsek, yani üniversiteler bilgi üretebilirse, devlette yetkin kadrolar olabilirse, herhangi bir yerde sorun çıktığında o soruna uygun çözümler süratli bir şekilde üretilebilirse, sürdürülebilirliği sağlarsınız. Sürdürülebilirlik aynı zamanda adaletli bir düzen içinde mümkündür. Yani kurumların kendi görevlerini yaptığı bir düzen içinde mümkündür. Eğer siz hak etmeyen bir kişiyi, belli bir konuma getirebilirseniz, sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engeli orada oluşturmuş olursunuz.

Bunun birinci aşaması demokrasidir. Yani can ve mal güvenliği. Yani yargı bağımsızlığıdır. Yani düşünce özgürlüğüdür. Medya özgürlüğüdür. Bunlar demokrasinin temel kurallarının bir ülkede olması lazım. Bunlar olduğu zaman benim can ve mal güvenliğim var demektir.

İkincisi üreten Türkiye. Türkiye'nin üretmesi lazım. Ama ne üretmesi lazım Türkiye'nin? Katma değeri yüksek ürün üretmesi lazım. Katma değeri yüksek ürün üretmezseniz Türkiye'yi dünyada söz sahibi yapamazsınız. Hepinizi hepinizin cep telefonları var ama hiçbirisini biz üretmiyoruz. 85 milyonluk bir ülke katma değeri yüksek ürün üreten ülkelerin pazarı konumunda şu anda hepimiz. Pazardan çıkmak tam tersine dünyayla rekabet etmek.

Üçüncüsü güçlü bir sosyal devlet. Yani biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar. Güçlü sosyal devlet hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı ve devletin her yurttaşı bir şekliyle kucakladığı ve asgari belli güvenceler sağladığı devlet.

Dördüncüsü, sürdürülebilirlik, demokrasi kavramı sürekli gelişiyor. Teknolojide olağanüstü gelişmeler oluyor. Bilimde olağanüstü gelişmeler oluyor. Sosyal devlet anlayışında olağanüstü gelişmeler oluyor. Siz bütün bu gelişmeleri hem izlemek hem öncü olmak istiyorsanız bütün bu politikaları sürdürülebilir olması lazım ve yenilenmesi lazım. Yeniliğe açık olması lazım. Aksi halde bunun başarısı mümkün değil.

İlhan Tekeli Hoca'nındı galiba, çok hoş bir tanımı var. Diyor ki sürdürülebilirlik, geçmişle gelecek arasındaki adalettir. Bu hoş bir tarif. Neden? Çünkü köklerinizi eğer bilmiyorsanız bir gelecek inşa etmek mümkün değil. Bizim köklerimiz aslında olağanüstü, kendi kendine yeten ekonomisi olan bir Türkiye'ydi. Onu mahvettiler. Dışarıya bağlı, ithal ettikçe daha çok ithal etmeyi zorunlu hale getiren bir tarım ekonomisine dönüştürdüler. Bunu aşmanın en temel yolu küçük üreticiyi desteklemek. Küçük üreticiyi eğer doğduğu yerde doyurabiliyorsanız o zaman kentle kır arasındaki dengeyi de koruyorsunuz. Geçmişle gelecek arasındaki adaleti de sağlıyorsunuz.

Başörtü konusundaki çıkışınız ve helalleşme adımlarınız çok konuşuldu. Bu konuda hala net misiniz? Özgürlüklerimiz ve kazanımlarımız korunacak mı?

Başörtüsü konusunda bizim karnemizin biraz kırık olduğunu önce ifade edeyim. Artık Türkiye'nin bu sorunu aştığını düşünüyorum. İster başı açık olsun, ister başı kapalı olsun, herkesin düşüncesine, inancına, kimliğine, yaşam tarzına hepimizin saygı duyması lazım. Biz bunu her gittiğimiz yerde savunuyoruz. Eğer kişinin kimliği siyaset konusu olmazsa, inancı siyaset konusu olmazsa, yaşam tarzı, siyaset konusu olmazsa o zaman Türkiye özgürleşmiş demektir. Eğer bunlar siyasete konu olduğu zaman kutuplaşan, ayrışan, kavga eden bir Türkiye gerçeği ortaya buradan Türkiye'nin süratle çıkması lazım. Çıktığımızı düşünüyorum ama hala kimlik basında mesela ayrışmalar var. Kimliklerimizi sorgulamaya başlıyoruz. Ya hiçbirimiz anne babamızı seçme özgürlüğüne sahip değiliz ki. Benim kimliğim benim onurumdur. Ama benim kimliğim siyasete malzeme olmaz. Siyaset toplumların, insanların, bireylerin ve bizim dışımızdaki bütün canlıların doğanın korunması için, onlara gelebilecek olan zararların bir şekliyle yok edilmesi için çalışan bir anlayıştır. Siyaseti böyle düşünmek lazım. Bir çocuk açsa bilmeliyiz ki hepimiz açız. Önce onun karnının doyması lazım. Veya bir kişi kimliğinden ötürü ötekileştiriliyorsa müdahale etmemiz lazım. Bu çerçevede düşünüyorum. Bu çerçevede politikalarımızı da oluşturduk. Altı liderin de temel hedefi bu.

Önemli olan bu ülkede herkesin özgürce, kılığı, kıyafeti, yaşam tarzı kimliği ne olursa olsun özgürce adalet içinde yaşayabileceği bir Türkiye'yi hayata geçirmektir.

Bakın bir örnek vereceğim Emine Şenyaşar. Duyan var mı bilmiyorum. Evet bir kişi duymuş. Emine Şenyaşar iki çocuğu ve eşi siyasal olarak güçlü bir grup tarafından bir aile tarafından katledildi. Kocası hastanede kafasına tüp vurularak öldürüldü. Ve bu kadıncağız bir kağıdın üzerine adalet yazıp hükümet konağının önünde adalet istiyorum dedi. İki çocuğum öldürüldü, kocam öldürüldü, bir çocuğum hapiste. Ama katillerini kimse yakalayamıyor. Çünkü katiller çok güçlü. Ellerinde silahlarla geziyorlar. Emine Şenyaşar'ın avukatı bana ulaştı ve ben Emine Şenyaşar'ın bulunduğu yere gittim. Emine Şenyaşar Türkçe bilmiyor, ben de Kürtçe bilmiyorum. Adalet sadece bizim için değil herkes için adalet olduğu zaman adalet kavramı yücelmiş oluyor. Emine Şenyaşar'ın davasını takip ettik. Üzerinde durduk. Sekiz savcı iddianame hazırlayamadı, korkudan beni sürerler mi diye. Müdahale ettik, tekrar gittim, bir daha gittim. Milletvekili arkadaşları görevlendirdik ve sonunda davayı açtılar. Dolayısıyla eğer adalet istiyorsak, bu ülkede hak hukuk istiyorsak gerçekten bu ülkede kim haksızlığa uğruyorsa, yaşı, cinsiyeti, yaşam tarzı, ne olursa olsun kim haksızlığa uğruyorsa onun karşısında dik ve onurlu durmalıyız. Ve mücadelemizi yapmalıyız. Haksızlık karşısında susmamalıyız. Böyle bir geleneği umarım yaşatırız ve gençler de buna sahip çıkarlar.

Antakya'da bu depremde aslında annemi babamı kaybettim. Kuzenimi kaybettim. Çok yakınımı kaybettim. Çok fazla mağduriyet yaşadık. Özellikle Hatay olarak CHP'li bir belediyemiz olmasından dolayı da belli mağduriyetler yaşadık. Şimdiden gündem değişti gibi gözüküyor biraz. Bizim depremzedeler olarak gündemimiz değişmedi. Siz neler yapacaksınız bu konuda? Benim annem babam kayıp mesela ve bürokratik hukuki çok fazla engelle karşı karşıyayız ve bize yol gösteren bize yardımcı olan yetkililer yok maalesef. Siz iktidara geldiğinizde biz bu mağduriyetlerle nasıl savaşacağız? Biz sadece aslında iktidardan değil belediyeden de yeteri desteği göremedik. CHP kendi içinde bir sorumlularla da yüzleşecek mi?

Büyük acı yaşandı. Başınız sağ olsun. Hepimizin başı sağ olsun. 50 binin üzerinde can kaybımız var. Depremden hemen sonra ertesi gün deprem bölgesine gittim. Devlet nerede diye herkes feryat ediyordu, Hatay'dan Samandağ'a geçtik. Samandağ'dan gece bire doğru geldik. Sonra sabaha karşı Arsuz'a geldik. Olağanüstü zor bir süreçti. Enkazın altında kalanlar vardı. Hava buz gibi soğuktu. Çoğu donarak hayatını kaybetti maalesef, belediyelerimiz süratle bir şekilde ulaştılar. Ama arama kurtarma ekipleri yeteri kadar yoktu. Onlar daha sonra geldiler. Başlangıçta vinç yok diye gazeteler, televizyonlar yazıyordu. Oysa ben kente girerken Tırların üzerinde vinçlerin beklediğini gördüm. Bu vinçler burada neden gelip enkazı kaldırmıyorlar diye arama kurtarma ekibi olacak ki vinç gelip hangi kolonu veya hangi duvarı kaldıracağını bilsin. Yanlışlıkla bir şeyi kaldırırsa enkazın altında canlı varsa onu öldürebilir diye o nedenle beklediğini bana aktardılar. Çok büyük bir acı. 

Hatay sıradan bir kent değildir. Bizim açımızdan da dünya tarihi açısından da çok önemli bir kent. Dolayısıyla kenti yeniden inşa ederken şuralara güzel binalar yapalım hasta değil. Tarihi dokunun, geleneksel yapıların tamamının korunması lazım ve onların yeniden inşa edilmesi lazım. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanına şunu söyledim. Kentin yeniden yapılanma planını hazırlarken mutlaka yanınızda tarihçileri bulundurun.

Milli savunma alanındaki yapılan teknolojik gelişmeler, İHA, SİHA, Kızılelma tarzında. Bu yatırımlar devam edecek mi?

Herkes bilmeli ki Türkiye savunma sanayinde önemli bir aşamayı katetmiş vaziyet onların tamamı büyütülecek. Sadece özel sektöre verirseniz bu da Türkiye için büyük bir risk. Neden? Yarın fabrikayı kalktı  Amerikalılara sattı. Ya da bizim tank paleti verdiğimiz gibi Katarlılara verdi. Olmaz. Savunma sanayini devlet kontrol edecek. Ama aynı zamanda özel sektör belli parçalarını üretebilir. Daha nitelikli üretimlere geçebilir. Bir rekabet ortamı yaratılabilir. Bunların hepsi mümkün ama savunma sanayinin mutlaka desteklenmesi gerekiyor. 

Size her kesimden çeşitli yakıştırmalar geliyor. Kandil'in adayı, işte FETÖ'nün adayı gibi. Buna tekrardan net bir cevap alabilir miyiz?

Terör örgütünün saldırdığı tek kişi benim. Ardanuç'ta Karadeniz'deydik, giderken saldırıya uğradık. Bir er de şehit oldu. O aileyle de hala ilişkilerimiz var. Görüşüyoruz. O kadar çok şey söylendi ki benimle ilgili. Yani artık bunlara bunları ciddiye almıyorum bir olay anlatayım size. O zaman grup başkan vekiliyim. Bir haber, Kılıçdaroğlu Almanya'da işte o biçim bir gece kulübüne gitti, dışarıya çıktı, üç tane PKK'lıyla şu arabaya bindi, şu caddeden gitti. Elimde belgeler var. Bunları kamuoyuyla paylaşacağım. Neyse belgeyi çıkardık. Tarihe baktık. Ben o tarihte Ankara'dayım. Bereket versin, onu da kanıtlayabiliyorum Ankara'dan İstanbul'a giderken uçak biletim var. Yani kimse burada değilsin de diyemez. Mecburen tuttuk bir avukat. Dava açtık bunun sahte olduğunu, yanlış olduğunu, her şeyi kanıtlamaya çalıştık. Terör bir insanlık suçudur, nokta. Kimden gelirse gelsin, nereden gelirse gelsin terörü hiç kimse savunamaz.

Ama şu da bir gerçek. Beğenmediğiniz insanı terörist diye suçlayamazsınız. Bir ara neredeyse bütün soğan üreticilerini terörist ilan etmişlerdi. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak terör örgütlerinin isimlerini dillendirmemeye özen gösteririz. Çünkü terör örgütü terörü kendi adının daha geniş kitlelere yayılmasını sağlamak için de terör eylemlerine girişir

Birisi terör yaptıysa yakalarsınız, getirirsiniz yargının önüne çıkarırsınız. Her türlü cezasını verirsiniz. Zaten kimse de bir şey diyemez. Dolayısıyla o konuda emin olmanızı isterim. Eğer bir kişi suçlanıyorsa suçlayan insanın korkaklığındandır. Önüme çıkıp suçlayabilir değil mi? Cesareti varsa çıkarız televizyona, bizi suçlayabilir. Ama perdenin arkasından korkuyla bize farklı bir şekliyle suçlama yöneltiyorsa ve bunlara itibar etmemek lazım.

İktidarınızda basın özgürlüğünü, insanların istediği gibi haber yapma özgürlüğünü kısıtlayacak mısınız, buna dair herhangi bir çalışmanız olacak mı? İkinci sorum Sadullah Ergin hakkında. Günahları affedildi mi?

Birincisi basın özgürlüğü. Eğer bir ülkede medya özgürlüğü yoksa insanların özgürlüğü yoktur. Çünkü insanlar özgürce düşüncelerini ancak medya aracılığıyla geniş kitlelere ulaştırabilirler. O nedenle medya özgürlüğü bütün demokrasilerin olmazsa olmazıdır. Medya özgürlüğü aynı zamanda siyasal iktidarın kendisine çeki düzen vermesi açısından da son derece önemlidir. Medya özgürlüğünü sağlamanın birinci yolu, medya patronlarının sadece ve sadece medyayla uğraşabilecekleri bir alan yaratmak.

Sadullah Bey meselesine gelince... Biz altı parti bir aradayız. Biz başka bir partinin iç işlerine karışmayız. Altı partinin temel hedefi bizi bir araya getiren demokrasi özlemi. Her birimiz ayrıyız zaten. Düşüncelerimiz de farklı ama demokrasi konusunda aynı şeyleri düşünüyoruz. Devlette liyakat konusunda aynı şeyleri düşünüyoruz. Yargı bağımsızlığı, aynı şeyi düşünüyoruz. Medya özgürlüğü, aynı şeyi düşünüyoruz. Geçmişte farklı düşünebilirler ama bugün geldiğimiz nokta artık bir parti meselesi olmaktan çıkmış. Mesele bir Türkiye meselesi. Ya bu Türkiye'yi demokratikleştireceğiz. Güzelleştireceğiz. İnsanlar düşüncelerini özgürce ifade edebilecekler. Ya da otoriter yönetime devam edeceğiz. Seçime birleşip beraber girmeye karar verdik. Tabii karar verince doğal olarak fedakarlığı kim yapacak, en büyük parti yapacak. Fedakarlığı biz yaptık. Biz onlardan milletvekili istedik. Şunu getirin deme hakkımız yok, bizim partili değil ki, isimleri bildirdiler, biz de o isimleri yerleştirdik. Dolayısıyla Sadullah Bey geçmişte şunu yaptı, biz geçmişi elbette sorgulayacağız. Ama biz bir güzel gelecek inşa etmek istiyoruz.

Biz depremin yarattığı sıkıntılarla boğuşurken altılı masada çıkan bir kriz vardı O krizin sebebini merak ediyorum?

Her kriz sonunda daha dayanıklı bir yapının ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu da öyle oldu. Bir kriz yaşadık ama şimdi daha dayanıklı, daha kenetlenmiş bir yapı ortaya çıktı. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU