Yoğun savaş ve kriz haberlerinin ortasında, İngiliz The Guardian gazetesinin kanser ve kalp hastalıklarını tedavi edecek aşıların 10 yıla kadar hazır olacağı ile ilgili cumartesi günü yayımladığı bir haber dikkatimi çekti.
Bu tür bilimsel ve tıbbi atılımlar, yeni hastalıkların arttığı ve her yıl milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine yol açtığı bir zamanda dünyanın ihtiyaç duyduğu bir şey.
Örneğin, kardiyovasküler hastalıklar, yılda yaklaşık 64 milyon kişiyi etkileyerek bunlardan yaklaşık 18 milyonunun hayatına mâl olmaktadır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından yayımlanan 2020 istatistiklerine göre kanser ise, yılda yaklaşık 10 milyon kişinin ölüme neden olmaktadır.
Bu tür aşıların insanlığa getirisi paha biçilemez. Zira bunlar, yılda on milyonlarca hayat kurtarmanın yanı sıra, ortalama yaşam süresinin yükselmesi ve yaşam tarzımız ve artan baskılar nedeniyle yeni hastalıkların artmasıyla sağlık hizmetlerinin maliyetinin arttığı bir dönemde hükümetler için birçok kaynak tasarrufu sağlayacaktır.
American Medical Association tarafından çıkarılan JAMA Oncology dergisinin yayınladığı bir araştırmaya göre, 2020 ila 2050 yılları arasında sadece kanserin tek başına küresel ekonomiye maliyeti 25 trilyon dolara ulaşacak.
Kalp hastalıklarının ekonomik yükünün yılda 100 milyarlarca doları bulduğu tahmin edilirken, ABD Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC), kalp hastalıklarının yalnızca ABD'de sağlık sistemine yıllık 216 milyar dolara mal olduğunu ve bunun yanı sıra, 147 milyar dolarlık iş verimliliği kaybına da yol açtığını tahmin ediyor.
ABD merkezli ilaç şirketi Moderna'nın baş tıbbi sorumlusu Dr. Paul Burton, The Guardian'a verdiği röportajda şirketin beş yıldan kısa bir süre içinde kanser, kardiyovasküler hastalıklar, otoimmün hastalıklar ve diğer durumlar için aşılar sağlayabileceğinden emin olduğunu söyledi.
Bu güven, şirketin bu aşılardan biri için önde gelen araştırma şirketi Merck Sharp & Dohme (MSD) ile ortaklaşa yürüttüğü başarılı klinik deneylere ilişkin geçen yılın sonunda paylaştığı sonuçlardan geliyor.
Geliştirilen aşının, ileri düzey cilt kanserine yakalanan ve tümörleri çıkarmaya yönelik ameliyatlar geçirmiş hastalarda oldukça başarılı olduğu kanıtlandı.
Aşı ile desteklenen bir yıllık tedaviden sonra kanserin tekrarlama veya hastanın ölme riskinin yüzde 44 azaldığı ortaya kondu.
Kanser ve kalp hastalıklarına karşı aşı geliştirme çalışmaları yeni bir şey değil. Ancak asıl atılım, üç yıl önce tüm dünyayı kasıp kavuran yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını sırasında Kovid-19'a karşı aşı geliştirilmesinde başarıyla kullanılan RNA bazlı teknik araştırmalarla gerçekleştirildi.
Bu tekniğin ne kadar başarılı olduğunun dikkat çekmesiyle şirketler araştırmalarını bunun üzerine yoğunlaştırdı ve hükümetler Kovid-19 aşısı geliştirme çabalarını desteklemek için yüklü miktarlar harcadı.
Bu da yavaş işleyen uzun araştırma süresini kısaltarak birden, dünyanın kanser, kalp hastalıkları ve benzeri ölümcül hastalıklara karşı aşılar üretmek için teknik geliştirme alanında meyvelerini toplayacağı büyük adımlar atılmasını sağladı.
Bugün Moderna, Pfizer vb. şirketler, dünyanın dört bir yanındaki insanlar için çeşitli kanser türleriyle savaşacak ve bunlara çare olacak aşılar geliştirme ve yayma olasılığından güvenle bahsedebiliyorlar.
Örneğin Dr. Paul Burton, bu aşıların daha önce yenilemeyen nadir hastalıklara çare olacağını söyleyebiliyor.
Burton bu konuda "Bundan yaklaşık 10 yıl sonra, hastalığın genetik nedenini tanımlayabileceğimiz ve daha kolay bir şekilde bu hastalığı RNA teknolojisi kullanarak tedavi edebileceğimiz bir dünyaya yaklaşacağız" değerlendirmesinde bulundu.
Alman BioNTech şirketinin kurucuları Türk çift Uğur Şahin ve Özlem Türeci, iki yıldan uzun bir süre önce aynı şeyi söylediler.
Şirketlerinin Pfizer ile iş birliği içinde Kovid-19 aşısını geliştirmede elde ettikleri atılımın ardından, verdikleri bir dizi röportajda kanser tedavisi için aşı teknolojisinin 2030 yılına kadar hazır olabileceğini söylediler. Şirketlerinin şu anda klinik deney aşamasında olan bir dizi kanser aşısı var.
Kovid-19 aşısını ilk kullanan ülke olan İngiltere, bugün de kanser aşısını ilk kullanan ülkeler arasında yer almaya çalışıyor.
Bu yılın başlarında, İngiltere Sağlık Bakanlığı BioNTech ile bir mutabakat zaptı imzaladı.
Buna göre İngiltere'deki kanser hastaları, önümüzdeki eylül ayı başlarında başlayabilecek yeni kanser aşısı denemelerine ve testlerine ilk katılanlar arasında yer alacak.
Mutabakat zaptı aynı zamanda 2030 yılına kadar bu yeni aşılardan yaklaşık 10 bin doz sağlanmasını öngörüyor.
Öte yandan Avustralya, rahim ağzı kanserinin neredeyse tüm türlerinden sorumlu olan İnsan Papilloma Virüsü'ne (HPV) karşı üzerinde çalışılan yeni aşılardan farklı bir teknolojinin kullanıldığı aşılama programının hedeflerine ulaşırsa, 2035 yılına kadar rahim ağzı kanserini ortadan kaldıran dünyadaki ilk ülke olabilir.
Hükümet okullarda ücretsiz aşılama programını 2007 yılı itibariyle başlatmıştı. O zamandan beri bu virüse yakalananların oranında yüzde 92 oranında bir düşüş kaydedildi.
Bugün merak edilen şey, bu aşıların ve tedavilerin 10 yıldan daha kısa bir süre içinde kullanılabilir hale gelebileceklerini gösteren araştırmalardan sonra geliştirilip geliştirilemeyeceğinden ziyade dünyanın, özellikle de zengin ve sanayileşmiş ülkelerin ve ilaç şirketlerinin bu aşılar ve teknolojiler konusunda nasıl bir yaklaşım izleyeceğidir.
Dünyanın Kovid-19 aşılarıyla ilgili deneyimlerinden alınan birçok ders var.
Başta Batı olmak üzere zengin ülkeler, üretilen aşıların tüm dozlarını peşinen alarak, yoksul ülkeleri kendi kaderlerine terk etmişlerdi.
Bunun bir daha yaşanmaması ve ücretlendirme politikalarının yoksul ülkeleri de hesaba katması için zengin ülkelere, ilgili uluslararası kuruluşlara ve ilaç şirketlerine ahlaki bir sorumluluk düşmektedir.
Bunun yanı sıra ciddi derecede savaşların zararları, çevre kirliliği vb. kansere neden olan faktörler var. Bundan önde gelen ülkeler büyük ölçüde sorumludur.
Örneğin çevresel toksikoloji ve nükleer radyasyonun etkileri konusunda uzman İngiliz doktor Christopher Busby liderliğinde yapılan bir araştırmaya göre ABD'nin Irak işgali, arkasında Hiroşima felaketinden daha yüksek lösemi oranları bıraktı.
Çalışma, ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgal ettiği sırada burada seyreltilmiş uranyum içerikli mühimmatlar kullanmasından sonra başta lösemi olmak üzere kanser oranları ve doğuştan anomalilerde (genellikle 'doğum kusurları' olarak anılır) görülen ciddi artışa ilişkin doktorların Irak'ta topladığı veri ve bilgilerin analizine dayanıyor.
Bahsi geçen gelişmelere ek olarak ülkelerin, kalp hastalıkları, kanser ve çağın diğer hastalık risklerini önlemek için sürekli halk sağlığına ilişkin etkili programlar oluşturması ve çeşitli gıdalarla beslenme, spor ve hareketin önemi ve sigara ve obezite ile mücadele açısından hayat tarzına ilişkin daimi bilinçlendirme kampanyaları yürütmesi gerekiyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia