Bizim büyük unutkanlığımız: Baseline Sendromu

Osman Keçeli "Bağımsız Yeşil"in yeni bölümünde Baseline Sendromu'ndan ve bunun çevresel sonuçlarından bahsetti

Çizim: Elena Mozhvilo/Unsplash

Dünyanın aşamalı yok oluşunu kolektif eylemsizlikle karşılıyoruz. 

Aşırı hava olayları, biyoçeşitlilik kaybı, susuzluk ve kuraklık gibi iklim krizinin olumsuz sonuçlarına karşı hükûmetler ve halklar arasında toplu bir kayıtsızlık havası hâkim.

Ne uluslararası anlaşmalar, ne de bireyler bazında alınan aksiyonlar iklim krizini önlemek için yeterli değil.

Baseline Sendromu, söz konusu aldırışsızlık durumlarını anlamak için bazı ipuçları veriyor.
 


Baseline Sendromu nedir?

Baseline Sendromu, 95'te Daniel Pauly tarafından ortaya atılan bir kavram.

En kaba hâliyle, dünyanın farklılaşmasıyla ilgili kabul edilen normlardaki aşamalı değişikliği ifade ediyor. 

Bu kavram ilk olarak geçmişten bu yana balık stoklarındaki düşüşlerin normalleşmesini açıklamak için kullanılmış.

Bugün normal, sıradan veya sağlıklı olarak gördüklerimiz; aslında geçmiş nesillerin bozulmuş olarak tarif edeceği türden.

Yine bizim bugün sağlıksız veya bozulmuş olarak tarif edeceğimiz bir çevresel gerçeklik, gelecek nesiller için normal veya gündelik karşılanabilir. 

İşte yeryüzünün hâlleriyle kurduğumuz bu kabullenme ve alışma durumlarına "shifting baseline syndrome" yani "değişen temel sendromu" deniyor.


Bizim büyük unutkanlığımız

Baseline Sendromu'nu açıklarken ekoljik çevresel unutkanlıktan bahsetmek yerinde olur.

Yeryüzünün geçmiş zenginlikleri hakkında pek az bilgiye sahibiz. Bu bilgisizliğimiz ekolojik çevresel unutkanlıktan kaynaklanıyor.

Yaban hayatının yok olması, göllerin ve nehirlerin kuruması ile bitki türlerinin giderek azalması gibi kayıplar sıradan görülüyor çünkü dünyanın gerçekliğinden koptuk. 

Toplu bir amnezi yaşıyoruz ve belleğimizi yitirme hızımız giderek artıyor.

Ekolojik gerçekliğin hatırlatıcıları giderek azalıyor. Kendinden yaşça ufak birisine "Eskiden buralar hep dutluktu" diyen kişi aslında o kişiye doğal bir gerçekliği hatırlatıyor.

Ne yazık ki doğal gerçekliği hafızasında taşıyıp muhafaza edenlerin sayısı günbegün azalıyor. 

Betondan şehirlere doğanlar geçmişe ait bilgiye sahip olmadıkları için kendilerinden sonrakilere anlatacak hikâyelere de sahip değiller. 

Bir zamanlar buraların dutluk olduğunu söyleyenler azaldıkça, bizim büyük unutkanlığımız da giderek ilerleyecek.
 

1.JPG
Dut ağacı / Fotoğraf: Jules A. / Unsplash

 

Ekolojik unutkanlık

Ekolojik çevresel unutkanlık pek çok sebepten kaynaklanabilir.

Bunlardan birisi tarihsel gerçeklikten kopuk düşünmek. Dünyanın hâlihazırdaki durumunu düşünürken tarihsel gerçeklik göz ardı ediliyor. 

Bana kalırsa ekolojik unutkanlığın en büyük sebebi doğadan kopuk yaşamak. Doğadan ayrı hayatlar yaşamak muazzam bir deneyim eksikliğine sebep oluyor.

Böylece unutkanlığın ya da Baseline Sendromu'nun sebebi olan ekolojik kriz, unutkanlığın sonucu hâline de gelmiş oluyor.
Birnevi paradoks bu.

Doğayı mahvediyoruz ve bunu unutuyoruz. Unuttukça doğayı kaynak olarak görüp tüketmeye devam ediyoruz.

Aşamalı olarak doğayla iç içe yaşadığımız günleri belleğimizden yitiriyoruz ve bu böylece devam ediyor.
 

2.JPG
Fotoğraf: Arto Marttinen/Unsplash

 

Bir zamanlar dünya kocaman, yuvarlak bir dutluk topuydu

Bir zamanlar dünya bildiğimiz dünya değildi.

Bugünün betonları geçmişin bahçesi, ormanı, çiçeği, börtü böceğiydi.

Mahallenizin inşaata açılan kısmı için söylenen "Buralar eskiden dutluktu" lafı dünyanın her köşesi için geçerliydi.

Ben de mahallenizin bilge komşusu gibi, unuttuğunuz değerleri hatırlatmaya niyetlendim ve geçmişten bugüne değişen dünyadan bilgiseller hazırladım.

Baseline Sendromu'ndan muzdarip hastalara şifa olması dileklerimle. 

  • Doğal ekosistemler bütününün, ölçülebilen en eski tarihe göre yaklaşık yüzde 47 oranında azaldığı tahmin ediliyor. 
  • Karasal alanlardaki yerli bitki türlerinin çeşitliliği son yüzyılda en az yüzde 20 azaldı.
  • 16'ncı yüzyıldan bu yana 680 omurgalı türünün nesli tükendi. 
  • WWF'in Yaşayan Gezegen Raporu'na göre, son 50 yılda yaban hayatının yaklaşık yüzde 69'u yok oldu.
  • Deniz kirliliği son 40 senede on kat arttı ve bu 267 tür hayvanı doğrudan etkiledi. Okyanusun yaklaşık yüzde 66'sı olumsuz etkilendi ve mercan resifleri üzerindeki canlı mercan örtüsünün yaklaşık yarısı ortadan kayboldu.
  • Yalnızca son 30 yılda, tarımsal faaliyetler maksadıyla 420 milyon hektar ormanlık alan yok edildi.

Eğer dünyayı böylece mahvetmeye devam edersek, bugün bizim için distopik derece ürkütücü senaryolar bizden sonraki nesillerin rutini hâline gelecek.

Aşırı sıcaklıklar, susuzluk, ormansızlık ve betondan kentler gelecek dünyanın normali olacak.

Eğer iklim krizinin etkilerini önlemeyi beceremezsek yakın gelecekte:

  • Avrupa'nın iç kesimlerinde sel riskinin artışı. Kıyı bölgelerde yaşanacak taşkınlar ve fırtınalar. Deniz seviyesinin yükselmesinden kaynaklanacak erozyon. Mahsul verimliliğinin azalması.
  • Nüfus dengelerinin bozulması. Yağmurla beslenen tarımın artışıyla birlikte bu bölgelere olan yoğun göçler. 
  • Tropik ormanların kademeli olarak savanla yer değiştirmesi. Burada yaşayan türlerin yok oluşu ve biyoçeşitlilik kaybı. 
  • Özellikle Afrika'da ve yaklaşık olarak 300 milyon insanın su krizine bağlı sorunlar yaşayacağı tahmin ediliyor. Tarımsal üretimdeki düşüşe bağlı olarak güvenli gıdaya erişim de büyük oranda tehlikeye girecek.
  • Sel ve kuraklığa bağlı olarak hastalıkların artışı gibi sonuçların yaşanacağı tahmin ediliyor.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU