CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “20 yıllık hükümet, eğer ar damarı çatlamamışsa, sebebi olduğu böyle bir yıkım karşısında ne yapar? İstifa eder. Bu felaketlerin nihayet bulması için, artık her şey değişmek zorunda" dedi.
Öztrak, CHP MYK toplantısı sürerken, CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi.
Öztrak, şunları söyledi:
Deprem sahasındaki ihtiyaçları, aksaklıkları, yapılması gerekenleri bizlerle paylaştılar. 6 Şubat’ta yaşadığımız depremlerin üzerinden, tam iki hafta geçti. Çaresizlik, acı, öfke, üzüntü, birbirine karıştı. Depremde yakınlarını yitirenler, evsiz barksız kalan aileler, sahipsiz çocuklar, ‘Nerede bu devlet?’ haykırışları ve bu çaresizliği gören, yaşayan milletimiz. Hiçbirimiz artık eskisi gibi değiliz. Ruhlarımızda derin yaralar var. Kimliksiz, kefensiz, zeytin ve mersin dallarıyla, insanlarımızı toprağa verdik. Cenazelerimizin sayısı 41 bini aştı. Türkiye cenaze evine döndü. Yaralılarımızın sayısı ise 108 binin üzerinde. Gerçeğin bunun çok ötesinde olduğunu, artık bölgedeki üst düzey yetkililer de kabul ediyor. Dün depremin koordinatör valisi durumun, açıklanan rakamlardan 3-4, hatta 5 kat daha kötü olduğunu itiraf etti.
"Enkazın altında hala, vatandaşlarımızın cenazeleri var"
Biz, depremlerde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza, bir kere daha Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize baş sağlığı diliyoruz. Yaralananlara acil şifalar temenni ediyoruz. Arama kurtarma çalışmalarında artık sona gelindi. Depremin enkazını kaldırma çalışmaları başlıyor. Enkazın altında hala, vatandaşlarımızın cenazeleri var. Bu aşamada cenazelerin, vücut bütünlüğü içerisinde çıkarılması, insan onuruna yakışır şekilde, definlerinin sağlanması gerek. Ne yazık ki bu konuda, deprem bölgesinden çok sayıda şikâyet ve tepki alıyoruz. Artık çabalar, depremzedelerin barınma ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanması için harcanacak. Deprem bölgesinde olası bir salgına izin verilmemesi için, gerekli hijyen ve temizliğin sağlanması da gerekiyor. Depremin ilk saatlerinden itibaren, Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu koordinasyonunda, Genel Merkez yöneticilerimiz, milletvekillerimiz, örgütlerimiz, belediyelerimiz, tüm gücümüzle yaraları sarmak için elimizden geleni yaptık. Cumhuriyet Halk Partisi tüm gücüyle depremzedelerin yanında oldu. Bundan sonra da yanlarında olacağız. Dayanışmayı sürekli büyüteceğiz.
Tabi depremin ilk anından itibaren, bölgeye yardıma koşanları da hiç unutmamamız gerek. Onların hepsi isimsiz kahramanlarımızdır. Hiçbir parti, görüş, düşünüş farkı gözetmeden gerek desteklerini bölgeye ileten gerekse bölgeye koşup, çıplak elleriyle, tırnaklarıyla, arama kurtarma faaliyetlerine destek veren, binlerce gönüllüye, aslan parçası gençlerimize şükran borçluyuz. Yine bölgeye yardım için yarışan, sivil toplum kuruluşlarına, devlet kurumlarının fedakâr personeline ve elbette güvenlik kuvvetlerimize müteşekkiriz. Yine depremin ardından, ülkemize arama kurtarma ekiplerini gönderen adını tek tek sayamayacağımız 88 ülkeye, ayrımsız, istisnasız şükranlarımızı sunuyoruz. Zor günümüzde yanımızda olan bu ülkelere müteşekkiriz. Yapılan yardımları asla unutmayacağız. Acımız çok büyük. Yüreğimizdeki ateş, kolay kolay, küllenmeyecek. Kaybettiklerimizi her zaman hatırlayacağız.
Ülkemiz 485 diri fayın bulunduğu bir deprem ülkesi, bu yaşadığımız ilk büyük deprem de değil. Bugüne kadar alınması gereken pek çok ders vardı ama hiçbir ders alınmadığını bu depremde yaşayarak gördük. Bu ülke 1999’da çok büyük bir deprem yaşadı, üzerinden 24 yıl geçti. Son 20 yıldır da ülkemizi aynı kişi yönetiyor. 20 yılda başka depremleri de gördük ama bu kafa depreme hazırlık yerine, sadece algıyı yönetti. Bilim insanları, namuslu bürokratlar uyardı. Şahsım hükümetleri sadece seyretti. Sonuç büyük bir yıkım oldu. 20 yıllık hükümet, eğer ar damarı çatlamamışsa, sebebi olduğu böyle bir yıkım karşısında ne yapar? İstifa eder. Bu felaketlerin nihayet bulması için, artık her şey değişmek zorunda. Coğrafya kaderse, bulunduğumuz coğrafyada, 12 milyon yıldır depremler yaşanıyorsa ve milyonlarca yıl daha da yaşanacaksa, yapılacak tek şey vardır. O da zihniyeti değiştirmek. Akıl etmeyen, zillete düşer. Bir daha böyle zilletlere düşmemek için, akıl edeceğiz. Aklımızı kullanacağız. Coğrafya kaderse, biz bu kadere teslim bayrağı çekmeyeceğiz. Bu kadere vatandaşlarımızı teslim etmemek için, aklın, bilimin gerektirdiği her türlü tedbiri alacağız. Kültürümüzü, estetiğimizi, akılla, bilimle, liyakatle birleştireceğiz. Coğrafyamızın gerçekleriyle uyumlu, güzel şehirler inşa edeceğiz. Depreme dayanıklı binalar yapacağız.
"Kısa vadeciliği, köşe dönmeciliği, rant hırsını bu topraklarda bitireceğiz"
Kısa vadeciliği, köşe dönmeciliği, rant hırsını bu topraklarda bitireceğiz. Hem de bir daha geri gelmemek üzere. Deprem ve sonrasında, kimseden izin, icazet ve talimat beklemeden, derhal hareket edebilmek için, hangi kurumların, neleri, nasıl, ne zaman yapacağını, önceden belirleyen protokolleri hazırlayacağız. Ya bunları yapacağız ya da benzer felaketlerde, yine yitirilen canlara ağlayacağız, anne ve babalar evlatsız, evlatlar anne, babasız kalmaya devam edecek. Aynı acılar bu topraklarda yaşanıp, duracak. Kaybettiğimiz beşerî ve maddi sermayeyi yerine koymak, yıllarımızı alacak. ‘Aczi’ ve ‘ataleti’ asla kabul etmeyeceğiz. Koy vermeyeceğiz. Çünkü koy vermek zayıf kılar. Zorbalara, zalimlere, köşe dönmecilere, enkazdan rant devşirenlere davet çıkarır. Biz asla koy vermeyeceğiz. Akıl ederek, danışarak, dayanışarak, acıları paylaşarak, zorlukları hep beraber aşacağız.
"İmar aflarıyla, Ali Dibo çarklarıyla, insanlarımızın yuvalarını, tabuta çevirmişler"
Tekrarlayalım, ülkemizde, 20 yıldır aynı kadro iş başında, bu yönetim 20 yıldır, devleti değil, algıyı yöneterek işi idareye çalıştı. Bol bol reklam filmleri hazırladı ama ülkemizi depreme hazırlamadı. Ülkeyi depreme hazırlamak yerine; İmar aflarıyla, Ali Dibo çarklarıyla, insanlarımızın yuvalarını, tabuta çevirmişler. Bu rantçı ve kirli düzene; ‘Artık Yeter’ deme vakti gelmiştir. Örnek çok, işte İskenderun’daki devlet hastanesi depremde 70 yurttaşımız, hastane binasının altında kalıp hayatını kaybetti. Bu cinayetin geldiği, devletin resmi sunumlarında ayan beyan ifade ediliyor. ‘2012 yılında hastanemiz A bloğunda yapılan Deprem Dayanıklılık Testi raporu olumsuz gelmiştir. Yeni hastane binası en acil ihtiyaç olarak görülmektedir’ diyor. İskenderun Devlet Hastanesi için, bu tespitler hala resmi internet sayfasında duruyor. Göz göre göre cinayet dediğimiz işte bu. 2012’den 2023’e, 11 koca yıl boyunca, yıkılan binanın depreme dayanıklı olmadığı biliniyor.
Milletin kesesinden dolarla avroyla garantiler verip Şehir Hastaneleri dikerken, anlaşılan İskenderun Devlet Hastanesi’ne sıra gelmedi. 70 canımız göz göre göre gitti. Bu, görevi ihmaldir. Görevi savsaklamaktır. 2012’den 2023’e kadar, 4 tane Sağlık Bakanı görev yaptı. Bu cinayetten hepsi sorumludur. Yine bir başka örnek, Adıyaman’da yıkılan bir otel, Sahibi sarayın akrabayı taallukatına yakın bir isim. TÜGVA’da Adıyaman Yüksek İstişare Kurulu Üyesi. Sarayın kibirlisini o kadar çok seviyorlar ki, Erdoğan’ın pankartını otel binalarına asmışlar ve bu otel yapı denetiminden geçememiş, Mühürlenmesine rağmen nasıl olmuşsa olmuş yeniden açılmış. Sonuç, yitirdiğimiz 65 can. 30’u rehber, 35’i voleybol turnuvası için ülkemize gelen Kuzey Kıbrıslı ortaokul öğrencileri, öğretmenleri ve velileri. Şimdi bu otelle ilgili yürütülen soruşturma dosyasına, gizlilik kararı vermişler. Acaba neden? O kadar dosya içinde neden bir tek bu dosyaya gizlilik kararı? Acaba soruşturma zülfü yâre dokunursa diye mi? Tüm bu acılara sebep olan bir hükümet, azıcık gururu varsa, o koltuklarda bir dakika daha oturmaz, istifa eder.
Hakikat ortadadır. Bu hükümet, depreme, şehirlerimizi hazırlamamıştır. Gerekli önlemleri almamıştır. Ballı ihalelerle, aflarla, kanun ve yönetmelik dışı yapıların önünü açmıştır. On binlerce insanımızın hayatını kaybetmesinin baş sorumlusu, bu hükümettir. Yönetim koltuklarını, eşe, dosta peşkeş çektikleri, Kızılay ve AFAD, depremde felç olmuştur. Böyle bir afette en kritik zaman dilimi, depremden sonraki ilk saatler olmasına karşın, insanlarımız 48 saat bir başına enkazın altında kalmıştır. Mehmetçiğimiz zamanında sahaya çıkarılmamıştır. Acil Müdahale için gerekli organizasyon yapılamamıştır. Arama-kurtarma operasyonlarında, koordinasyon sağlanamamıştır. Yeterli çadır ve konteyner stokumuz olmadığı için, vatandaşlarımız günlerdir bu soğuklarda açıktadır.
"İstifa edin"
Bu deprem göstere göstere, bağıra, çağıra gelmiştir. Devleti yönetenlerin, ‘ben bu depremin olacağını bilmiyordum’ deme şansı yoktur. Devletin namuslu bürokratları uyarmıştır. Bilim insanları uyarmıştır. Odalar, sivil toplum kuruluşları uyarmıştır. Haftalardır bu belgeleri paylaşıp duruyoruz. Ülkeyi yönetenlerin önüne pek çok rapor konmuştur. Buna rağmen, hiçbir şey yapılmamıştır. Şimdi atanmış İçişleri Bakanı çıkmış, hem de hiç utanmadan, sıkılmadan, ‘Biz depremi İstanbul’da bekliyorduk. Hazırlığımızı ona göre yaptık’ diyor. Bu kadarına da pes, artık arsızlığı, yüzsüzlüğü, sorumsuzluğu bırakın. AFAD size bağlı değil mi? Raporlarını okumadınız mı? Zerre miskal sorumluluk duygunuz varsa; İstifa edin.
"6 Şubat 2023 Pazartesi günü, bu ülkede ‘Kırmızı Pazartesi’ yaşadık"
İstanbul’a ihanet edenler, İstanbul depremi için bugüne kadar hangi hazırlığı yaptı? Hiçbir hazırlık yapılmadı. ‘Kanal İstanbul’ diyerek, ihanette ısrar edildi. Yandaşlara rant sağlamak için, ‘İstanbul Finans Merkezi olacak’ dediler. Kamu Bankalarını, Düzenleyici-Denetleyici Kurumları, Merkez Bankası’nı İstanbul’a taşıdılar. İşte daha yeni ortaya çıktı. İstanbul’da çürük olduğu bilinen 93 okul, Maraş depremlerinden sonra, ancak boşaltıldı. Bu ne biçim hazırlık? 20 yıldır iş başında olanlar, bugüne kadar ne yaptı? İstanbul’da deprem hazırlığı yapan, bir yönetim bunları yapar mı? Elbette yapmaz. Depreme hazırlanmadılar. Görevlerini alenen savsakladılar. Son 20 yılda, önceki 57 hükümetin, 79 yılda harcadığı paranın 4 katını harcadılar. Bu parayla bir değil, iki değil, üç değil, dört tane depreme dayanıklı Türkiye inşa edilirdi. Depreme hazırlanmak yerine, el âleme ağalık yaptılar. ‘Suriyeliler için 40 milyar dolar harcadık, gerekirse 40 milyar dolar daha harcarız’ diye, millete caka sattılar. Bu millet bunlara para verdi. Ömründen 20 yıl verdi. Bilim insanları, dürüst bürokratlar deprem bilgisini verdi. Peki, bu kadrolar 20 yılda ne yaptı? Kocaman bir hiç, alenen görevi ihmal suçu işlediler ve saraylarında milleti unutan, sesini duymayan, halini görmeyen, kibir abidelerinin ve yanaşmalarının elinde, binlerce vatandaşımızı göz göre göre yitirdik. 6 Şubat 2023 Pazartesi günü, bu ülkede ‘Kırmızı Pazartesi’ yaşadık. ‘İşleneceği önceden, açıkça duyurulan, failini ve maktulünü herkesin bildiği bir cinayet’ Marquez’in o meşhur romanında söylediği gibi: ‘Kendi kusurlarını yücelten zavallılar’ On binlerce insanımızın bağrına hançeri sapladı. Şimdi de, ‘Asrın felaketi diyerek suçlarını gizlemek’ istiyorlar. Bu yaşanan, ‘asrın felaketi’ değildir. ‘Asrın ihmalidir, asrın cinayetidir, asrın ihanetidir.’ Sorumlusu da bu hükümettir.
"İktidar, iktidarsızdır"
Ortada 41 binden fazla can kaybı var. Devletin Valisi durumun, beş kat daha kötü olduğunu söylüyor. Türkiye cenaze evi olmuş ama hükümette tek bir özeleştiri yok. Tek bir sorumlu yok. Tek bir istifa yok. Oysa depremin ilk anından itibaren, yaptıkları her hata öncekini arattı. Hiçbir şeyi doğru dürüst yönetemediler. Bu iktidar, iktidarsızdır. Bu hükümet, hükümsüzdür. Atanmış İçişleri Bakanı, daha birkaç ay önce, ‘daha önce afetlerde insanlarımız hep nerede bu devlet’ dedi. Depremi engelleyemeyiz ama bir daha kimsenin ‘nerede bu devlet’ demeyeceğinin sözünü veriyoruz’ diye, videolar çekti. Aynı atama Bakan, depremden birkaç gün önce yaptığı açılışlarda, biz 'nerede bu devlet' sözünü bir kez milletimize söylettirmedik. Allah devletten razı olsun' dedirttik’ diyerek, şişiniyordu. Sonra ne oldu? Tüm bu makyajları aktı. Muktedir dekorları, bir gecede yıkıldı.
"Askeri birlikler, sahaya neden zamanında intikal edemedi"
İnsanlarımız ilk 48 saatte, sokaklarda bir başına titrerken, arama kurtarma ekibi, iş makinası ararken, ‘nerede bu devlet?’ diye haykırırken, bunlar ‘her yere ulaştık’ diyerek, millete yalan söylediler. Şimdi Milli Savunma Bakanı çıkmış, deprem sabahının ceridesini açıklıyor. Sabah 4.17’de deprem oldu. 4.30’da İnsani Yardım Tugayına ‘hazır ol’ talimatı verdik. ‘Saat 5.10’da Cumhurbaşkanına bilgi verdik’ diyor. Birinci sorumuz şu: 4.30’dan, 5.10’a kadar yani 40 dakika Cumhurbaşkanına neden ulaşamadınız? Zatıâlilerini uyandırmaya mı kıyamadınız? İkinci soru, Madem İnsani Yardım Tugayı 4.30’da ‘hazır ol!’ emri almıştı, birinci günün sonunda vatandaşlarımız, neden deprem enkazında, bir başına kaldı? Yardımı niye yanında göremedi? Koskoca İnsani Yardım Tugayı ve diğer askeri birlikler, sahaya neden zamanında intikal edemedi? Neden Gölcük depreminde olduğu gibi sahra hastaneleri, sahra mutfakları, çadırlar ilk 6 saatte kurulamadı? Mehmetçiğin elini kim tuttu? Kim? Birileri milletimize yalan söylüyor. Mehmetçiği enkaza hızla gönderemeyenler, enkazda kalan imajları için, trollerini sahaya hızla göndermeyi bildiler. Trolleriyle beraber, acılı milletimize hakaretler ettiler. Doymadılar küfürler ettiler. O da yetmedi. Not ettiler. Tehdit ettiler.
"Tek dertleri enkazın altında kalan, çürümüş, kokuşmuş imajlarını kurtarmak"
‘99 Depreminden sonra, dönemin hükümeti iki gün deprem bölgesine gidemedi’ diye, insanların gözlerinin içine baka baka yalan söylediler. Rahmetli Ecevit’in depremin sabahında, bölgedeki videoları ortaya çıktı ama bunlar hiç utanmadılar. İnsan kınadığını yaşamadan ölmezmiş, ‘Marmara Depreminde, hükümet iki gün bölgeye gidemedi’ yalanını ağzında sakız yapan Erdoğan, deprem bölgesine ancak iki gün sonra gidebildi. Küçük ortağının ise ancak bugün, yani depremden iki hafta sonra, ABD Dışişleri Bakanından bile sonra deprem bölgesine ayak basacağı söyleniyor. Hatay’a kadar gitmişken, 1 saatlik mesafedeki Osmaniye’ye de uğrasın bakalım. Bakabiliyorsa hemşerilerinin yüzüne de bir baksın ama bunların ne yapacağı belli, ayarlanmış sahne ve kadrajlarla, deprem bölgesinde yine algı operasyonları yapacaklar. Bunlar milletin derdine derman olmayı bıraktı, tek dertleri enkazın altında kalan, çürümüş, kokuşmuş imajlarını kurtarmak. Bu deprem bir kez daha gösterdi ki; dünyanın en sağlam binaları değil ama dünyanın en sağlam koltukları bu hükümette, o kadar deprem oldu. Altın varaklı koltuklarında, tek bir kişiyi bile kıpırdatmadı.
"Üniversitelerden elinizi çekin"
Akıldan, izandan tamamen koptular. Depremzedelerin barınma sorununu aklı, bilimi, üniversiteleri ve gençlerimizi feda ederek çözmeye kalktılar. Meşhur hikâyedir. İkinci Dünya Savaşı bitiminde, Amerikalı general, teslim aldığı Alman generale: ‘Siz artık bir daha sırtınızı doğrultamazsınız’ der. Alman general sakin bir şekilde şöyle yanıtlar: ‘Doğru, taş üstünde taş kalmadı, her yer yıkıldı. Ama üniversitelerimiz ayakta.’ Aklı başında bir yönetimden beklenen budur. Eğitimi ve üniversiteleri ne olursa olsun ayakta tutmak, üniversite öğrencilerimiz, zaten salgın döneminde iki yılını kaybetti. Bu son kararla, aslında bir kuşağı kaybediyoruz. Tam da gençlerin yüz yüze konuşmaya, bir araya gelmeye, tartışmaya, sosyalleşmeye ihtiyacı olduğu bir zamanda, üniversite, sadece kuru ders değildir. Üniversite bir kültürdür. Bilim yuvasıdır. Okuldaki imkânlar, pek çok evde yok. Laboratuvarlara, internet alt yapısına, kütüphanelere erişim, uzaktan eğitimle olmaz. Başta matematik ve uygulamalı bilimlerde, çok ciddi kayıplara yaşanacak. Ayrıca, YÖK’ün Cumhurbaşkanının talimatından sonra uzaktan eğitime geçme kararı da hukuksuz bir karar. Böyle bir kararı ancak her bir üniversitenin kendi senatosu verebilir. Üniversiteleri ve rektörlerini tehdit ediyorlar. Yasaymış, anayasaymış bunların umurlarında değil. Dün akşam Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, Hükümete; ‘Üniversiteleri açın. Biz, bölgeden gelip barınma sorunu olan herkesi, yerleştirmeye talibiz. Belediyelerimizle birlikte, bu işin lojistik ihtiyaçlarını karşılamaya varız. Siz yeter ki okulları açın. Gerisini bize bırakın’ dedi. Bir kere daha söylüyoruz, üniversite gençliğini de depremzede yapmayın. Üniversitelerden elinizi çekin. Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz cuma akşamı da, depremin olası ekonomik maliyetlerini de akademisyen ve iktisatçılarla masaya yatırdı. Resmi açıklamalardan anlaşılıyor ki, deprem bölgesinde, 105 bini yıkılmış veya ağır hasarlı bina var. 205 bin 86 bina ise az hasarlı. Bu hasar tespitlerinde sıkıntı olduğu konusunda, sahadan çok sayıda şikâyet alıyoruz. Biliyoruz sahada çalışmak zor ama azami dikkat gösterilmeli, vatandaşlarımızın zihninde, hiçbir kuşkuya yer bırakılmamalıdır.
"Hatay demek, Atatürk demektir"
Milli gelir, İşgücü kaybı, depremzedelere yardımlar, sermaye stokundaki kayıplar, telef olan büyük ve küçükbaş hayvanlar, otomobil, mobilya, ev eşyası gibi kayıplar, bunları alt alta koyduğumuzda, depremin ekonomik maliyeti, 75 ila 85 milyar dolar civarında, buna bir de depremde kaybettiğimiz, Kıymetli beşeri sermayeyi eklersek, depremin toplam maliyeti, 100 milyar doları aşıyor. Depreme ilişkin veriler netleştikçe, elbette bu tahminler de revize edilecektir. Ancak bunlar bizim ilk tespitlerimiz. Bölgenin demografik yapısındaki değişim ise, bir diğer önemli risk faktörüdür.
Özellikle Hatay çok önemli. Çünkü Hatay demek, Atatürk demektir. Hatay demek, Doğu Akdeniz demektir. Hatay demek, enerji koridorlarına erişim demektir. Bu nedenle Hatay, artık hepimiz için, şahsi bir mesele haline gelmiştir. Hatay’ın beşerî, sosyal ve demografik dengesi mutlaka korunmalıdır. Gerekiyorsa bunun için özel bir kanun çıkarılmalı, teşvik ve destekler sağlanmalıdır.
Tabi beşerî sermayemizin daha fazla yıpranmaması için, atılması gereken başka adımlar da var. Her şeyden önce; Kısa çalışma ödeneğine başvuru hakkı ve koşulları hemen açıklanmalıdır. Bu süre içerisinde, çalışanların gelir kayıplarının bir kısmı, kısa çalışma ödeneğinden karşılanmalıdır. İşçilerin kısa çalışma ödeneğinden yararlanma koşulları, bir kereye mahsus olmak üzere kaldırılmalıdır. Bu süreçte işsiz kalanlara, işsizlik sigorta fonundan, en az asgari ücret düzeyinde, işsizlik maaşı verilmelidir. Depremde hayatını kaybedenlerin hak sahiplerine, prim ödeme ve çalışma süresi koşulları aranmaksızın, ölüm aylığı bağlanmalıdır. Deprem sebebiyle, yüzde 60 iş görme kaybı yaşayanlar, prim ve sigorta süresi şartı aranmaksızın malul sayılmalıdır. İstihdamı korumak amacıyla, işverenlere karşılıksız hibe verilmelidir. Fatura ve kira giderleri, devlet tarafından karşılanmalıdır. Küçük esnafın bankalara olan tüm borçları, hazine tarafından karşılanmalıdır. Depremde yaşamını yitirenlerin, kredi kartı, ihtiyaç, konut ile taşıt kredi borçları silinmelidir. Bazı bankalarımız buna başladı. Bu uygulama tüm bankalara teşmil edilmelidir ama görüyoruz ki, ülkeyi yönetenlerin gündeminde bunlar yok. Onların tek bir derdi var, Para, para, para, Allah gözünüzü doyursun. Beton kalpli Erdoğan, insanlarımızın kırkı çıkmadan, acıların üstüne rant betonunu hızla dökmek istiyor. Bunun için o kadar aceleleri var ki, daha insanlarımız enkaz altında can derdindeyken, iş makinelerini enkaza soktular. Yeter ki önce hafriyat, sonra inşaat başlasın. Millet daha acısıyla boğuşurken, bunlar ihale ve rant paylaşımına başladı bile, Ne de olsa, benim oğlum bina okur, döner döner yine okur.
"Bu akbabalar rant paylaşımı derdinde"
Kulağımıza duyumlar geliyor. Büyük yandaş inşaat şirketlerine, ‘Hazır olun’ talimatı verilmiş. ‘Hızla sahaya gireceksiniz’ mesajı gitmiş. Hafriyat işleri, inşaat işleri şimdiden paylaşılmış. Yandaş müteahhitlerin, AK Parti Binasını mesken tutmaları, MYK toplantılarına katılmaları boşa değil. Millet can derdinde, bu akbabalar rant paylaşımı derdinde, ne demiştik; ‘Balın olsun tek, sinekler Bağdat’tan gelir’ İşleri hesapsız, kitapsız, kuralsız, denetimsiz götürmek için de, şeytanın aklına gelmeyecek işlere imza atıyorlar. ‘Türkiye tek yürek’ diyerek, güya depremzedeler için yardım kampanyası düzenlediler. Bir gecede 6 milyar dolar para topladılar. Bunun 2 milyar 100 milyon doları kamu bankalarından, 1 milyar 400 milyon dolarlık kısmı da kamu kuruluşlarından ya da sarayın beşli çetelerinden ama en büyük bağış, 1 milyar 600 milyon dolarla, Merkez Bankası’ndan ama bunların acele işlerine de hep şeytan karışıyor. Kamu Bankalarının yapabileceği bağış ve yardımlar, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ile sınırlamaya tabi. Kamu bankaları talimatla yüklü bağışlar yapınca, kanunu da çiğnemiş oldular. Kamu bankalarındaki her bir yöneticinin, artık hukuki sorumluluğu var. Bunları kurtarmak için, OHAL kararnamesi çıkardılar ama bunu yaparken de, bu sefer Anayasayı çiğnediler. Anayasanın 104. Maddesine göre, kanunda açıkça düzenlenen bir konuda, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamaz. Dedik ya, çok aceleleri var. Ne yapsalar olmuyor. Yönetemiyorlar. Mızrağı da çuvala sığdıramıyorlar.
"Toplanan her kuruşun takipçisi olacağız"
Toplanan bağış ve yardımlar hazineye aktarılsa, bu paralar Sayıştay denetimine ve bütçe düzenlemelerine tabi olacak. Bunlardan kurtulmak için, şimdi böyle bir tezgâh kurmuşlar. Genel Başkanımız kaç defa sordu. 15 Temmuz için toplanan paralara ne oldu? Yine Beşiktaş’taki terör saldırısından sonra, milletten toplanan yardım paraları ne oldu? Bunlar yerine ulaştı mı? Ne gezer. Hiçbiri ulaşmadı. Açıkça söylüyoruz. Depremzedeler için toplanan her kuruşun takipçisi olacağız. Şunun şurasında iktidardan gitmelerine, bizim iş başına gelmemize, artık sayılı günler, saatler kaldı. Her kim ki bu acılı günlerimizde ekşi yer. Hesabını mahkemeler önünde verir. Bu kadar büyük bir acı varken, bu kibir abidesi ve şürekâsı, milletimize hakaret etti, küfretti, milleti not etti, tehdit etti ama yapmaları gereken tek şeyden, hep imtina ettiler. O da istifa, istifa, istifa… Ülkeye ve millete verecek hiçbir şeyi kalmayan bu hükümetin yarından tezi yok derhal istifa etmesi gerekir.
Öztrak, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını da yanıtladı. Öztrak, seçimlerin ertelenebileceğine yönelik tartışmaların ve eski TBMM Başkanı, AKP kurucularından Bülent Arınç’ın açıklamalarının anımsatılması üzerine, “Seçim tarihini belirlemek YSK’nın görevi değildir. YSK’nın tek bir görevi vardır; Seçimi zamanında güven içinde yapmaktır. Seçimin güvenle yapılabilmesi için gerekli tüm önlemleri almaktır. Bunun için de YSK gereken tüm tedbirleri almalıdır” dedi.
Depremden zarar gören İskenderun’daki 6 mahallenin kentsel dönüşüm kapsamına alınmasına ilişkin projenin iptal edilmesine yönelik tartışmaların anımsatılması üzerine Öztrak, şunları söyledi:
"Bu davanın hiçbir tarafında CHP yok"
Bu davanın hiçbir tarafında CHP yok. Davayı açanlar bölgenin muhtarları ve onların kurduğu sivil toplum örgütleri, bu nasıl bir sol örgüt ki, davayı açtırdığını söyleyen meydan mahallesi muhtarı, mahallesinin riskli alan olmaktan çıkaran Cumhurbaşkanlığı kararnamesi için şunları ifade ediyor, ‘Meydan mahallesi muhtarı ve İskenderun Meydan mahallesi yardımlaşma derneği başkanı olarak AK Parti Hatay milletvekili sayın Abdülkadir Özel Bey ile mahallemizin durumunu izah ederek sıkıntılarını arz ettim. İskenderun Belediye Başkanımız sayın Fatih Tosyalı da İskenderun Belediye Başkanlığı olarak üzerine düşeni yapacağını söyledi. Belediye Başkanımızın ve milletvekilimizin uzun uğraşları sonucunda bugün itibariyle resmî gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Meydan mahallemiz riskli alandan çıkarılmıştır’ Bunu yazanlara soruyorum, müptezellere soruyorum; AKP milletvekili Abdülkadir Özel hangi sol örgütün mensubu? AKP İskenderun Belediye Başkanı Fatih Tosyalı sol örgüt mensubu mu? Yoksa bu kararın altında imzası olan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan mı sol örgüt mensubu? Ne diyeyim? Pelikan yalılarında oturanların gazeteciliği ancak bu kadar olur. Sarayın dehlizlerinde altın trollerin hazırladığı zırvalarla, bu satırları yazan da bunu yorumlayanlar da zerre gazetecilik etiği, ahlakı olmadığı bir kez daha görülmüştür. Bunların ateşi cürümleri kadar yer yakar.
“YSK çalışmalarına bir an önce başlamalıdır"
Seçimlerin ertelenmesi tartışması ile ilgili bir başka soruya Öztrak, “Anayasa, hukuk, kanun bellidir, açıktır. Bunun ötesi abesle iştigaldir. Bu arada tekrarlıyorum. YSK da seçim ile ilgili çalışmalarına bir an önce başlamalıdır. Ülkeyi zamanında seçime hazır hale getirmelidir. Görevi budur” karşılığını verdi.
Öztrak, RTÜK’ün Tele 1 televizyonuna verdiği yayın durdurma cezasının mahkeme kararı iel kesinleşmesi ile ilgili soru üzerine de “Bu depremde hükümetin 20 yıllık dekoru tek bir günde çöktü. 20 yıldır çizmeye çalıştıkları muktedir imajı enkazın altında kaldı. Şimdi yaşananlardaki sorumluluklarını gizlemek istiyorlar. Bunun için de sarayın sopası, RTÜK eliyle özgür basın kuruluşlarına darbe yapmak, gerçeklerin üzerine şal çekmek için kullanılıyor. Baştan itibaren ifade ediyoruz. Biz özgür basının yanındayız. Sadece Tele 1 değil, hiçbir televizyon kanalına verilen cezayı kabul edemeyiz. Zahmet etmesinler, onlar ne kadar çabalasalar da gerçeklerin ortaya çıkmak gibi güzel bir huyu vardır” diye konuştu.
ANKA