İsrail ve Netanyahu ismi, Ortadoğu'nun gündeminden hiç düşmüyor.
Çoğunlukla işgal altında tuttuğu Filistinlilere, Suriye'nin farklı askeri bölgelerine, Lübnan'daki Hizbullah hedeflerine veya İran'daki nükleer tesislerine saldırılarla adı anılıyor.
Son olaylar dizisine bakarak yazımıza başlayalım:
İsrail ordusunun, işgal altındaki Batı Şeria'nın kuzeyindeki Cenin Mülteci Kampı'na 26 Ocak'ta düzenlediği baskında 9 Filistinli öldürüldü.
Baskının ardından bölgede çıkan olaylarda işgal altındaki Doğu Kudüs'ün El Ram beldesinde ise 22 yaşında bir Filistinli yaşamını yitirdi.
İşgal altındaki Doğu Kudüs'te bulunan yasadışı Yahudi yerleşim birimindeki bir Sinagoga 25 Ocak'ta düzenlenen Filistinlilerin silahlı eylemi sonucu 7 kişi öldü, 3 kişi yaralandı. İsrail polisi, olay yerinden araçla kaçan saldırganı takip edip öldürdü.
Doğu Kudüs'ün Eski Şehir bölgesi yakınlarındaki Silvan Mahallesi'nde 28 Ocak'ta düzenlenen silahlı saldırıda 1'i ağır, 2 İsrailli yaralandı.
Olaylar hakkında bir demeç veren Başbakan Benyamin Netanyahu, Filistinlilerin yoğun yaşadıkları Doğu Kudüs'teki saldırıya verecekleri cevabın, "Güçlü, seri ve hatasız olacağını, hızlı bir operasyonla saldırı faillerinin evlerini yıkacaklarını" söyledi.
Bunun üzerine Filistinli eylemcinin 42 akrabası gözaltına alındı. Akrabalar hakkında sürgün kararı çıktı.
Biz burada devam etmekte olan dramatik ve trajik olayları vesile ederek Netanyahu'nun Ekim 2022'de yayımlanan anı kitabının muhtevasını değerlendireceğiz.
İsrail devlet adamı Binyamin Netanyahu siyaseten emekli olmadan anılarını yayımladı.
İngilizce adı "Bibi: My Story" (Benyamin Netanyahu: Benim Hikâyem) olan kitap, The New York Times gazetesi tarafından bestseller (en çok satan) ibaresiyle tanımlandı.
Threshold Editions basımı kitap eş zamanlı olarak New York, Londra, Toronto (Kanada), Sydney (Avustralya) ve New Delhi (Hindistan) şehirlerinde yayınlanıp satılmaya başladı.
Her ne kadar Netanyahu, daha önce defterine kaydettiği anı ve notlar sayesinde kendi kaleminden çıktığını ileri sürse de, bu kitabın çevresindeki birçok danışman ve redaktörün ortak ürünü olduğu ve dünya kamuoyunda pozitif algı yaratmaya yönelik bir propaganda aracı olarak İngilizce yayımlandığı biliniyor.
Esasen batılı ülke insanları Arap-İsrail çatışmasının özünü ve ayrıntılarını pek bilmezler.
Arap medyası da fazlasıyla değişmiştir; eskisi kadar İsrail ile uğraşıp didişmez; kitaptaki yalan yanlış bilgilere ve tahrifatlara gerekli cevabı vermez.
Hatta Körfez'deki Arap basını İsrail devletinin kirli yüzünü cilalayıp aklamaya çalışır.
Görüleceği gibi Netanyahu cephesinde atış serbesttir. Oysa 1970'lerde kurulan Beyrut merkezli Filistin Araştırmalar Merkezi (FAM), İsrail'in kendisini övme ve Filistin meselesini çarpıtma hususundaki yalanlarına hem belgeli yanıtlar verirdi, hem de tahrifatları çürüten gerçekleri Arap-İslam dünyasına ve Batı kamuoyuna ulaştırmasını bilirdi.
Bu yüzden olsa gerek; İsrail ajanları o merkezi sabote ettiler.
Örneğin FAM binasının yanında faili meçhul bir patlama oldu (1971). FAM müdürü bubi tuzaklı bir paket sonucu ağır yaralandı (1972). Bina önünde park edilen bir araba patladı (1974).
İsrail ordusu Beyrut'u işgal ettiğinde ajanlar ve askerler binaya dalarak belge-bilgi adına ne varsa yağmaladılar ve bir kısmını da imha ettiler.
Merkezin temeline koydukları patlayıcı maddelerin infilak etmesi sonucu hem bina yıkıldı hem de çevredeki insanlardan 100 kadarı öldü.
Netanyahu'nun kitaptaki dili ve üslubu hem sade hem de gayet açıktır.
O kadar ki, müsadere edilen bir Filistin evine, kendi ailesinin yerleştiğini rahatlıkla yazabilmektedir.
Ayrıntısı da şöyledir:
Ailem, Arap mimarisi tarzında yapılmış bir eve taşınmıştı. Bu ev, İsrail hükümeti tarafından el konulmuş bir Arap hanesi olup dönemin İsrail Maliye Bakanı Levi Eşkol'a tahsis edilmişti.
Demek ki çalıntı bir evde, daha sonra Netanyahu ailesi oturmuştur.
Hal ve vaziyet böyle olunca, bir Arap insanı, özellikle elinden toprağı alınmış bir Filistinli açısından İsrail'in "kurucu babaları" sayılan devlet ricalinin kaleme aldıkları hatıra kitaplarını okumak hiç de kolay değildir. İçe sindirilemez bu tür hatırat.
Çünkü İsrail'in "vatan, anayurt, ülke" diye tanımladığı topraklar I. Dünya Savaşı'nın bitimine kadar Filistinlinin anayurdu ve vatanıydı.
Baba ocağıydı, ailesinin barındığı özel hanesiydi. Silah zoruyla veya işgal edilerek elinden alınmıştı.
Bu toprakların otokton (asıl yerlisi) halkı olan Filistinliler, başta Arap ülkeleri olmak üzere dünyanın dört bir yanına sürgün edilmişlerdi.
Yahudi halkının Romalılar tarafından dünyanın farklı bölgelerine kovulması, dünyaca meşhur "diaspora" kavramıyla anılır.
Filistinlinin ki de 20'nci yüzyılın diasporası sayılmalıdır. Bölge devletlerinin saldırılarına maruz kalan Kürtlerin gurbet-sürgün hikâyeleri de aynıdır. Savaş mağduru milyonlarca Suriyeli ve Iraklının da.
Bibi'nin yani Binyamin Netanyahu'nun hatıratına dönersek, satır aralarında kimi algı operasyonlarını görebiliyoruz:
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile normalleşme sürecinde Dubai'deki bir cafe'nin tabelasına "Bibi" (Netanyahu'nun sevecenlikle telaffuz edilen kısaltılmış ön adı) kelimesi yazılmasına izin veriliyor.
Netanyahu da bu münasebetle Yonathan (1976'da Filistin Fedailerinin kaçırdıkları Fransız uçağını Uganda'nın Entebbe Havaalanı'na indirmesi üzerine düzenlenen İsrail operasyonu sırasında öldürülen Yoni lakaplı) kardeşinin İsrail ordusundaki kahramanlıklarından bahsediyor.
Netanyahu'nun, "kahramanlık" diye tanımladığı bu tür operasyonların öteki yüzünde ise kan ve ateş bulunuyor.
Örneğin; benzer bir operasyonun gerçekleştiği 1966'da, Ürdün'e bağlı bir köyde 100 kadar sivil insan katledilmiş, 100'e yakın ev dinamitle patlatılmıştı. Keza İsrailli ajanların Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta gerçekleştirdikleri (bilhassa 1970'li yıllarda) operasyonların çoğunun kurbanı da masum sivil insanlardı.
Oysa Bibi, sayfalar arasında İsrail'i, "Kendi halinde, miskin, zayıf, mazlum ve mağdur İsrail" olarak sunuyor.
Ona göre; kendi halindeki bu devlet, durup dururken savaş sever Arapların hedefinde!
Gerçek elbette farklı; çünkü bu devlet Filistin toprağını işgal edip halkını zorla sürgüne gönderdi.
Gelgelelim İsrail'i kurup kendi jeopolitik amaçları için onu bölgenin jandarması yapan Batılı (ABD-İngiltere ve AB) ülkelerin yetkilileriyle kamuoyu, "mazlum ve mağdur İsrail" algısına inanıyor. Daha doğrusu farklı yöntemlerle buna inandırıldı.
İşin garip tarafı şu: Filistin davasını sözde veya özde sahiplenen Arap devletleri bu yalan propagandaya öylesine inandılar ki, fazlaca hesap ve hazırlık yapmadan 1948'de kesin galibiyet şiarıyla İsrail'e saldırmış ama mağlup oldular.
Neticede İsrail propaganda aygıtları, bu hesapsızlığı iyi kullanarak "Yedi Arap Ordusu'nu yenmek ilahi bir mucizeydi, onu başardık!" diyebildiler.
Hâlbuki yıllar sonra ortaya çıktı ki; İsrail'in 1948'deki askeri-subay sayısı, yedi Arap ordusunun sayısından daha fazlaydı.
Üstelik de Lübnan ordusu çok kısa bir süreliğine İsrail sınırını geçmiş ama Lübnan Başkanı Fuad Şihab'ın İsrail ile gizli anlaşması sonucu birliklerini hemen geri çekmişti.
Arap devletleri, 1967'de de benzer zokayı yuttular; "İsrail'in güçsüz ve çaresiz ordusunu en kısa zamanda mahvedecekleri" yanılgısına kapıldılar.
Filistin'i çevreleyen ülkeler arasında batılı devletlerle açıkça ve İsrail ile gizlice irtibat halinde bulunanların olması, Arap savaş planlarının düşman tarafına önceden haber verilmesi neticesinde Haziran 1967'deki büyük Arap bozgunu yaşanmış oldu.
1948'de yaklaşık üçte biri işgal edilmiş olan Filistin'in bu sefer tamamı İsrail askeri-siyasi denetimine alındı.
Netanyahu hatıratında, "Kendisinin de katıldığı bazı İsrail askeri-istihbarat operasyonları sırasında mümkün olduğunca sivillere zarar vermekten kaçınıldığını" iddia ediyor ki gerçek değil bu.
1968 yılında Beyrut Havaalanı'ndaki bir Lübnan uçağının havaya uçurulması olayı bile hâlâ karanlıkta.
Keza 1982 Beyrut Kuşatması sırasında İsrail uçakları açık sivil yerleşim yerlerine tonlarca bomba yağdırmış olmasına rağmen dönemin İsrail Radyosu, "Bu bombaların sivillerin bölgeyi boşaltması için bir ön uyarı olduğu" yalanını yayıyordu.
Oysaki bitişik binalarıyla göze çarpan Mezraa semti taş taş üstüne kalmayacak ölçüde bombalanmış; dönemin Lübnan Ordusu Komutanı Ğanim İskender, havaalanı ve çevresinin havadan bombaların hedefi olacağını bilmesine rağmen istifini bozup tedbir almayınca yüzlerce sivil hedef savaş uçaklarıyla imha edilmiş ve pek çok sivil hayatını kaybetmişti.
Bibi'nin kamuoyu nezdinde yaratmak istediği izlenim şöyle özetlenebilir:
Sivil hedefleri vurmaktan özellikle kaçınan ve disiplinli olan İsrail ordusu, karmaşa ve serkeşliğin egemen olduğu Filistin örgütleriyle asla kıyaslanamaz!
Arada niteliksel farklar var.
Netanyahu'nun iddiası şu: Terörist yöntemlere asla başvurmayan Siyonist öğretinin, vicdan muhasebesine gereksinimi yok!
Hâlbuki bu öğretinin ırkçı, faşist, fanatik ve kan dökücü karakterinin yüzlerce örneğinden bahsedilebilir.
Söz gelimi Filistin Araştırmalar Merkezi'ne bağlı Arap Kadın Enformasyon Komitesi'nin 1972 yılında yayımladığı "Teröristler Kimlerdir" isimli kitapta, Siyonist çetelerin 1930'lu ve 1940'lı yıllarda Filistin yerleşim yerlerine yönelik terörist eylemlerine ilişkin bol sayıda örnek bulunuyor.
Bir yandan, "Babasının bilgi birikimine ve bilgeliğine hayranlığını" ifade eden Netanyahu, diğer yandan onun "İsrail radikal Siyonist hareketin önemli ismi ve fikir dünyasının bayrağı" olduğu iddiasında.
Doğrudur, baba (Ben Siyon) Netanyahu, köktendinci ve ırkçı Siyonist fikriyatın gayretli öncülerinden biri sayılabilir.
Zira esinlendiği düşünür, İsrail Devleti'nin kurulmasında önemli bir rol oynayan militan Siyonist Revizyonist hareketin kurucu önderi Ze'ev (Ziev) Jabotinsky'dir.
Baba Ben Siyon, sosyopolitik düzlemde hiç kimseye kolay nasip olmayan olağanüstü bir imtiyaza sahipti:
Yahudi Lobisi sayesinde istediği ABD başkanıyla veya üst düzey yetkilisiyle görüşüp ihtiyaç duyduğu destek ve yardımı alabiliyordu.
Ayrıca, Ben Siyon Netanyahu, ABD'de ultra Siyonistler ve Yahudi Lobisi ile tanışması sayesinde son derece taraflı ve nesnel olmaktan uzak Encyclopedia Judaica isimli bir çalışma yapmıştır.
Yahudiler ve Yahudilik hakkında bilgiler vermesi beklenen bu ansiklopedinin İngilizce adı Jewish Encyclopedia'dır.
Ne var ki bahsi geçen çalışmasındaki tezlerin pek çoğu Amerikan akademik kurumlarında ve merkezlerinde kabul görmemişti.
En son, The New Yok Times gazetesinden Martin Douglas, 30 Nisan 2012 tarihli makalesinde Ben Siyon'un tezlerini eleştirmekteydi.
Bu tür tenkitlere rağmen Bibi, Amerikan akademik kurumlarının eleştiri ve reddiyelerini göz ardı ederek ve Yahudi Lobisi'nin siyaset-kültür merkezleri üzerindeki etkilerini de kullanarak Yahudi fikriyatı ile Batı düşünce dünyasının (özellikle Amerikan zihniyetinin) hemen hemen aynı düzeyde olduğunu ileri sürüyor.
Kısacası babası vesilesiyle ortaya attığı iddialarla gerçekleştirmek istediği bu algı operasyonunu ABD ve Batı kamuoyunda makbul ve baskın hale getirmeye yönelik bir çaba içinde.
Algı operasyonunun tamamlayıcı noktası ise bu kanaati yaygınlaştırmaktan geçiyor.
Netanyahu'nun üzerinde durduğu esas nokta şud:
Başkanları dâhil bütün Amerikalılar bilir ki, İsrail'in hassas noktalarına basıldığında bu devlet kendisini savunmak üzere gerekli yöntemlere başvuracaktır. Bundan da öte, tehlike henüz fiiliyata geçmeden tehdit kaynağını önceden defetme becerisine sahiptir. E, bu durumda kazançlı çıkanlara sempati ve sevgi beslenir!
Bilinçaltına yönelik (subliminal) mesaja dayalı maddi, siyasi ve manevi destek, aynı zamanda ABD-İsrail stratejik ortaklığının esasıdır ki, Netanyahu da kitabında bu noktayı güçlendirip Amerikan kamuoyunu tahkim etmeye çabalıyor.
Bu mesajın ötesinde, bir anlamda dağın görünmeyen yakasında ise şöyle bir beklenti ve taktik yatıyor:
Amerikan kültürü ve yaşam tarzını iyi bilen Netanyahu, ülkedeki Yahudi Lobisi'nin de marifetiyle kısa ve kolay yoldan nasıl yükseleceğinin altın anahtarını da elinde tutmak istiyor.
Nitekim bu fanatik kurt politikacı, son seçimde ilk defa Amerikalı uzman/danışman ekibini yanına alarak medyayı etkilemek ve yönlendirmek suretiyle kazanmasını bildi.
Zira her eve girebilen medya, aynı zamanda mahalle ve sokakların nabzını da yakalayıp kime oy verileceğini adeta tayin ediyor.
İsrail'de uzun süre başbakanlık yapan ve iktidar uğruna kendi ırkçılığını takviye edebilecek kadar fanatik, Yahudi şeriatçısı ve ırkçı partilerle ülkenin en sağcı-dinci koalisyon hükümetini kuran Netanyahu'ya bakılırsa, "Filistin halkı cahildir. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ancak kimliğinin farkına varabilmiş ve ulusal bilinç fikrine ulaşmıştır."
Dikkat edilirse, "Filistin ıssız ve çorak bir çöldü, halkı da cahildi, birçoğu para karşılığı arazi ve evlerini bizlere sattı, biz oraya medeniyet götürüp tarım ve sanayi ülkesi haline getirdik. Esasen Kureyş kabilesi Arap değildir; asil Yahudi kabilesidir. Sömürgecilerin paralarıyla gelip kadim İsrail topraklarına yerleşenler sonradan Araplaştırılmış Araplardır. Dolayısıyla bu toprakları gasp edenler Yahudi halkı değildir. Gerçekte Yahudi yurdu, Araplar tarafından işgal edilmiştir…" yolundaki İsrail propagandası, benzer cümlelerle Netanyahu'nun kitabında da tekrarlanıyor.
Bunlar, bozuk ve sahte bir söylemlerdir. İddiaların tersine, ABD yurttaşı ve Columbia Üniversitesinde Ortadoğu tarihçisi olan Reşid İsmail Halidi, "Filistin-Arap kimliğinin, 1880'lerin son çeyreğinde ortaya çıkan Siyonist kimlikten çok öncesinde billurlaşıp benimsendiğini" saptadı.
Ülkesinin yanında yer almasına rağmen İsrailli tarihçi Yehoşuva Borat da, "Filistin Ulusal Hareketi" isimli kitabında benzer tespitlerde bulundu.
İsrailli üst düzey siyasetçilerin ABD'nin iç işlerine karıştıkları kamuoyunca da bilinir.
Netanyahu, kitabında, "Amerikan seçimlerinde muhafazakâr Cumhuriyetçilerin lehine çalışmakla" suçlandığını yazıyor.
Yaptığının meşru olduğunu ispatlamak için de eski Başbakan İzak Rabin'in Washington'da büyükelçilik yaptığı tarihte Demokrat Parti adayı aleyhine Cumhuriyetçi Richard Nikson için çalıştığını delil olarak gösteriyor.
Amerikan toplumunun ruhunu ve yönelimlerini iyi kavradığı görülen Netanyahu'nun, kamu diplomasisine ağırlık verip arzu ettiği algıyı yaratmada da hayli usta olduğu görülüyor.
Amerikan TV kanallarındaki her konuşmasında, "Arap halkları bana düşman değildir; kanıtı ise terör hakkında yazdığım kitabımın en çok satılanlar listesinde olmasıdır..." diyebiliyor.
Kendisinin yanıltıcı tespitini tersinden okursak, gerçek durum şu:
İlgili Arap okuyucu, aslında hasmı/düşmanı sayılan Netanyahu'yu tanıyıp ona göre karşı tedbir ve politika üretmek üzere kitabı satın alıyor.
Evet, Körfez'deki kimi yöneticiler Netanyahu hayranıdırlar. Ancak Beyrut'ta sergilenen son uluslararası (bilhassa Arap dünyası) kitap fuarında bile Bibi'nin kitabı en çok satanlar listesinde bulunmuyordu.
Netanyahu'nun "Bibi: My History" isimli kitabında ortaya çıkan gerçeklerden biri de İsrail'in 1948 yılından buyana devam eden Lübnan'daki dinsel-mezhepsel bölünmeler nedeniyle oradaki zıt kutuplardan bir kesimle gizli-açık görüşme yapıp çelişkileri çatışmaya dönüştürme çabasıdır.
Dönemin parti veya cemaat (Hıristiyanlar, Sünniler, Şiiler, Dürzîler gibi) önderlerini para ve politik yardımlar yoluyla ayartarak işbirlikçisi konumuna getirmesidir.
Netanyahu'nun bizzat kendisi de gerek askeri tim elemanı gerekse politik parti başkanı olması sıfatıyla Lübnan topraklarına (özellikle Yaz 1982'deki askeri işgal ve kuşatma döneminde) inip devleti/ordusu adına görüşmeler, pazarlıklar yapmıştır.
Kitabında açıkça yazılı:
İsrail, karşıt kutuptaki Lübnanlı ileri gelenlerle ittifaklarında şanslıdır. Ben de Beyrut'u kuşatan dağların arka mıntıkalarını arabayla dolaşıp İsrail müttefiki Hıristiyanlarla görüşmüştüm.
Netanyahu'nun o zamanki şikâyetine de bakalım:
Ne yazık ki Amerikan ve Avrupa medyası, Lübnan'a askeri müdahalemizi şiddetle eleştirmişti.
Netanyahu kitabında, ABD'de yaptıklarını da ifşa ediyor:
Washington Büyükelçiliğimiz bünyesinde çalışırken ülkemizin bakış açısını yansıtıp destekleyen makaleler hazırlayıp ABD basınında yayınlanmasını sağlıyorduk. Aynı noktada kimi yazar ve aydınları da organize edip belgeler sunarak lehimize yazmalarını temin edebiliyorduk. İlettiğimiz belgelerin güvenilir olduğuna inandırabilmek için de büyükelçiliğimizin (gayet gizlidir-Top Secret) damgalı mührünü basıyorduk. Ancak bazı büyükelçiliklerimiz, bu damgaları siliyorlardı.
Ayrıca, Amerika'da pek etkili olan Nightline isimli tv programına, oradaki yönetimi ve sunucuları iyi tanıyan biri aracılığıyla katıldım. Program sonrasında stüdyo çalışanlarının çoğu gelip hayranlıklarını ifade ettiler, kimileri de iki parmağıyla zafer işareti yaparak benimle fotoğraf çektirdiler. Batı kamuoyunun sempati ve desteğini böyle kazanmış olduk.
Aslında o programlar, Netanyahu'nun abarttığı ölçüde başarılı geçmemişti.
Mandela'nın da katıldığı bir programda Güney Afrikalı siyahî lider, Netanyahu'nun iddialarını adeta ağzına tıkayınca narsist (kendine meftun) Bibi, şu ithamdan başka bir şey diyememişti:
Söyleyin bakalım Bay Mandela, sizin Yaser Arafat ve Muammer Kaddafi ile alakanızın boyutu nedir?
Narsistliğini kamuoyunu yanıltmak amacıyla kullanabilen Netanyahu'nun kitaptaki bir başka iddiasına da bakalım:
ABD Dışişleri Bakanı, bir İsrail büyükelçiliği binasında Netanyahu'ya yazdığı mektubunda şundan söz etmiş:
Washington'dan Bali Adalarına giden uçağa bindim. Baktım ki Başkan Ronald Reagan, bu uzun yolculuk sırasında uçakta terör hakkında yazdığın kitabı okuyor. Yanımdaki koltuğa gelip oturdu; kitabından bazı paragrafları seslice okudu. Sonra bana verdi, 'mutlaka oku ama bana iade et' dedi.
Bu satırlar sıradan bir övgüden öte anlamlar taşıyor. Netanyahu, kitabındaki kanıtlı ve kanıtsız bu tür iddialarıyla Amerikan kamuoyuna, "Arapların terör faaliyeti içinde oldukları yolundaki mesajını" ulaştırmış görünüyor.
Arap dünyası ise, böyle bir çaba içinde değil ve peşin peşin beceriksizliğini kabulleniyor.
Devam edecek...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish