Tüketim kültürünün gölgesinde gıda ve ekolojk kriz

Osman Keçeli "Bağımsız Yeşil"de bu hafta sürdürülebilir beslenmeden, gıda israfından, yavaş gıda hareketinden ve tüketim kültürünün çevre etkisinden bahsetti

Fotoğraf: Nick Fewings/Unsplash

Gıdanın fiyatını ve değerini karşılaştırmak ruhumuzu mahvetti. Eğer yiyecek bir malsa onu israf etmenin önemsiz olduğu düşünülüyor. Bir tüketim toplumunda her şey atılır ve her şeyin yerine geçecek bir şey vardır, hatta her şeyin yerine bir şey geçmelidir.

Carlo Petrini, Terra Madre
(çev. Güliz Akyüz)

 


Sürdürülebilir beslenme ve yavaş gıda hareketi

Beslenme alışkanlıkları yalnızca insan sağlığını değil, gezegen sağlığını da etkiliyor.

Ev mutfağında pişen mütevazı bir menü gözünüze masum görünebilir. Fakat gıdanın üretim süreçleri geçtiğimiz on yıllarda başkalaştı.

Artık bir domates veya muzun bile doğal ortamda yetişmediğini biliyoruz. Toprağa atılan zehirli ilaçlar ya da gıdayı olgunlaştırmaya yarayan hormonlu gazlar toprağa onarılamaz hasarlar veriyor.

Aynı şekilde, dolapta çürümeye bırakılan besinler göze ufak gelebilir. Sonuçta bir tabak yemek değil mi? Fakat her sene milyonlarca tabak çöpe gidiyor.

Bu tabaklar bir zincirin halkaları gibi birbirini etkiler ve günün sonunda kolektif gıda israfına katkıda bulunur.

Eğer menüde hayvansal gıdalar varsa, o zaman tüketilen gıdaların çevre etkisi daha da artar.

Tabaktaki hayvanların hayatları boyunca yedikleri bitkiler ve içtikleri sular da tabaktaki hayvanla birlikte tüketicinin midesine iner.


Gıda ve karbon ayak izi

Gıda tüketimi, ortalama bir ailenin karbon ayak izinin yüzde 10 ila yüzde 30'unu oluşturur. Gıda üretimiyse dünyadaki sera gazı emisyonlarının dörtte birini oluşturur. Bu oranlar küçümsenemez.

Et, süt ve peynir gibi hayvansal gıdaların karbon izi yüksektir. Bir hayvanı beslemek, hayvanı öldürdükten sonra etini işlemek ve saklamak enerji maliyeti gerektirir.

Bununla birlikte hayvanların beslenmesi için ayrılan tarım arazisi için ormanlık alanlar kullanılır. Topraktaki bitkinin hayvan aracılığıyla tekrar gıdaya dönüşmesi fazladan zahmet gerektirir.

Gıdanın karbon izi ölçülürken dikkat edilmesi gereken bir diğer durum da gıdaları mevsiminde tüketmek olmalı.

Böylece gıdalar doğal biçimde olgunlaşmış olurlar. Mevsim dışı yiyecekler büyütülürken herbisit ve pestisit gibi zehirli tarım ilaçları kullanılır.  

Gıdanın nerede tüketildiği de karbon izini etkiler. Bu sebeple kahve, kakao ve palm gibi ülkemizde yetişmeyen ürünlerin karbon maliyeti oldukça yüksektir.

Lojistik süreçlerde fazlaca karbon salımı gerçekleşir. Ek olarak küresel ticaret değeri yüksek olan bu ürünlerin yetişmesi için hektarlarca orman arazisi yok edilir. 
 

2.jpg
Fotoğraf: Joshua Hoehne/Unsplash

 

Gıda israfı ve atık kültürü

Özellikle son on yıllarda kentleşmenin de etkisiyle ambalajlı gıdalar daha çok tüketilir oldu. 

Hızlı şehir yaşamı, süpermarketlerdeki hazır gıdaların tercih edilmesini teşvik ediyor. Ambalajlanma ve paketlenme sırasında fazlaca atık birikiyor. 

Türkiye'de yılda yaklaşık 7 milyon ton gıda israfı var. Bununla birlikte Türkiye'de sayısız yoksul yurttaş ve mülteci de yaşıyor. İsraf kültürü sebebiyle insanlar güvenli gıdaya erişme konusunda güçlük çekiyorlar. 

Mutfakta basit birkaç alışkanlık sayesinde gıda israfını en aza indirmek mümkün. İhtiyaç kadar alışveriş yapmak ve kompost yapıp gıdayı geri dönüştürmek bunlardan bazıları.


Ne yemeli?

Boğazınızdan geçen arka bahçenizde yetişmiyorsa her hâlükârda bunun doğaya maliyeti olacak. 

Bu durumda ne yapmalı?

Her lokmanın karbon ayak izini hesaplayıp buna göre diyet belirlemek pek de makul bir seçenek değil.

Söz gelimi pirincin yetişmesi için çok su gerekiyor diye kimseden pirinç tüketmeyi bırakmasını bekleyemeyiz. 

Bunu pirinç üretiminin doğaya maliyetini hafife aldığım için söylemiyorum. Çevre dostu olmayan aktiveteler listesi hazırlasak, pirinç endüstrisi ilk sıralarda yer almazdı.

Hayvancılık ve fosil yakıt kullanımı gibi çözülmesi gereken dev problemler varken, pirinç yerine bulgur tercih etmek işleri yoluna koymayacak.

Bahsetmekte fayda var, küçük sürdürülebilirlik hesapları yapmamak demek tüketilen gıdanın nerede ve nasıl yetiştiğiyle hiç ilgilenmemek anlamına gelmemeli.

Daha önce söylediğim gibi bizim ufak alışkanlıklarımız büyük zincirin halkalarını oluşturuyor.

Kahve ve kakao gibi ekolojik maliyeti yüksek gıdaları azaltmayı denemek de bir tercih olabilir.

Hiç yoksa, fair trade (sürdürülebilirliği teşvik eden ve üreticilerle dayanışma içinde olan bir sosyal pazar hareketi) markalar tercih edilebilir.

Ne yazık ki hayvansal gıdalar için aynısını söyleyemeyeceğim.

İnek, tavuk ve balık eti arasında "çevre dostu" tercih yapmak mümkün değil.

"Çevre" dediğimiz yalnızca ağaçlardan ve ormanlardan oluşmuyor.

Bir hayvan gıda olarak sofraya gelme sürecindeki atmosfere bırakılan karbondan daha çok, ekolojinin bir parçası ve öznelerinden birisi olan hayvanın yok edilmesi sorun.

O hâlde soruya tekrar dönelim, o hâlde ne yapmalı?
 

3.jpg
Fotoğraf: Laura Reed/Unsplash

 

Carlo Petrini ve "Slow Food"

Sürdürülebilir, adil ve etik gıdanın nasıl üretileceği hakkında fikir yürüten birçok insan var. En önemlilerinden birisi de İtalyalı yazar ve düşünür Petrini.

Carlo Petrini slow food (yavaş gıda) hareketini, fast food kültürüne ve hız hastalığına tutulmuş dünyaya karşı bir tepki olarak başlattı. 

Yavaş gıda; hıza karşı yavaşlığı, küresel olana karşı yereli, ilaçlara karşı organik tarımı ve endüstriye karşı ufak orta ölçekli çiftçiliği savunan bir sosyal hareket.

Bu, yalnızca gıda pazarıyla ilgili değil. Dünyayı okuma anlayışı olan yavaşlığın bir parçası sadece. Hız kazanan bütün eylemliliğe karşı bir yavaşlık övgüsü.

Petrini'nin insan hakkındaki görüşleri, belki benim de bu yazı boyunca tartışmak istediğim "Nasıl olmalı?" sorusunu yanıtlandırmak için ip uçları barındırıyor.

Petrini, Stefano Mancuso'yla olan söyleşilerinin birisinde şöyle diyor:

...doğanın insanlığa sağladığı tek ayrıcalık bu, kendi ritmimizi yönetme becerisi...


Gerçekten de insan, diğer canlılardan farklı olarak kendi ritmini yakalama becerisine sahip. 

Eğer içinde bulunduğumuz ekolojik krizden sıyrılacaksak yavaşlamalıyız.

Tüketim kültürünün bütün çılgınlığından kurtulup bir an için nefes almadığımız sürece, ekonomik, ekolojik ve toplumsal kriz peşi sıra gelecek.  

Bununla birlikte salyangoz yavaşlığında olmak zorunda da değiliz.

Petrini'nin söylediği gibi, yalnızca bizim ve gezegenin sağlığına en uygun yaşama ritmini yakalamaya ihtiyacımız var.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU