2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı Ortadoğu’nun bütün sistemini alt üst etti.
Cezayir’den Yemen’e kadar bütün bir coğrafyaya özgürlük ve refah vaat eden değişim baharı kara kışa dönüştü.
Her şey daha iyi ve daha güzel olacak denilirken maalesef halklar eskiyi arar bir duruma düştü.
Refah yerine sefalet ve perişanlık, özgürlük yerine eskiden bin beter diktatörlükler ve iç savaş geldi.
Suriye de perişan olan bu ülkelerden biri ve başta 4 Milyona yakın mülteci ile Türkiye’yi ilgilendiren ülkelerin başında.
Buralara nasıl gelindiğine gelince;
Türkiye-Suriye ilişkileri 2010’dan önce oldukça olumlu bir düzlemde ilerliyordu.
911 km’lik Suriye sınırındaki mayınları temizlemek için ihale aşamasına gelinmiş, vizeler kaldırılmış, Nusaybin-Kamışlı arasında Türkiye ve Suriyeli gümrük görevlilerinin ortak ve tek işlemiyle geçişler için yapılan yeni sınır kapısı bitmiş, açılışa neredeyse ‘saatler’ kalmıştı.
Beşşar Esed’in eşi Esma Esed ile bizim cumhurbaşkanı ve başbakanın eşleri dostluklarını birlikte bazlama açacak noktaya kadar ilerletmiş, yeni yapılan Halep Stadyumu’nun açılışında Halep spor (El İttihad) ile Fenerbahçe maçında yer yerinden oynamıştı.
ABD ve Avrupa’nın zorlamasıyla bozulan ilişkiler bir müddet sonra Beşşer Esed’in gittikçe sertleşmesi ve İslami örgütlerin yanlış politikaları nedeniyle alt üst oldu.
Bu dönemde olan bitenleri doğru okuyamayan, maalesef Ortadoğu’yu hiç tanımadıkları ortaya çıkan siyasilerimizin ne kadar yanlış bir siyaset izledikleri, hatta daha da ötesi siyaset bilmedikleri bugün aklı başında hemen herkesin ortak görüşü.
Yaşananları uzun uzadıya anlatmak ayrı bir yazı konusu. Suriyelilerin yaşadıkları trajedi daha yüzlerce yıl hafızalarda kalacak. Yaşanılan acıları hafifletmenin tek yolu ancak kalanlara daha güzel bir Suriye inşa etmekle olabilir ki, o da çok kolay ve yakın gözükmüyor.
Yeni Suriye için o kadar çok ülke, grup ve örgüt devrede ki saymakla bitmiyor.
Sadece müdahil devletler listesi bile oldukça ürkütücü.
ABD, Rusya, Türkiye, İran, İsrail, Almanya, Fransa, Suudi Arabistan, BAE, İngiltere…
Herkes kendi hesabının peşinde. Suriye halkının Arapların, Kürtlerin, Hıristiyanların, Sünni ve Şiilerin… ne istedikleri, korku ve endişeleri çoğunu ilgilendirmiyor bile.
İktidarın bir oyun planı yok, ancak halen oyun bozabilme gücüne sahip
Türkiye ise ne yapılmasından çok nelere karşı çıkılması noktasına odaklanmış durumda.
Dünyada ülkeler birkaç başlık altında değerlendiriliyor:
- Afrika, doğu Avrupa, İzlanda, Yeni Zelanda ve Orta Asya ülkeleri gibi ne oyun kurabilen ne de oyun bozabilen ülkeler.
- ABD, Rusya, İngiltere gibi oyun bozma ve oyun kurma güç ve yetenekleri olan ülkeler
- Oyun kuramayan ama çıkarına karşı oyunları bozabilen ülkeler.
Arap Baharı döneminde AK Parti yöneticileri başta dışişleri bakanı, başbakan ve cumhurbaşkanı olmak üzere defalarca "Bundan sonra bölgemizde en büyük belirleyici ve oyun kurucu biziz, Türkiye’den habersiz yaprak bile kıpırdayamaz" dediler.
Maalesef Türkiye oyun kurmak bir yana, hiçbir stratejik oyun ortaya koyamadı.
Daha açık bir ifadeyle iktidarın bir oyun planı olmadığı anlaşıldı.
Ancak oyun planı olmayan, oyun kuramayan Türkiye halen oyun bozabilme yeteneği ve gücüne sahip.
Cerablus, Bab ve Afrin’e girmesi, İdlib’de çok sayıda gözetim noktası kurması oyun bozabilme gücünü gösteren hamleler oldu.
Yeni Suriye, Suriye rejiminin varlığı ve muhalif halkın geleceği
Yeni Suriye’nin nasıl olacağı ile ilgili halen taraflar arasında netleşmiş bir uzlaşma yok.
Türkiye’nin ise önünde bazı handikaplar var.
Bu handikapların başında yıllardır kanlı bıçaklı olduğu Esed ve Baas Partisi ile nasıl bir manevra ile ilişki kuracağı geliyor.
Çünkü öyle anlaşılıyor ki Esed geri çekilse bile Suriye rejimi ve rejimin temsilcisi Baas Partisi Suriye’de var olmaya devam edecek.
İkinci bir sorun savaş öncesi 22 milyonluk Suriye’nin yurt dışına göç etmek zorunda kalan yaklaşık 7 milyon vatandaşı ile İdlib’e sıkışmış durumdaki İslamcı savaşçıların ve onları destekleyen sayıları 3 milyonu bulan rejime muhalif halkın geleceği.
Yeni Suriye’de yönetimin nasıl ve kimlerden oluşacağı, demokratik bir seçimin yapılıp yapılamayacağı, yapılabilse bile toplumsal barışın nasıl sağlanacağı da merak konusu.
Suriye Kürtlerinin eski durumu kabul etmeleri mümkün değil
En girift meselelerden biri de Suriye’deki Kürtlerin geleceği.
Yakın bir zamana kadar önemli bir kesiminin vatandaşlık hakları bile olmayan Suriye Kürtlerinin eski durumu kabul etmeleri mümkün değil.
Mutlaka yeni bir durum ortaya çıkacak.
Demokratik bir Suriye’de eşit vatandaşlık, eyalet, özerklik ve federasyon tartışılan statüler.
Türkiye Kürtlerin herhangi bir statü elde etmesine karşı duruyor ancak bundan sonra ne olması gerektiğini de söylemiyor.
Suriye’de kabul edilecek bir statünün Türkiye Kürtlerini de etkilemesinden çekiniliyor.
Temel çelişki ve çözümsüzlük de burada yatıyor ve Türkiye ile çatışan PKK’nin varlığı bu karşı duruşa gerekçe gösteriliyor.
Zaman hep birlikte zarar etme değil, hep birlikte kazanma zamanı
"Türkiye PKK’ye mi karşı, yoksa Suriye Kürtlerinin hak ve özgürlüklerine mi karşı?" sorusunun cevaplandırılması gerekiyor.
Türkiye bu konuda netleşmedikçe Suriye meselesinde bir sonuca da varamıyor, günü kurtarmaya çalışıyor.
Türkiye kendi Kürtleri için de, Suriye ve Irak Kürtleri içinde artık doğru ve rasyonel bir karara varmak zorunda.
Günü kurtarmaya yönelik geçici politikalar mevcut patinajı devam ettirmekten başka bir işe yaramayacak.
“Gerekirse benim evim yıkılsın, yeter ki Kürtlerin bir çadırı olmasın” tavrının hiç kimseye bir faydası yok.
Zaman hep birlikte zarar etme değil, hep birlikte kazanma zamanı.
Silahlar susmalı diyen Kürtler, Kürt siyasetinin trolleri tarafından linçe uğratılıyor
Çoğu zaman uzun bir hikâye anlatılırken dinleyicilerden biri sıkılarak, “Sonuca gel, sonuca” der.
Sonuç olarak Suriye’deki Kürtlerin yeni Suriye’de mutlaka bir statüleri olacak. Bu statünün Türkiye’ye düşman ve tehdit unsuru olmaması, aksine Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) gibi dost ve kardeş bir yapıda olması gerekiyor.
Türkiye değil buna karşı çıkmak, aksine savunucusu, destekleyicisi ve garantörü olmalı.
Bunun da ilk adımı da PKK’nin tıpkı 2013 Newroz’unda okunan Abdullah Öcalan’ın mektubunda belirtildiği gibi taktik olarak değil, stratejik olarak Türkiye’de silahları bırakması.
Aslında bunu yüksek sesle ve tekrar tekrar en fazla söylemesi gereken siyaseten boğulmuş ve tıkanmış durumdaki HDP olmalı.
Ancak Selahattin Demirtaş döneminde olduğu gibi, şimdi de HDP’li siyasetçiler bu cesareti gösteremiyor.
Kamuoyu önünde açık ve net bir şekilde PKK’ye bu çağrıda bulunamıyorlar.
Savaşın olduğu her yerde olduğu gibi politikacılar anlamsızlaşıyor, etkisizleşiyor ve silikleşiyor.
Türkiye’de silahların susması gerektiğini söyleyen Kürtler, Kürt siyasetinin trolleri tarafından linçe uğratılıyor.
Suriye’de Kürtlerin siyasi yapısı, yeni statü her türlü etnik, dini, mezhebi ve ideolojik temsile uygun ve çoğulcu bir yapıda olmalı.
Günümüz dünyasında başta Kürtler olmak üzere hiç kimsenin tek parti diktatörlüğüne dayalı yeni bir Kuzey Kore veya Arnavutluk’a tahammülü yok.
Önümüzdeki günlerde Abdullah Öcalan’ın bu doğrultuda çağrılarına devam edeceği yönünde güçlü belirtiler var.
İnşallah işler olması gerektiği yönde ilerler ve en kısa zamanda hayırlı bir sonuca ulaşılır.
Boşa harcanacak her güne yazık.
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish