Geçen hafta muhalefet ve ittifakların sorumluluğu üzerinde durmuş, birkaç bölüm böyle devam edelim demiştim.
Devam edeceğiz ama araya konu soğumadan kendi emeklilik maceramı yerleştirmek zorundayım.
Şöyle...
Malumunuz, Tayyip Erdoğan yılbaşı öncesi memur ve emekli maaşlarına yüzde 25 zam müjdesi vermiş, sonra bu 'büyük' müjdeye bir 5 puan daha ekleyip yüzde 30'a çıkarmıştı.
Emekliye zincirleme müjde!
Yüzde 25 artı 5, etti mi yüzde 30!
Mis!..
Evet, bendeniz de emekliyim.
İlginç bir emeklilik maceram var.
Uzun yıllar Doğan Grubu'nda çalıştım, sağ olsun, patronumuz o dönem maaşımızın önemli bir kısmını telif olarak göstermiş, eh, yıllarca maaş düşük görününce emekli maaşı da düşük bağlandı.
Yine de en düşük emekli maaşının iki katından fazlaydı.
Tayyip Erdoğan her maaş zammı öncesi en düşük emekli maaşının artırıldığını müjdeledi ya, o en düşük maaş artarken diğerleri yerinde sayıyordu, benim maaş giderek o en düşük emekli maaşına yaklaştı.
Ve nihayet son müjdeden sonra, cumhuriyetimizin yüzüncü yılında, benim maaş en düşük emekli maaşıyla eşitlendi!
Evet, şimdi 5 bin 500 lira, yani en düşük emekli maaşı alıyorum.
Saray Rejimi eşitlikçi olmadığını söyleyenin alnını karışlarım, hepimizi en dipte eşitliyor işte!
Bu dipte eşitlenme hali tüm çalışanlar açısından geçerli.
Daha evvel de bahsetmiştik, ülkedeki bütün maaşlar asgari ücrete yaklaşıyor.
Geçen temmuz ayı verilerine göre tüm çalışanlar içinde asgari ücretlilerin oranı yüzde 62,5'i asgari ücretliydi.
Yılbaşında açıklanan 8 bin 500 liralık asgari ücret sonrası bu oran yüzde 70'i bulmuş mudur?
Bence bulmuştur.
Geri kalanının önemli bir kısmı da asgari ücrete yakın bir maaş alıyor.
Ocak 2023 itibarıyla Türkiye'de dört kişilik açlık sınırı 9 bin 800 lira. Yoksulluk sınırı ise 27 bin liraya dayandı.
Bu da demek oluyor ki, maaşlı çalışanların yüzde 90'ı aşkın kısmı, yoksulluk sınırının altında, açlık sınırında yaşıyor.
Benim ve milyonlarca emeklinin 5 bin 500 liralık maaşı mı?
Bizimkisi mezarlık sınırı! Karacaahmet'in yanı başına denk düşüyor!
Peki, bu ülkenin zenginliği nereye gidiyor?
Öyle ya, her gün yeni bir müjde, yeni bir ekonomik büyüme, ihracat artışı, yatırım zıplaması, piyasa hoplaması falan ilan eden iktidar, bize tüm bu güzelliklerin halkın ne işine yaradığını izah edemiyor.
Para nereye gidiyor?
Söyleyeyim: Bu ülkede bir tek hırsızlar, arsızlar, uğursuzlar, tefeciler gülüyor.
Bakınız, emeklinin, emekçinin, vergisini verip namusuyla yaşamaya çalışan tüm yurttaşların üstünden, başından, sofrasından, hatta kursağından çalarak zenginleşen bir toplumsal asalak güruhundan söz ediyoruz.
Bir tek bunların keyfi yerinde.
Şimdi...
Buradan Tayyip Bey'e birkaç sözüm olacak...
Bak Tayyip Erdoğan...
Benim 5 bin 500 lira emekli maaşıyla hiçbir şey olmuyor.
Bir kere 5 bin 500 liraya içinde insanca oturacak ev bulunmuyor. Bulsan faturalar açıkta kalıyor...
Sen ise benim paramla kendine saray yaptırdın. Bir saray yetmedi, üzerine yazlık saray yaptırdın, yetmedi kışlık saray da yaptırdın, buralara hizmetkarlar yerleştirdin, hepsinin parasını ben ödüyorum. İstanbul'daki kaç
Osmanlı sarayında sana kaç personel hizmet ediyor, onu hiç bilemiyoruz...
Senin saray sayısı arttıkça, biz sokakta kalıyoruz.
Hadi, evimiz var diyelim... Ampul açmıyoruz, battaniyeyle oturuyoruz, az yıkanıp çok kokuyoruz da diyelim...
5 bin 500 liraya karın doymuyor Tayyip Erdoğan.
Bu memlekette ufacık çocuklara üç kalem pirzolayı karne hediyesi diye alıyor anneleri. Sokaklar dilenci dolu.
Fukaralar çöpte yiyecek arıyor.
Sen ise o fukaraların ve tabii benim paramla sarayda ziyafetler veriyorsun. 35 aşçı, 110 garson!..
Evet, koca koca masalar, fırında kuzu incikler, somonlu suşiler, Antep usulü kuru dolmalar, bademli pilavlar, ejder meyveli tatlılar...
Daha neler neler...
Hepsi benim paramla!..
Eh, bir tarafına Orhan Gencebay'ı, bir tarafına Bülent Ersoy'u alıp, arka masalara bir sürü yandaşı doldurursan, hep beraber durmadan yerseniz, bana tabii ki 5 bin 500 kalıyor...
Tam 5 bin 500 lira...
Geçenlerde çocukları alıp bir maça götüreyim diye düşündüm, hazır Fenerbahçe – Galatasaray derbisi vardı...
Yahu biz maça bile gidemiyoruz!
Stadın en tepelerinde, yamuk yumuk bir bölümde, kale arkasından maç seyredeceğim desen, yani en düşük bilet fiyatını tercih etsen kişi başı 450 lira vermen lazım. Oradan da kalenin tek direği görünüyor, dürbünle.
Şöyle efendi gibi maç seyredeceğin yerler 1000 liradan başlıyor, 7 bin liraya kadar gidiyor...
Hadi, 1000 liralık biletten alalım, ben, iki de çocuk, 3 bin!
Maaşın yarıdan fazlası... 90 dakikada bitip gidiyor...
Yani Tayyip Erdoğan, ben, emekli vatandaş, İstanbul'da çocuklarımla maça bile gidemiyorum...
Sen ise, etrafında kim varsa, dolduruyorsun özel uçaklarına, Katar'a dünya kupası finali seyretmeye gidiyorsun.
Kaç milyon dolar harcıyorsun, işin o kısmını bilmiyorum, bize açıklanmıyor.
Ama parayı ben veriyorum, orasını biliyorum...
Para ya...
Şimdi bizim gelirimiz dibin dibine gidiyor ya, Türk Lirası'nın hali bizden beter.
TL'yi de ciddiye alan kalmadı.
En başta da Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati...
"Türk Lirası değer kazanırsa sanayi yavaşlar, işsizlik olur" diyor.
Tercüme edelim:
Sizi köle gibi, aç aç çalıştıracağız. Dünyanın ucuz emek cenneti olup, ucuz ihraç ürünleri satıp tekerleği döndürmeye uğraşacağız. Paramız pul kıymetinde kalırsa belki bu işi kıvırırız...
Ya, işte böyle...
Sonra onlar "yerli ve milli"... Biz artık ne oluyorsak...
Biz emekli maaşıyla ülkeden burnumuzu çıkaramayız, onlar kendilerine Amerika'da Muhammed Ali'nin çiftliğini, Londra'da malikane, Hollanda'da lüks konut alır, sonra biz vatan haini oluruz, onlar yerli ve milli!..
Hele iktidarın küçük ortağı Devlet Bahçeli!..
Öyle bir milliyetçi ki!..
Kendisi de dahil tüm millete söven iktidar müteahhidi Mehmet Cengiz'e verilen ihaleleri alkışlarken Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman görünmektedir!..
Bekâ!..
Ekönomi!..
Püskevit!..
Yahu, Mehmet Cengizgiller sayesinde bu milletin çocukları artık 'püskevit' arası lokum nedir, onu bile bilmiyor!
Eti karne hediyesi zannediyorlar!
Bu ne güzel milliyetçilikmiş böyle!
Cennet vatanı her türlü cinayet vakasının olağan hale geldiği bir korku tüneline çevirdiler.
Artık Kurtlar Vadisi mi dersiniz, ejderhalar tepesi mi, Jurasic Park mı, orasına siz karar verin.
Eski Ülkü Ocakları başkanının adı, eski Ülkü Ocakları başkanı cinayetinde azmettirici olarak geçiyor, Devlet Bahçeli kendisine konuyla ilgili soru soran gazeteciyi, "İşine bak!" diye azarlıyor.
Haklı aslında.
Zira gazetecinin işi soru sormak değil, evlilik programı yapıp Devlet Bey'in öğlen kuşağı televizyon keyfine hitap etmektir!
Bakın, dikkat edin, bizim Kurtlar Vadisi, Jurasic Park, her neyse işte, artık yerli ve milli sınırları aşıyor, enternasyonal bir muhteva kazanıyor: Yahu, Gürcü mafyasıyla Bulgar mafyası Trabzon'da çatışıyor!
5 bin 500 lira maaşla sinemaya gidecek halimiz yok ya, biz filmi sokakta izliyoruz artık!
Senaryoda sınır yok üstelik...
Eski Başbakan Binali Bey'in Vali karşısında yayılarak tespih çeken hayırsever oğlu, bir çanta sıhhi maske götürmek için ta Latin Amerikalara özel uçakla gidiyor, oradan da karteller ülkemize iadei ziyarete geliyor!
İtibar yükseklerde!
Bunların topu...
Öyle milli, öyle yerli ki, aklınız durur...
Misal, bizim gayet milli, hatta memleketinden dışarı anca askerlik için çıkmış, onun dışında her gün vardiya vardiya çalışmış yerli işçimiz Schneider Enerji fabrikasında köle gibi çalışmaktan bıkıyor, insanca yaşamak, hakkını almak için greve çıkıyor...
Fevkalade yerli ve milli cumhurbaşkanı bu uluslararası sermayenin menfaatini korumak üzere gece yarısı kararnamesi çıkarıp grevi yasaklıyor!
Sebep?
Grev milli güvenliği bozucu nitelikteymiş!
Yani milli işçi, gayri milli para babalarına ezdiriliyor. Sebep yine yerli ve milli oluyor!
Şaka gibi, değil mi?
Biraz daha anlatırsam ellerinizle Tayyip Bey'in ayakkabısını yalayasınız gelir, o yüzden burada kesiyorum.
Hepinize sabır ve akıl sağlığı dolu günler diliyorum...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish