PODCAST | Savaş ve ekoloji

Osman Keçeli "Bağımsız Yeşil"in bu bölümünde savaşın ekolojik tahribatını ele aldı

Fotoğraf: Twitter

Bir savaşın yeryüzünde bıraktığı hasar azımsanamaz. Eskiçağdan bugüne devam eden sayısız savaş neticesinde sadece insanlar değil, hayvanlar ve doğal alanlar da yok edildi.

Yalnızca savaş esnasında değil, savaşın geri planında veya barış zamanlarında da üretilen mühimmat veya test bombaları gibi aktiviteler doğa tahribatına sebep oldu.

Komik olan; bunca savaştan ve ekolojik felaketten sonra bile savaşların, mühimmat üretiminin ve nükleer tesis faaliyetlerinin devam etmesi.

Şüphesiz hayvanlar da ekolojinin bir parçası ve tarih boyunca savaşlardan en çok etkilenen özneler arasındalar.

Fakat ben savaşların hayvanlar üzerindeki etkisini ayrı bir dosyada toparlama niyetinde olduğum için bu yazıda hayvanları ekoloji kapsamına dahil etmeyeceğim.
 


İlkçağ savaşları

Eskiçağ savaşlarının doğaya maliyeti hafife alınır türden değil.

Silah yapımı için çok fazla kaynağa ihtiyaç duyuluyordu. Demir veya bakır eritmek için birçok orman yok edildi.

Çünkü madenler odun kömürüne veya oduna ihtiyaç duyuyordu.

Bu dönemdeki savaşlar çoğunlukla yakın dövüş silahlarına ve hayvanlara bağlı olsa da bir de saha dışında yaşanan savaştan bahsedebilirim.

Savaş yalnızca birbirlerini öldürmek için kılıç sallayan ya da ok fırlatan ordular anlamına gelmiyor.

Savaş bir anlamıyla da, muharebe dışındaki stratejilerin yönetilmesiyle ilgili.

Dolayısıyla bir savaşın sürdürülebilmesi için düşmana faydalı her türlü kaynağın veya kaynağa ulaşma aracının engellenmesi elzem.

Böylece düşman kuvvetleri zayıflatılabilir, açlık veya susuzluğa mahkûm edilebilir.

Napolyon'un söylediği gibi:

Ordular mideleri üzerinde yürür!


Ekonomisi toprağa bağımlı eskiçağ medeniyetlerini güçten düşürmenin bir yolu da tarım alanlarına ya da sulama kanallarına sabotaj düzenlemekti. 

Nitekim İskitler, Yunanlar ve Romalılar gibi birçok eskiçağ halkı da bunu yaptı. Düşmanlarının gıda kaynaklarını yok edecek yangınlar çıkarttılar ve birbirlerinin sularını zehirlediler.
 

2.jpg
Fire in London, Circa (1812) / Görsel: Unsplash

 

Genişleme arzusunun sonuçları

Eskiden insanlar -gezgin değillerse- çoğunlukla doğduğu topraklarda ölüyorlardı.

Üniversite okumak ya da çalışmak için başka şehirlere göçmüyorlardı.

Halkları yurtlarından hareket ettirmek için daha önemli şeyler gerekliydi, salgın hastalıklar ya da savaş gibi...

İnsanları kitlesel olarak eyleme geçiren önemli unsurlardan birisi fetihlerdi.

Komutanların vaadettikleri insanlar için cezbediciydi. Bazen cennet ya da ganimet vaadi, sıradan yurttaşları askere çevirmek için yeterliydi. 

Başka topraklara doğru genişleyen ülkeler, gittikleri bölgelerde kalıcı olmasalar dahi kısa süreli veya kalıcı hasara yol açtılar.

Orduları doyurmak için geniş ormanlar tarım arazisine çevrildi. Karakollar ve garnizonlar için çok sayıda doğal alan insan yerleşkesine dönüştürüldü.

Erken modern dönemde de imparatorlukların genişleme arzuları devam etti.

Ordular mühimmat, teçhizat, donanma ve buna benzer savaş araçları için doğayı tahrip etmeye devam ettiler.

Eskiden yaşanan bu gibi doğal alan tahribatlarının azımsanamayacak ölçeklerde olsa da, günümüz askerî teknolojilerinin yanında devede kulak kalmalarını da ayrıca belirtmek isterim.

Ek olarak, kimyasal silahların olmaması barış dönemlerinde tahrip edilen doğal arazilerin bir süre içerisinde yeniden eski hâline dönmelerine olanak sağlıyordu.
 

3.jpg
Alman işgali sırasında bombalanan Lille, I. Dünya Savaşı / Fotoğraf: Victoria Museum- Unsplash

 

Dünya savaşlarında zehirli gazlar kullanıldı

Birinci Dünya Savaşı'nda kullanılan zehirli gazlar yaklaşık yüz bin insanı öldürdü, on katı kadarını da etkiledi.

Ne yazık ki gazların etkisi bunlarla sınırlı kalmadı.

Klor, fosgen, siyanür ve hardal gibi zehirli gazlar savaş alanlarını kirletti ve atmosfere karıştı.

Bugün hâlâ uluslararası çevre mevzuatı gereğince patlatılmamış kimyasal silahların patlatılmasını veya denize atılmasını yasaklıyor

I. Dünya Savaşı sonunda, katılımcı ülkeler kimyasal silah kullanımını yasaklayan ortak karara imza atmışlardı. 

Yeni teknolojiler, yeni tip uçaklar ve daha fazla mühimmat kullanımı İkinci Dünya Savaşı'nın korkunç ekokırımını meydana getirdi.

Malumunuz, Ağustos 1945'te ABD Ordusu Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerini bombaladı.

Bu nükleer bombalar korkunç derecede enerjiyi açığa çıkardı bombaların etki bölgesindeki bütün flora ve fauna yok edildi. 

Bugün, dünya savaşlarından onlarca yıl sonra bile savaşın ekolojik izlerini görmek mümkün.

II. Dünya Savaşı esnasında deniz biyosistemi de nasibini aldı. Deniz savaşları esnasında kimyasallardan farklı olarak petrol sızdıran gemiler de suları zehirledi. 

II. Dünya Savaşı'ndaki bu tür faaliyetler, kimya çalışmalarını hızlandırdı. Pestisitler tarım için sıklıkla kullanılmaya başlandı. 

Savaşın çevresel etkilerinden bahsederken, mutlaka Vietnam için de bir başlık atmalıyım. 

ABD'nin 63-73 seneleri arasında dahil olduğu Vietnam Savaşı, Vietnam'da hatırı sayılır ölçüde bitki örtüsünü yok ederek tarihe geçmişti.

Savaş öncesinde oldukça zengin Vietnam ormanları yakılarak ve zehirli gazlarla yok edildi. 
 

4.jpg
I. Dünya Savaşı / Fotoğraf: Victoria Museum-Unsplash

 

Barış zamanlarında da savaşın çevre etkisi devam eder

Ülkeler birbirleriyle bilfiil savaşmasalar da, her an düşmanları kendilerine saldıracak gibi hazırlanırlar.

Bu nedenle dünyadaki askerî teçhizat üretimi durmaksızın devam eder.

Özellikle bombalar, yapım ve test aşamasında da çevreye ciddi zarar verecek özellikler barındırır.

Söz gelimi, mühimmat yapımında tükenmiş uranyum kullanmak radyoaktif ve toksik olarak olumsuz sıhhi ve ekolojik tehlikeler meydana getirir. 

Bir de nükleer testler var. Bikini Atölü, Mururoa Atölü, Maralinga ve Marshall Adaları gibi bölgelerde yapılan nükleer bomba testleri yeryüzünde onarılmaz yaralar açtı. 

ABD ordusu, 1948-1958 seneleri arasında Enewetak Atölü'ne 43 nükleer bomba fırlattı.

1947'de evlerinden edilen bölge halkının 1980'de geri dönmelerine izin verilse de artık Enewetak Atölü sakinlerinin sürdürülebilir yaşam koşulları yok olmuştu.

Birleşik Krallık, 1956-63 seneleri arasında Güney Avustralya'daki Maralinga'da 7 büyük nükleer bomba fırlattı ve yüzlerce "küçük" deneme yaptı. 

Rusya'daki Mayak Üretim Tesisi, 1948'de Sovyetler'in nükleer silah ihtiyacını karşılamak için üretim yapıyordu.

Buraya kadar her şey normal görünüyor olabilir. Sonuçta soğuk savaş zamanlarında başka ne yapılır değil mi?

Mayak Üretim Tesisi hakkında ufak bir bilgi paylaşayım:

Tesis üretime devam ediyor!
 

5.jpg
Fotoğraf: Frederic Paulussen/Unsplash

 

Nükleer çılgınlığı

Hiroşima ve buna benzer sayısız ekolojik felaket, nükleerin enerji üretimi de dâhil olmak üzere her türlüsünden uzak durmamız gerektiğini gösteriyor.

Bugün, dünya savaşlarından sonra bile nükleer üretimine devam etmek çılgınlıktır. Nükleer yapısı itibarıyla felaket riski oldukça yüksek bir enerji türü. 

Hannah Arendt, şiddetin araçlara ihtiyaç duyduğunu ısrarla vurguluyordu.

Ivan Illich ise (roman kahramanı olan değil) üretim maksadı yalnızca öldürmek olan araçlarından korkunçluğundan bahis açmıştı. 

Elbette taştan bir balta da öldürmek maksadıyla kullanıldığında şiddet aracı hâline gelir.

Fakat baltanın kullanılacağı başka alanlar da vardır. Bir bomba, tank veya tüfek yalnızca öldürme amacına hizmet eder.

Nükleer yıkım da tam olarak bu yüzden Illich gibi savaş karşıtı düşünürlerin protestolarının hedefi olmuştu.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU