Silivri Cezaevi: Bir sosyal yalıtım ve yalnızlaştırma modeli*

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Şubat 2018 tarihinde gece yarısı saat 02.00 sularında evimize düzenlenen polis baskınıyla gözaltına alındım.

14 gün süren gözaltı sonucu Silivri Cezaevi'ne gönderildim. Beş aylık tutukluluk sürecinden sonra çıkarıldığım mahkemede Avukatlarım Fikret İlkiz, Hülya Gülbahar ve Ercan Kanar ile birlikte yaptığımız savunmadan sonra salıverildim.

Salıverilmemde Nimet Tanrıkulu'nun girişimiyle açılan kampanya da, başta Türkiye olmak üzere dünyanın her tarafından aydınlık ruhlu ilerici insanlarımızın verdiği desteğin rolü büyük oldu.

Unutmak mümkün mü?..
 

 

Salıverilince Taksim Hill Oteli toplantı salonunda Türkiye'nin aydınlık yüzlerinden bir grup yol arkadaşı/dostumuzun düzenlediği kamuoyuna açık toplantıda Silivri deneyimini kısmen anlattım.

Aşağıda aktarıldığı gibi konuyla ilgili yol arkadaşı dostlarımız da kıymetli görüşlerini ifade ettiler.

Okuyalım...
 

c.jpg
Celalettin Can, Silivri Cezaevi'nden salıverildiğinde, (soldan sağa) Nimet Tanrıkulu, Celalettin Can ve Hacı Ogiş ile birlikte, Temmuz 2018

 

Gözaltında...

Vatan Emniyet'ten Terörle Mücadele polisleri evimizi ararken odaları allak bullak etti. Bazı kitaplar, bilgisayar, cep telefonu ve CD-DVD'ler alındı.

Israrlarımıza rağmen bilgisayar yazılımlarının kopyasını yapıp vermediler. Bahsi geçen teknik edevatın listesini de...

Vatan Caddesi'ndeki Terörle Mücadele (TM) şubesine götürüldüm. Burada dar, sıkıştırılmış, bunaltıcı bir sıcaklığın hâkim olduğu bir hücrede 3-4 kişi ile 14 gün kaldım.

Bu süre zarfında ilaçlarım verilmedi. Psikolojik baskıya maruz kaldım. Rahatsızlığıma rağmen tuvalet ihtiyacı hep sorun oldu.

Bazen IŞİD'li katilleri yanıma verdiler. Tepkim karşısında çekmek zorunda kalmaları bir yana, tepkime tepkiyle yanıt vermeleri, amaçlı olduklarını ortaya koyuyordu.


İki MİT'çi...

Bugüne kadar kamuoyu ile paylaşamadığım durumlar da yaşadım. Emniyet sorgusundan önce iki istihbarat elemanının sorgulamaya kalkması ve yaklaşımları manidardı.

Kendi ifadeleriyle "Reis"in benimle ilgili görüşlerini aktarıyorlardı. Ne kadar doğru bilmem mümkün değil ancak en azından bilgisi dahilinde konuştukları anlaşılıyordu.

Konuşmacı olarak katıldığım yaygın halk toplantıları, halkla kurulan ilişki biçimi, diyaloglar başka bir nedenle karşıma getirildi... 

Kısacası bir yandan "duruşuma saygı gösterdiklerini" söylerken diğer yandan "üstü kapalı terbiye edilmiş bir dil önermeleri" tuhaftı...

En sonunda "(...) Bırakılmanı sağlamak istiyoruz, Hemen bırakılabilirsin" söylemi ile devam eden 'yumuşamaya' özendirici yaklaşıma karşı "ayıp olmuyor mu?" ile başlayan ve en sonu herhalde bugün de hatırlayabilecekleri bir tutum alıştan sonra hücreme dönüyorum...


Vatan Emniyet'te

Emniyet sorgusu ise tam bir komediydi. Metni okumadan özetledikleri sorulara yanıt vermem isteniyordu.

Bütün suçlamalar telefon dinlemelerine dayanıyordu. İfade verme eğilimim vardı. Çünkü yaptıklarımı savunacaktım.

Ancak metin okutulmadığımdan itiraz edici kimi konuşmalar dışında ifade vermedim...


Çağlayan Adliyesi'nde savcılıkta

Savcılık ifadesinden sonra çıkarıldığım 4. Sulh Ceza Hâkimliği de tam bir komediydi. Gerçi siyaseten ne anlatmam gerekiyorsa anlattım ama durum buydu.

Bu arada davayı izlemek isteyen HDP milletvekili salondan çıkarıldı.

Bizi sorgulayan MHP'li, hatta MHP'den öte polisler adeta salonu işgal ettiler. Her arada, hatta karar arasında bile hakim ile birlikte odasına geçtiler.

Anlattıklarımı okutmadılar, imzalatmadılar. Bu halde 20 Şubat 2018 tarihinde tutuklama kararı verildi.
 

c (1).jpg
(Soldan sağa) Ahmet Erhan, Celalettin Can, Mehmet çolak, Amasya Özel Tip Cezaevi, 1989

 

Metris'ten Silivri Cezaevi'ne

Tutukluluktan sonra ilk gecemizi Metris Cezaevi'nde geçirdik. Sabahlara kadar bekletildik. Onur kırıcı bir aramaya yöneldiler.

Tavır alınınca sabah apar topar Silivri 5 Nol'u Cezaevi'ne götürüldük.

Silivri 5 No'lu Cezaevi kalabalıktı. Cezaevi şartları hiçbir açıdan iyi olmasa da bu kalabalık benim için iyi idi. Burada ilaçlarımı kullanmaya başladım.

Ancak iki hafta içinde beni can güvenliği bahanesiyle, gitmek istemediğimi belirttiğim dilekçeye rağmen, Yüksek Güvenlikli Silivri 9 No'lu Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na isteğim dışında götürdüler.
 

s.jpg
Silivri Cezaevi

 

Silivri 9 No'lu Cezaevi'nde

Silivri'de, tutuklanan kişilerin hemen birbirinden ayrılması mutlak bir kural...

Fiziksel ve psikolojik tecrit başından itibaren mutlak bir kural...

Koğuşlar hücre tipi. Buralarda 1 ya da en fazla 2-3 kişi tutuklu tutuluyor.

Tutuklanan kişilerin ziyarete, avukata vesaire gidip gelirken, denk gelince birbiriyle konuşmaması, işaretleşmemesi, not alışverişi yapmaması mutlak bir kural...

Bu kurallar ihlal edildiğinde müthiş rahatsız oluyorlar. Bedensel müdahaleye, hatta işkenceye dahi başvurabiliyorlar...

Bu gardiyanların anlık-tekil bir keyfiyeti değil, "gizli' bir yönetmelik çerçevesinde bedensel işkence yapma yetkileri var...

 
Sosyal yalıtım

İnsan sosyal bir varlık. İnsan sosyal hayatı paylaştıkça, zor anlarda sağında solunda tutunacak bir dal buldukça, sosyal varlık olma özelliğini üretebilir, insanlığını sürdürebilir.

İnsanın insan olmaktan gelen bu en doğal özelliklerini reddediyorlar.

İnsan karşıtı bir sosyal yalıtım politikası izliyorlar.

İnsanı her türlü sosyal ilişkilerinden koparıyorlar.

Hatırlıyorum: 1983-84'te, sözde darbeden demokrasiye geçiş sürecine paralel olarak, askeri cezaevlerinden F tipi cezaevlerine geçiş sürecinde yayımladıkları bir kitapçıkta, "siyasi tutuklular birbirinden yalıtıldığında tıpkı sudan çıkan balık gibi olur..." yazıyordu.

Bu tasarıyı hazırlayanlara göre "solculuk bir tür hastalık ve bir patolojik vakaydı, dolayısıyla tedavi edilmeli" idi.

Tedavinin adı da "sol tutuklu ve hükümlülerin mutlak bir kontrol altına alınması" olacaktı.

Siyasi tutsakların koğuşlarda toplu kaldığı dönemde yapılan bir araştırmada da "cezaevinde uzun süre kalan siyasi tutsakların, kısa süre kalanlardan moral/psikolojik olarak daha iyi durumda cezaevinden çıktığı yönünde bir sonuç ortaya çıkmıştı. Nedeni de uzun süreli toplu/ortak yaşam ilişkilerinin yarattığı dayanışma ortamının yaralı ruh hallerini aşmalarını, iyileşmelerini sağladığı" yönündeydi.

Bu tür araştırmalardan böyle kötücül sonuçlar çıkarıldı.

"İnsanın sosyal varlık olduğu gerçekliğinden hareketle, toplu/ortak yaşam alanları" tasarlanmadı, aksine yukarıda ifade edildiği gibi "sudan çıkan balık" politikası tasarlandı. Silivri Cezaevi böyle bir yer!

Silivri Cezaevi'nde siyasi tutsaklar arasında olması gereken bütün sosyal iletişim ve ilişki yasak!

Dayanışma ve paylaşma yasak!

Siyasi tutsakların kafasını karıştırmak, şaşırtmak, yönsüz bırakmak, iradesini zaafa uğratmak ve istenen şekilde yönlendirmek serbest!

Yüksek Güvenlikli Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda olan budur!
 

c (2).jpg
Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi, bir grup siyasi tutuklu, 1986

 

Mahkeme

Mayıs 2018 başlarında iddianamemiz hazırlandı. İddianame hazırlanana kadar dosyadaki "gizlilik kararı" nedeniyle hakkımızda yazılıp, çizilenlerin bilgisine sahip olamadık.

26- 27 Haziran 2018 tarihinde ilk mahkemede yaptığım üç saatlik savunma ve Fikret İlkiz, Hülya Gülbahar ve Ercan Kanar avukatlarımın savunmaları sonucu tutuksuz yargılanmak üzere salıverildim.

Mahkeme salonu bir tuhaftı.

Sağımızı solumuzu, kısacası salonu tam manasıyla jandarma işgal etmişti.

Ailelerimize arada el sallamamızı bile engelliyorlardı.

İlk gün mahkeme bitiminde kadın arkadaşlarla beraber hoyratça davranışlarına itiraz etmemiz, benim apar topar aşağıya götürülmeme, kadın arkadaşların da Silivri'de gece yarısı saat 22.00'ye kadar kötü muamele ve işkenceye maruz kalmalarına yol açtı.

Ben içi boş, her biri başlı başına saçmalık manzumesi olan iddialarla tutuklandım ve beş ay boyunca özgürlüğüm gasp edildi, yaşam haklarım ihlal edildi.

İş insanı Osman Kavala'nın altı yıldır özgürlüğünün gasp edilip, yaşam haklarının ihlal edilmesi, henüz neden yargılandığını dahi bilmiyor olması, tutukluluğun bir tedbirden öte kişi hak ve özgürlüklerinin en üst boyutta ihlali demekti.

Derece farklılıklarıyla diğer kadınlı erkekli tutukluların durumu farklı değildi...

Silivri'de mahkemeler bir tür caydırıcılık oyununun oynandığı gösteri mekânları...

"Gösteri mekânları" çünkü bilinen, tanınan, tutuklanacakları düşünülmeyen insanların tutuklanma nedenleri kendi içinde başka hesapları barındırsa da topluma verilen mesaj, eski başbakan Yıldırım'ın ifadesiyle, "Biat et, rahat et, tutuklanmayacak, hapse atılmayacak kimse yok" türünden caydırıcı bir korku havası solutmaktı...
 

c (3).jpg
Aziz Oktay (solda) ile Hacı İsa kızıl (sağda), Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi, 1986

 

Silivri Cezaevi bir model...

Gerçek şu ki özellikle Osman Kavala'nın, Cumhuriyet gazetesi yazarlarının, Avukat Selçuk Kozağaçlı'nın, benim ve o bölümde kalan siyasi mahkûmların kaldığı 9 No'lu blok tecrit modeliydi...

Tam bir sosyal yalıtım ve yalnızlaştırma modeli. Yanlış anımsamıyorsam şu an 22 binden fazla tutuklu kalıyor.

Kendi içinde 9 cezaevi var. Yemekler iyi değil ve saptayabildiğim kadarıyla ilaçlı. Özellikle ekmek...

En önemlisi, koşulların yarattığı sonuçlar ve uzun tutukluluk süreleri nedeniyle çok sayıda tutsak hasta ve tedavi edilmiyorlar.

Evet, tedavi yapılmıyor. Sürüncemeli tedavi görüntüsü... Hastalar cezaevi kampüs hanesine ya da Silivri Devlet Hastanesi'ne götürülüp, saatlerce bodrumlarda kapalı, havasız, kelepçeli bir şekilde bekletiliyorlar.

Ben de bekletildim... 3 Mart'ta yapılması gereken biyopsim ellerinde durumumun kritik olduğunun kanıtı olan belgelerim olmasına rağmen ancak 7 Haziran 2018'de zorlukla yapılabildi.

Mektuplar nadiren veriliyor, nadiren verilenler de geç veriliyor. Kitap ve dergi meseleleri hala problemli. Ziyaretçilerle telefonla konuşuluyor ve telefonlar dinleniyor.

Tekli ve üçlü kalınıyor. Hücreler küçük. Havalandırma küçük. Ziyaretlere, avukatlara, hastaneye, mahkemeye gidiş gelişlerde müthiş bir kontrol var.

İddianameler geç hazırlanıyor, mahkemeler uzuyor. Makul sürede yargılamanın başlatılması ihlal ediliyor.

Cezaevi dolmuş taşıyor. Ciddi bir adalet boşluğu var. Dolayısıyla ciddi bir salıverilme ve özgürlük talebi var.
Ancak hükümet bu talebe karşı duyarsız.

Öte yandan açık ayrımcı ve duyarlılık gösterdiği yandaş mahkûmlar da var. MHP'nin Çakıcı hamiliği böyle bir şey...

Bu arada her biri 5 bin kişilik olmak üzere 170 cezaevi tamamlanmak üzere.

Buna göre 850 bin kişinin cezaevinde olabileceği bir Türkiye mi tasarlanıyor acaba?

2017 Temmuz rakamlarına göre 228 bin civarında tutuklu ve hükümlü var Türkiye'de.

Bunların 70 bini üniversite öğrencisi. Cezaevlerine kalabalık, genç bir beyinlerin atılması demek bu...

 
Çözüm...

Yeni cezaevleri inşa etmek değil, çözüm.

Adalet duygusuyla cezaevlerini boşaltmakta, siyasi tutsaklara özgürlük talep etmekte çözüm!

Çözüm vicdanı özgür insanların özgür ve bağımsız ülkesi olabilmekte...

Okuyalım; 


Keskin: Akil insandı Celalettin, şimdi ne değişti?

İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin sözü aldı.

Binali Yıldırım'ın "Biat et, rahat et" sözüne atıfta bulunarak başlayan Eren; "Biat etmiyoruz ama rahat da etmiyoruz" dedi.
 

Av. Eren Keskin uzun süre İHD İstanbul Şube Başkanlığı yaptı.jpg
Avukat Eren Keskin uzun süre İHD İstanbul Şube Başkanlığı yaptı

 

Keskin, devamında şu ifadeleri kullandı:

Bizim rahatsızlığımızın sebebi biat etmemek. Bu insanın kendi içinde yaşadığı bir konfor. Türkiye, Silivri'den yönetilse gerçekten çok demokratik bir yer olabilirdi. Çünkü bütün entelektüeller, aydınlar orada. Okuyan, düşünen ve barış isteyen herkes cezaevinde.
 

Celalettin devletin akil insan olarak kabul ettiği biriydi. Bugün ne değişti?

Celalettin aynı. Kendimizi devletin kendi içinde kurduğu ittifaklara göre, değişen yapısına göre ayarlayamayız. Değişen devletin kendisi. Cezaevlerinde durum son derece kötü. Cezaevinde yaşananlar 90'larla aynı şekilde. Büyük bir tecrit söz konusu. Çok fazla hasta mahpus var.
 

Mater: Her siyasi ortamda bir şeyler yapılabilir

Daha sonra Nadire Mater söz aldı ve "Bu yaşanan siyasi dönemde neyi nasıl yapmamız gerektiğine dair çok önemli dersler çıkarttığımızı düşünüyorum. Gazetecilik rahat etmeme mesleğidir. Ne bilip ne bilmediğimizi öğretir. Her dönemde mutlaka yapacak bir şeyler vardır, bir şeyler yapılabilir. Yeter ki mücadele edelim. "Ben hiç cezaevinde olmadım. Ama kapıda çok oldum. Kadınlar genellikle hem cezaevinde hem kapıda olabiliyorlar. Tersi olduğunda hiç kadınlar kadar çok koşturan bir erkek hiç görmedim" dedi. 
 

Gazeteci Nadire Mater.jpeg
Gazeteci Nadire Mater

 

Biçer: Mahpusun hastalığı cezalandırma aracına dönüşüyor

Prof. Dr. Ümit Biçer söz alarak düşüncelerini dile getirdi:

Celalettin bugün barışı talep ettiği için ve özgürlükten bahsettiği için tutuklu olan çok sayıda insandan biriydi. Bugün cezaevinde yaşananlara baktığımızda, tutuklu ve hükümlülerle ilgili sağlık problemlerinin ele alınış şekline baktığımızda, bugün sağlığı bir hak olmaktan çıktığını dahası bir cezalandırma aracına dönüştürüldüğünü görüyoruz.

Mahpusun özel bir hastalığı varsa bununla ilgili talepte bulunması engelleniyor. İntihar diye gazetelere çıkan haberlere baktığımızda, şüpheli ölüm olarak nitelendirilen haberlere baktığımızda, olaylarda psikolojik şiddetin varlığından söz edebiliriz. Alaattin Çakıcı'ya verilen rapor belki de sağlık çalışanlarına yönelik baskının da bir ifadesi. Bir an önce Adalet Bakanlığı, İnsan Hakları Derneği tarafından 401'i acil 1154 kişinin tedavisine başlamalı.

 

Prof. Dr. Ümit Biçer.jpg
Prof. Dr. Ümit Biçer, Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın yönetim kurulu üyesi

 

Mert: Katlanılmaz olan biat edilen hayat

Biçer'in ardından akademisyen/gazeteci Prof. Dr. Nuray Mert söz alarak şunları söyledi:

Asıl zor ve katlanılmaz olan insanlık hali. 'biat' edilen hayat. Sosyal yalıtım, cezaevinin ötesinde sindirme, susturma ve toplumdan koparma süreçleri olarak işleniyor. Kendisinden uzak durulanlar değil, uzak duran insanların durumu kaygı verici ve üzücü. Bu iyi bir var olma tarzı değil.

Hak ve özgürlükleri önemseyen, daha fazla demokrasi isteyen, Kürtler için barış isteyen, bu asgari müşterekte ve bunları her koşul altında söylemekten çekinmeyen en azından bir yere savrulmadan hiçbir şey yapılamaz bezginliğine kapılmadan yola devam etme duygusu taşıyan insanların bir arada bulunmasını çok önemsiyorum.
 

Akademisyen ve yazar Prof. Dr. Nuray Mert.JPG
Akademisyen ve yazar Prof. Dr. Nuray Mert

 

Çelikkan: Koşullar 12 Eylül'ü aratır duruma geldi

Gazeteci Murat Çelikkan da hapishaneler doluluk oranı belirterek başladı konuşmasında şunları söyledi:

Türkiye'deki mahkûm sayısı Haziran itibariyle Adalet Bakanlığı'nın verilerine göre 582 bin. Ancak bu tutukluların yaklaşık 140 bini cezaevinde, 442 bini denetimli serbestlikten yararlanmış mahkûm.

Türkiye'de bugün cezaevlerinin kapasitesi 202 bin.

Bugün koşullar neredeyse 12 Eylül'ü aratır vaziyete geldi. Siyasi mahkûmsanız, itirafçı olamadan denetimli serbestlikten yararlanamıyorsunuz. Çünkü cezaevi hakkınızda olumlu rapor vermiyor. Hak ihlali olduğunu düşünüyorsanız kaba dayak ve tecrit uygulanıyor. Bugün hukuki olarak yapılan başvurularda sonuç almak çok zor. Sonuç alamasak bile kayıt altında olmasının çok büyük önemi var.
 

Gazeteci Murat Çelikkan.JPG
Gazeteci Murat Çelikkan

 

Gürsoy: Türkiye açık cezaevi

Akademisyen Prof. Gencay Gürsoy ise tek çarenin direnmek olduğunu söyledi:

Öyle bir ülke ki; cezaevindeki suç örgütünün başkanı dışarıda dolaşan gazetecileri yargılıyor, mahkûm ediyor hatta sonra onları şimdilik affediyorum diyebiliyor. Cumhurbaşkanına hakaret ediyor. Binlerce kişi bu durumdan yargılanırken Alaattin Çakıcı nezdinde bunun hiçbir karşılığı olmuyor. Dolayısıyla aklımızı koruyalım.

Açık cezaevine dönmüş bir ülkede ve bir suç örgütü başkanının cezaevinden ülkeyi yönettiği bu ülkede, hepimize akıl sağlığı diliyorum ve kendimize mukayyet olalım diyorum. Direnmeye devam edeceğiz, başka çare yok.

 

Prof. Gencay Gürsoy.jpg
Prof. Gencay Gürsoy

 

Fincancı: Cezaevindekilerin yarısı siyasi mahkûm

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, medyanın haberlerine dikkat çekti:

İnsanlar Türkiye'nin hangi koşulda olduğunu bilmiyor. Bizim en büyük mücadelemiz Türkiye'deki bu olumsuzlukları topluma anlatmaya çalışmak olmalı. Ana akım medya, toplumu hakikat ötesi çağın yalanlarıyla besliyor. Bizim çabamız bu yalanların önüne geçmek olmalı.

Öncelikle cezaevindeki tutukluların yarısı siyasi görüşleri nedeniyle, muhalif olmaları nedeniyle, biat etmedikleri için cezaevinde olan insanlar. 21. yüzyılda görüşlerinden kaynaklanan gerçeküstü yargılama süreçleri ile karşı karşıya kalıyoruz.

 

Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı.jpeg
Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı

 

Tahmaz: Normalleşme için cezaevlerinin boşalması lazım

Barış Vakfı Genel Başkanı Hakan Tahmaz, Celalettin Can'ın salıverilmesine şaşırdığını söyledi:

Dışarısı içerisi ayrımı kalktı. Bir düşman hukuku uygulanarak bize biat etmezseniz düşmansınız. O yüzden Celalettin biraz daha yatabilir diye içimden geçirdim.

Türkiye'nin normalleşmesi için bu cezaevlerinin boşaltılması lazım. Suçunu bilmeyen, niye alındığını bilmeyen, bizim görmediğimiz binlerce insan var. Biz farkındayız, biz gördük ama toplum bunun farkında mı? Toplumun büyük bir kısmı bunların farkında değil. Bunun fark edilebilir olması gerekir ki Türkiye'nin toplumsal olarak dönüşümüne hizmet etmiş olalım.

 

Barış Vakfı Genel Başkanı Hakan Tahmaz.jpg
Barış Vakfı Genel Başkanı Hakan Tahmaz

 

 

*Taksim Hill Oteli toplantı salonunda toplantıyı izleyen Bianet'te 06.07.2018 tarihinde kısmen yayınlanan söz konusu yaşanmışlıklar ve ilgili görüşler daha genişletilmiş şekli ile independent'de de yayınlanmış oluyor.  

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU