Eğitim düzeyimiz çok düşüktü. Okuma yazma bilenimiz çok azdı. Okuma-yazma bilenler acaba o zaman da Türkçeyi bu kadar hor mu kullanıyorlardı, bilmiyorum ve sanmıyorum.
Şimdi okuryazarlarımız çoğaldı. Cep telefonu da çıktıktan sonra, okumaz-yazmazımız nerdeyse kalmadı. Fakat ne yazma?
Okullarımızda sağlam dil sevgisi ve eğitimi almadığımız acı bir gerçektir. Bununla birlikte anamızdan öğrendiğimiz dil, meramımızı anlatmaya yeter.
Hele kadınlarımız, dili çocuklara aktarma görevi genlerinde bulunduğundan bülbül gibi şakırlar.
Fakat iş yazmaya gelince… Cep telefonlarına yazılan iletilere bakınız. Bir paragrafta birkaç yazım ve noktalama yanlışı görmek mümkün.
Mezun olduğum yükseköğrenim kurumu mezunlarının sayfasında arkadaşları daha dikkatli yazmalarını öğütleyince biri "Öğretmenliğin tutmuş, sana ne? Herkes istediği gibi yazar" notunu düşmüştü de susmak zorunda kalmıştım.
Her dil, uçsuz bucaksız bir âlemdir. Onun sırlarını keşfetmeye kimsenin ömrü yetmez. Şunun şurasında meramızı birkaç bin, haydi haydi birkaç on bin sözcükle anlatabilirsek ne mutlu.
Bu yüzden yazarken hiç kimse kendisine tam güvenmemeli. Gerek bilgimizin eksikliğinden, gerek dikkatsizliğimizden birçok anlatım ve yazım hatası yapabiliriz.
Hele, yazdığımız dil birkaç on yılda yazım kılavuzunu değiştiriyor, bu işten sorumlu kurumlar farklı yazımlar öneriyorsa?
Bu kurumlar şimdi nerdeyse tek bir yazımda birleştiler ama birçoğumuzun aklında eski kurallar kaldı.
Bu nedenle uzun kısa ne yazarsak yazalım, elimizin altında bir yazım kılavuzu bulundurmakta yarar var.
Ben yazdığım her metni birkaç kez okumadan ve hatalarımı düzeltmeden yayımlamıyorum.
Yayımlandıktan sonra da hatalarım ortaya çıkıyor. Kitaplarımı yayımlamadan önce güvendiğim bazı arkadaşlara okumalarını ve hatalarım konusunda beni uyarmalarını rica ediyorum.
Oğlum daha 10 yaşlarındayken kitabımın müsveddesini önüne koyar, bulduğu her hataya karşılık kendisine 1 lira verirdim (Bir lira şimdikinin 10 kuruşu kadar olmalı).
Bazı kitaplarımda ortaokul öğrencilerimin bile düzeltme yönünden emeği vardır.
Yayıncı İlhan Erdost, kitaplarında tek bir yazım yanlışının bulunmasına bile tahammül edemez.
Basımevinden gelen prova baskıları dikkatle gözden geçirir, tek bir yanlış kalsa, onun da düzeltilip getirilmesini isterdi. Burada gazete ve kitap editörlerinin, düzeltmenlerinin görevi ortaya çıkar.
Okuduğumuz yanlışsız metinlere nice göz nuru akmış olduğunu unutmayalım.
Aslında herkesin hayatı bir "roman"dır. Sıradan insan yoktur. Bir çobanın, bir toplum önderinin, bir mahkûmun da dili yetkinlikle kullanıyorsa anlatacağı şeyler ilginç olabilir. Her birimizin hayatı, alınacak derslerle doludur.
Şimdi emekliliklerini yaşayan, ülkemizin siyasi olarak geçtiği badireli günlerden geçmiş arkadaşlara anılarını yazmalarını öneriyorum.
Son yıllarda, yaşadıklarını kendileriyle birlikte mezara götürmek istemeyen arkadaşlar, anılarını kitaplaştırıyor, bazıları kitapları bana da gönderiyor.
Anı kitapları, daha kolay okunur. Yazarın hayatını ve mücadelesini okurken, dönemin koşulları hakkında da bilgi sahibi oluruz.
Fakat bunların bazıları, Türkçemizin canına okunmuş olarak yayımlanıyor. Onlara, kitabın metnini yayımlamadan önce başkalarına okutup okutmadıklarını soruyorum.
Kendilerine çok güvenmiş olmalılar ki, bazıları buna ihtiyaç duymamış. Sonuçta fotoğrafta gördüğünüz gibi sayfalar ortaya çıkıyor.
Bu kitabı yazan arkadaşıma "Elinde kalan bütün nüshaları imha et. Metni bir bilene okut ve düzeltilmiş nüshayı yayımla" önerisinde bulundum.
Kitaplarına kıyamadı. İkinci baskı yaparsa düzelttireceğini söyledi ama buna ömrü ne yazık ki yetmedi.
Öğretmen Dünyası'nı çıkarırken bir meslektaşımızın gönderdiği yazılarda çok fazla yazım hatası bulunuyor, biz bunları düzelterek yayımlıyorduk.
Bir seferinde, yazılarını gözden geçirerek göndermesini rica ettik. Teşekkür edecek yerde, burnundan kıl aldırmaya yanaşmadı. Bize köpürdü ve yazılarında hata olmadığını ileri sürdü.
Metin üzerinde hatalarını işaretleyerek kendisine faksladık. Buna rağmen geri adım atmadı, üstelik bizi mücadele ettiğimiz bir şeyle, Fetullahçılıkla suçlama yoluna gitti!
Derginin danışma kurulu üyelerine tek tek telefon ederek bizimle işbirliği yapmamalarını istedi…
1968'lerde gençlik liderliği yapmış bir arkadaşın yazdığı kitapta pek fazla hata bulunduğunu kendisine söylediğimde "Aman sorun yaptığın şeye bak!" diye karşılık verdi.
Dil konusu efelik yapmaya gelmez. Dil, koskoca bir milletin en değerli ortak malıdır. Bir kamu malına zarar vermek ne ise dilin başını gözünü yarmak da odur.
Düzgün anlatmanın ve kurallara uyarak yazmanın yararı, yazdığımızın daha kolay anlaşılması ve istediğimiz etkiyi yapmasıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish