Türkiye Kürtleri açısından durum tespiti
Türkiye Kürtleri açısından gelinen nokta, artık "Kürt sorunu" demek yerine, "Kürtlerin sorunları ve talepleri" dememiz gereken bir noktadır.
20 yıllık AK Parti iktidarları döneminde Kürt bölgelerine yapılan muazzam hizmetlerin yanı sıra, 90'larda telaffuzu dahi müebbetle yargılanmanıza neden olacak pek çok yasak kaldırılmış; ret, inkâr ve asimilasyon politikalarına son verilmiş, anadil eğitiminin önü açılmış, Kürt sorunu esasen sorun olmaktan çıkarılmıştır.
İnsaflı bir bakış açısıyla asimilasyonist anlamda bir Kürt sorunu olmadığını herkes kabul etmelidir.
Ancak sosyal siyasette öteki etnisitelere yaklaşımda şöyle bir kuram var: Bir etnik kimliği ya inkar edersiniz yahut bilinçli bir şekilde göz ardı edersiniz.
Bu ikisi arasındaki temel fark şöyledir: İnkar politikasında ampirik olgu reddedilir ve ortadan kaldırılmaya çalışılır.
Bilinçli olarak göz ardı etme politikasında ise ampirik olgu kabul edilir; fakat olumsuz sonuçlar doğuracağı düşünüldüğü için görmezden gelinir.
Etnik kimliğin ikincil kimlik olarak kalmasına, birincil kimliğe asla dönüşmemesine gayret edilir.
Eğer siyasetinizi "Kürt sorunu çoktan çözüldü daha ne istiyorlar?" cümlesi üzerine kurarsanız, bu tam da görmezden gelme politikasıyla örtüşecektir. En azından, kamuoyu algısı böyle gelişecektir.
Şimdi bir Kürt milliyetçisinin gözünden olayı değerlendirelim: Bir yandan ümmetçilik üzerinden, din kardeşliği üzerinden "Kürtlüğe ne gerek var? Zaten kardeşiz" diyeceksin; öte yandan MHP ile ittifakın bir gereği olarak Türk milliyetçiliğine sürekli atıflarda bulunacaksın.
Hatta "Kürtler" denildiğinde "PKK'yı"; "Kürtlerin hakları ve talepleri" denildiğinde bölücülüğü anlayan bir zihniyet ortaya koyacaksın.
Hatta neredeyse "Kardeşiz, ama Türklükte kardeşiz" mottosuyla hareket edeceksin.
O zaman Kürtler de sormaya başlayacak: Ne yani, Türk milliyetçiliği dinimize göre helal da Kürt milliyetçiliği haram mı?
Kürt sorunu teknik olarak "sorun olmaktan" çıkarıldıktan sonraki siyasetin "görmezden gelme siyaseti" olduğuna dair bu yeni kuşkular, "Kürtler neden terör örgütünün yönettiği partiyi destekliyorlar?" sorusunu da aslında cevaplıyor.
O zaman devlet veya iktidar, Kürt sorununu ortadan kaldırmak için katedilen bunca mesafeye rağmen, Kürtlerin neden kazanılamadığı konusunda üç şeye çok dikkat etmek zorundadır:
- Eğer bilinçli olarak uygulanmıyorsa, görmezden gelme siyasetine son verilmelidir. Kürtler bu yeni siyasetin net olarak farkındadır.
Kürtler, yapılan iyiliklerin başa kakıcı bir üslupla telaffuz edildiğini duymamalı, kardeşlik-ümmet kavramlarının Türklük anlamında kullandığı sonucuna varmamalıdır.
Bu anlamda bir kullanım, açıkça Kürtleri yok saymanın yeni bir versiyonu olarak algılanmaya devam edecektir.
- Cumhuriyet'in başından beri ortaya çıkan hadiseler ve devletin bunlarla mücadele yöntemleri, özelde Kürt milliyetçilerine, genelde Kürt halkına çatışmacı bir karakter kazandırmış görünüyor.
Birçok akademisyenin doğruladığı bu tespit, geçiş sürecinde bu agresyonun iyi yönetilmesi gerektiğini gösteriyor.
Yani, üslup ve söylemlerinle Kürtleri kızdırmayacaksın. Bölgede yaptığım incelemelerde HDP ve KCK'dan kalma organizasyonların bu agresyondan çokça yararlandığını, algı yönetimlerini bunun üzerinden gerçekleştirdiklerini yerinde tespit ettim.
Örneğin, Kürtçe TV ve anadil eğitimi hakkına karşı "Mecbur kaldı da verdi. Biz zorla aldık. Diğer haklarımızı vermemek için yapıyor bunları" gibi cümleler, tam da bu çatışmacı karakterin hoşlanacağı cümlelerdir.
Bunun dışında sosyal medyada bu agresyona hitap eden eleştiri cümlelerinin havada uçuştuğunu hepimizin malumudur.
- Eğer meseleye kardeşlik ve ümmetin parçası olmak üzerinden yaklaşılacaksa, şiarımız ve düsturumuz şu iki ayet olmalıdır:
Birincisi, Hucurât 49/10: "Müminler kardeştir." Birbirleriyle çatışma içinde bulunan iki mümin topluluğun arasını adaletle bulmak, birini diğerine ezdirmemek tüm müminlerin görevidir.
İkincisi de Rum, 30/22: Dillerimiz ve renklerimiz de tıpkı yerin ve göklerin yaratılışı gibi Allah'ın kevni ayetlerindendir. İnancıyla iftihar eden Müslüman bir toplumda, dillerimiz de renklerimiz de korkusuzca ve başı dik-alnı açık bir şekilde görünür olmalıdır.
Türkiye Kürtlerinin ihtiyacı
Bütün bu tespitlerin sonucunda Kürtlerin en temel ve olmazsa olmaz ihtiyacı nedir? Bunun iyi tespit edilmesi gerekir.
Kürtlere ayrı bir devlet kurmak, kendimizi bir anlığına sıkı bir Kürt milliyetçisi farz ederek söyleyelim: Ecdadın kararına ihanet olacaktır.
Çünkü Sevr Anlaşması Kürtlere bir devlet vaat ettiği halde Türkiye Kürtleri o günkü tabirle düveli muazzamanın elinde oyuncak olmaktansa, hele ki topraklarının bir bölümünde kurulması düşünülen Ermeni devletinin elinde oyuncak olmaktansa, Türk kardeşleriyle beraber kurtuluş mücadelesini vererek kurtarılan vatanın asli kurucusu olmuşlardır.
Kanaatimce, ne hilafet talebinde bulunan ilk Kürt isyanları ve ardından devletin kendi bekasını savunma refleksiyle ilk müzakerelerde konuşulanlara sırt çevirmesi ne de devletin sonraki yıllarda yaptığı yanlışların zulme dönüşmesi, Kürtlerin birlikte yaşama kararından dönmesini, kendi ecdadının iradesine sırt çevirmesini haklı çıkarmaz.
Çünkü o dönemlerde Kürtlerin ortaya koyduğu irade ne Osmanlıyı sırtından vurmak ne de Kurtuluş savaşında Türkleri yalnız bırakmak olmuştur.
Müslüman Kürtler, Müslüman Türklerle beraber kurtarabildiklerini kurtarmış ve kurdukları devletin asli sahibi olmuşlardır.
Şimdi kalkıp da PKK sempatizanlarının dediği gibi "Bav u kâlén me ehmeq bûn; em çi bikin?" (Atalarımız ahmakmış, biz ne yapalım) söylemiyle hareket edilemez.
Atalarımız, çekilen onca acı ve dökülen onca gözyaşına rağmen haklıydılar; hele ahmak, hiç değillerdi.
Onun bunun elinde oyuncak olan bir Kürt devletinin, Kürtlere, Cumhuriyet döneminde yaşanan onca sıkıntıdan kat kat fazlasını getireceğinden, hatta zamanla Ermeni devletinin boyunduruğu altına gireceklerinden emin bir ferasetle hareket etmişlerdi.
Bugün de torunların bu feraseti terk etmelerinin haklı hiçbir gerekçesi yoktur.
Özerklik, eyalet sistemi, yerel yönetimlerin daha da güçlendirilmesi, anayasal eşit vatandaşlık gibi farklı çözüm önerilerini dile getirebiliriz.
Ancak bunlardan önce birlikte yaşama irademizin devam edip etmediğini sorgulamalıyız.
Birlikte yaşama irademiz, eskisinden de güçlü olarak devam ediyorsa, talep edilen hakların birlikteliğe faydası mı zararı mı olacağını çok iyi analiz etmek gerektiğini düşünüyorum.
Gerçekçi olalım, içinde yaşadığımız şu hassas dönemde özerklik, federasyon gibi statü talepleri, birlikte yaşama iradesine olumlu katkı yapacak gibi gözükmüyorlar.
Özerklik, federasyon gibi yapılanmalar birlikte yaşama iradesini perçinlemiş, dış ülkelere bağımlı örgütleri tasfiye etmiş medeni toplumların konuşacağı konulardır, diye düşünüyorum.
Yüksek seviyede bir medeniyet tasavvurumuz olduğuna yürekten inanıyorum.
Ancak birlikte yaşama irademizi zedeleyecek diğer faktörlerden arınmadığımız gerçeğini de kabul etmek durumundayız.
Ayrıca, bu talepler sokaktaki vatandaşa, yalın anlamda "Kürt'e" hitap eden konular değil.
Kürt bölgelerinin farklı bir statü kazanması, belki bazı oluşumların gazını giderir, ancak Kürtlerin asıl ihtiyacını gidermez.
Seydayé Xanî, bir dörtlüğünde şöyle der:
Hoşiyar bî da nekî umre xwe bé hasıl telef
Ku nedaye faide mal, genç û ewlad û xelef
Macerayé Xıdrî dîwaré yetîmî bu selef.
Vi zemanî her kesek mi'maré dîwaré xwe ye.Uyanık olasın, ömrünü hasılatsız heder etmeyesin.
Ki, ne mal ne gençlik ne evlatlar ve ne de ardında bıraktıkların fayda vermeyecektir.
Hızır'ın macerası, yetim duvarı eskide kaldı
Bu zamanda her kes kendi duvarının mimarıdır.
Herkes şapkasını önüne koyup kendisine şu soruyu sormalıdır:
Kürtlerin yıkılmak üzere duvarı hangisidir?
Kürtlerin anadili; Kurmancisiyle, Zazakisiyle can çekişmektedir. Bu duvar yıkılmak üzeredir.
Üstelik Seydayé Mele Ehmedé Xanî'nin dediği gibi, ne bir Hızır ne de bir Musa gelip bu duvarı bizim için doğrultmayacaktır.
Biz Türkler ve Kürtler, bu duvarı doğrulmak ve altındaki hazineleri kendimiz için korumak zorundayız.
Dolayısıyla bu duvarı doğrultmayı, gerekirse yeniden inşa etmeyi kendimize görev edinmeliyiz.
2021 yazında 25 gün süreyle Diyarbakır, Batman, Mardin, Bismil, Midyat ve Nusaybin'de araştırma-inceleme gezileri yaptım.
Sonra bunlara Adana ve Mersin'i de ekledim. Araştırmalarımı İstanbul Kürtleri üzerinden hala sürdürüyorum.
Bu gezilere başlamadan önce, bende herhangi bir önyargı oluşturmasın diye saha araştırmalarına bilinçli olarak göz atmamıştım.
Gittiğim her yerde sokaktaki insanlarla, sivil toplum örgütleriyle, akademisyenlerle, entelektüellerle görüşmeler yaptım.
Edindiğim kanaatlerin saha araştırmalarıyla da desteklendiğini sonradan teyit ettim.
Ortaya çıkan sonuç, ana dil eğitiminin ciddileştirilmesine işaret ediyor; çünkü yapılan tüm araştırmalarda Kürt seçmende sorun algısı olarak ekonomi, ana dil, adalet, ayırımcılık, eğitimsizlik gibi başlıklar ön plana çıkıyor.
Bu demektir ki, Kürtler birinci sırada insanca yaşamak, ikinci olarak da dillerini konuşabilmek istiyorlar.
Tabii ki, ayırımcılığa maruz kalmadan adil ve eğitimli bir ülke görmek de istiyorlar. İlk iki sıra, geçim sıkıntısı ve anadil.
Bu tam da temel ihtiyaçlar (havaici asliye) standartlarını yüksek düzeyde tutmuş Nebevi tasavvurla ve dillerin ilahi/kevni ayetler olduğu tasavvuruyla uyuşmuyor mu?
Nusaybin'in bir köyünde arkadaşlarla bir ayran molası verdik. 8-10 yaşlarında iki Kürt kızı hizmet etmeye çalışıyorlardı.
Babalarının bir işi çıkmış, orada değildi. Ama kendileri her türlü hizmeti yapabileceklerini söylüyorlardı.
Dikkatimi çeken şey, bu tatlı çocukların anneleriyle Kürtçe konuşmaya çalışırken sürekli olarak Türkçeden kelime transfer ettikleriydi.
Onlarla biraz Kürtçe konuşmaya çalıştım. Kullanabildikleri Kürtçe kelime sayısı, taş çatlasa 200'ü geçmiyordu.
Düşündüm, annelerinin bildiği Türkçe kelime sayısı da taş çatlasa 200'ü geçemezdi.
Bu durum yüzbinlerce Kürt ailesinde de aynı değil mi? Alın size büyük bir dram.
Bu çocuklarla anneleri arasında bir sevgi dili köprüsü kurulamaz. Bu çocuklar ve ebeveynleri birbirlerine duygu ve düşüncelerini asla aktaramazlar.
Birkaç yıl sonra ergenlik yıllarında bu çocukların hali ne olacak, merak ediyorum.
Ondan sonra Kürt çocukları neden agresif büyüyorlar diye tahliller yapar dururuz.
Anadil eğitiminin ciddileştirilmesi iki açıdan çok önemli:
Birincisi, çocuklarla ebeveynler arasında en sağlıklı iletişim aracı güçlü bir anadildir.
İkincisi de çocukların anadillerini yeterince öğrenmeden resmi dile geçmesi, zeka gelişimini olumsuz etkilemektedir.
Bir dilin tam olarak öğrenilmeden diğerine geçilmesi, iki dilin de asla yeterince öğrenilememesi gibi olumsuz sonuçlar da doğurabilmektedir.
Yani, çocuklara iyi Türkçe öğretmek istiyorsanız, onlara iyi Kürtçe öğretmek zorundasınız.
Peki, anadilde eğitim mi, anadil eğitiminin güçlendirilmesi mi?
Açıkça şunu da belirtmek gerekir ki, anadilde eğitim, özerklik-federasyon tipi yapılanmalarda konuşulabilecek bir konudur.
Birlikte yaşama irademiz doğrultusunda birlik ve beraberliğimizin zedelenmemesi için çareler üreteceksek, topyekûn anadilde eğitim talebinde bulunamayız.
Bunun birlik ve beraberliğe hizmet etmeyeceği, ayrılıkçı bir proje olduğunu düşünüyorum. Bu güne kadar gördüğüm de anadilde eğitim talebini, daha çok Kürtçe bilmeyen siyasal Kürtçülerin seslendirdiğidir.
Her nedense bunun bir ütopya olduğunu, asla gerçekleşmeyeceğini bile bile, Kürtlerin anadil ihtiyacını daha basit yöntemlerle talep etmeye asla yanaşmamışlardır.
Kürtler bu "ya hep, ya hiç"çi siyasetten dolayı sürekli mağdur olmuşlar, anadil eğitimine hiçbir zaman yeterince erişim sağlayamamışlardır.
Dolayısıyla benim önerim, anayasal eşit vatandaşlık çatısı altında, anadil eğitiminin güçlendirilmesi olacaktır.
Anadil eğitimi neden güçlendirilsin?
Seçmeli ders olarak kalması ihtiyacı karşılamıyor mu?
Hayır karşılamıyor. Evet, anadil eğitimi almanın önündeki engeller kaldırılmıştır.
Ancak engelin kaldırılmış olması çocukların Kurmanciyi, Zazakiyi, Arapçayı yeterince öğrenip anneleriyle/ebeveynleriyle bir sevgi dili inşa etmelerine yeterli gelmemektedir.
Mevcut seçmeli sistemde bazı engeller yüzünden, çocukların ana dil eğitimine erişim sağlayamadığını tespit ettim.
Yaptığım araştırmaya göre bu engellerin başında HDP-KCK organizasyonunun yoğun propagandası gelmektedir.
Bunlar, seçmeli ders hakkının devletin bir tuzağı olduğunu, devletin asıl gayesinin Kürtlerin hak ettiği statüyü vermemek olduğunu savunarak ana dil eğitimini engellemektedirler.
İkinci bir engel olarak, Kürt ailelerinin "Seçmeli ders aldırırsam, çocuğum fişlenir mi?" kaygısı devreye girmektedir.
Çünkü Kürtler bu yönde bir propagandaya da yoğun olarak maruz kalmaktadırlar.
Bazı okul müdürlerinin caydırıcı etkisi ve öğretmen/altyapı yetersizliği de diğer caydırıcı nedenler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yapılması gereken, anadil eğitiminin seçmeli olmaktan çıkarılıp, ailenin tercihine bağlı olarak zorunlu hale getirilmesidir.
Yani birinci sınıfa çocuğunu veren bir aile, anadil eğitimi talep ediyorsa, o çocuk için artık Kurmanci, Zazaki veya Arapça zorunlu dersler arasında yer almalıdır.
Çocuğun anadili ödül sistemine de dahil edilmelidir. Bir öğrencinin 12 yıllık zorunlu eğitim boyunca aldığı anadil notları Türkçeyle beraber ortalama dil puanını belirlemeli, bu ortalama lise ve üniversite giriş sınavlarında o öğrencinin dil puanı olmalıdır.
Örneklemek gerekirse, Kurmanci ve Türkçe testini çözen bir öğrenci diyelim ki, anadilden 40 doğru, Türkçeden de 38 doğru yapmış olsun; bu öğrencinin dil puanı bu ikisinin ortalaması üzerinden hesaplanmalıdır.
O zaman anadil eğitimi ciddiyet kazanacak, lise ve üniversite sınavları için hafta sonu okul dersleri, özel ders aldırma vb. ciddi eğitimler söz konusu olacaktır.
Hatta gerekirse, Temel Dini Bilgiler ve Hz. Muhammed'in hayatı gibi dersler de seçmeli olarak anadilde verilmelidir.
Bu da din-dil gönül bağını güçlendirecek, yetiştirilen öğretmenlerin de bu kalitede olmasına imkân tanıyacaktır.
Bunun için de takdir edersiniz ki, göstermelik filolojilere değil, bu kalitede öğretmen yetiştiren ciddi kurumlara ihtiyaç duyulacaktır.
Bölünme, ayrışma, kaos gibi endişeler bertaraf edildiği zaman, başka diğer haklar ve düzenlemeler de gündeme gelebilir.
O gün geldiğinde bu hakların konuşulması dahi ihtiyaç analizine ve adım adım esasına göre yapılmalıdır.
İnancım o ki, Kürt sorunu yoktur. Kürtlerin sorunları vardır. Kürtlerin en temel sorunu anadilleridir.
Bu ilk adım ciddi değerlendirilebilirse, seçmen davranışını dahi etkileyecek büyük bir hamle olacaktır.
Ez bawerim ku divé civakén şaristanî gav bı gav doza mafén xwe bikin. U divé ku welat ti carî ziraré nebine. Ez bawerim ku gava yekem zımane u zeman ji ev zemane.
(İnancım o ki, medeni toplumlar haklarını adım adım talep etmelidirler. Ülke de asla zarar görmemelidir. İnancım o ki, ilk adım dildir. Zamanı da bu zamandır.)
Not: Bu makale 12 Kasım 2022'de Demokrasi ve Birlik Derneğinin Ankara'da düzenlediği "Kürtler Ne İstiyor?" çalıştayında yaptığım sunumun çıktısıdır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish