İmparatorlukları anlamak için gündelik dünyamızdaki ulusal mantığın dışında bir okuma yapmamız gerekir.
Ulus devletler çağının geçmişi iki yüz yılı zor bulurken imparatorluklar binlerce yıldır vardır.
Geçtiğimiz günlerde İngiltere, yeni başbakanını seçti. Daha doğrusu İngiltere'deki Muhafazakar Parti, onu kendi içinden seçti.
İngilizlerin 5. Murad'ı olan ve kısacık 50 günlük başbakanlık süresiyle İngiliz tarihinin en kısa idaresini yaşayan Liz Truss, dürüst bir istifa gerçekleştirerek koltuğu Rishi Sunak'a devretti.
İnsanların tepkileri açısından olaya bakarsanız "İngiltere'nin Hindistan'la ilişkilerine dair" çokça şeyler yazıldı.
Sanki kötüydü de daha iyi olacak. Hep iyiydi. İngiltere ve Hindistan arasında ilişkilere Hindistan kökenli birinin katkısı sadece sembolik olabilir.
Kurumsal ülkelerde ve özellikle imparatorluklarda farklı etnisiteden gelen birinin idaresi, ait olduğu kraliyetin idaresine, onun icraatları da ait olduğu kraliyet ya da İmparatorluğun hanesine yazılır.
Rishi Sunak'ın ailesi Pencab kökenli ve ailenin yükselmesi Britanya İmparatorluğu'na paralel bir süreci takip etmiş. Bu aileden pratisyen hekimler ve Britanya'nın en iyi vergi memurları çıkmış.
Hindistan bağımsızlık sürecinde aileden bir kimse bile İngiltere'ye isyan etmeyi bırakın, tavır bile koymamış. Özetle aile İngiliz kurumlarıyla da kraliyetle de sorun yaşamamış.
Hindistan'la araları sadece genetik olarak taşıdıkları ten rengi ve varsa mutfaklarındaki safrandan ibaret kalmış insanları "İşte demokrasi, işte Hint kökenli başbakan seçen adamlar" diye görmek biraz süreci okuma fakirliğinin sonucudur.
Bu olgu doğaldır. Milletin yüzlerce tanımı yapılmış ama en kısa olarak tarif etmek gerekirse, "Ortak bayrağın rengiyle problem yaşamayan farklı renklerden insanlar aynı millettir" diyebiliriz.
Bu pek tabii ki ulus devletlerin tamamına uymayabilir ama İsrail de bir ulus devlettir ve Falaşalar (Etiyopya Yahudileri), Mizrahimler (Arap Yahudileri) ve Aşkenazlar (Avrupa Yahudileri) ile Sefaradlar (İspanya ve Akdeniz Yahudileri) gibi farklı renklerden farklı Yahudi topluluklarının "ulus ve din devletidir".
Bu bağlamda aynı bayrak ve temsil ettiği ortak milli hisler, onun altında saf tutan farklı renkler için bir kaynaşma sebebi olabiliyor.
İngiltere'de mevcut olan durumu alkışlarken sanki benzeri bizde hiç olmamış gibi bakan kimselere evvela Mihal Gazi'den bahsetmek gerekir.
Kendisi bir Bizans soylusu iken Osman Gazi ile dostluğu sebebiyle İslam'ı seçmişti. Asıl adı, Mihail Kosses iken onun soyundan gelenler, Mihal Gazi'den dolayı Mihaloğlu akıncıları olmuş ve akınlarıyla Balkanlarda at sürmüş, sınırları genişletmiştir.
Mevzu basittir. Bir saf seçiyorsun ve o saf senin kaderin oluyor.
Ali Kemal'in torunu olan Boris Johnson'a çok şaşırmadık ki Rishi Sunak'a şaşıralım!..
Çankırı ile çok mu alakası kalmıştır Boris Johnson'un? Hayır. Ancak birkaç kuşak boyunca İngilizlerle evliliğin ardından sarıya dönen saçları ve İngiliz kültürüyle bütünleşik ismi sebebiyle dikkat çekmedi.
Ali Kemal ne ise Rishi'nin Britanya İmparatorluğu'na bağlı ailesi de oydu. Geleceklerini yükselen bir gücün içerisinde görmek isteyen insanlar, seçimlerini o ülkelerin başkentine gitmekte görürler.
Rus Çarlığında Türk, Başkurt, Tatar kökenli yüzlerce komutan vardı. Çoğu ailece Hristiyanlaşmış, Çar huzurunda Hristiyanlığı kabul ederek yükselen bir dönemde kazananlar arasında olmayı seçen bu insanlar, Ruslaştı ve Rus kimliği içerisinde yok oldular.
Sistem, sana kazandırırken seni de kazanıyor ve senin tüm farklılıklarını kendi potasında eritiyordu.
İmparatorlukların yükselen dönemde insanları dönüştürücü etkisi, ulus devletlerin uyguladığı "milletleşmenin" ve kimi acemi Balkan ülkelerinin uyguladığı "asimilasyonun" çok ötesindedir.
Yanlış duymadınız. İmparatorlukların insanları dönüştürücü, milletleştirici etkisi daha fazladır. Ancak yükselirken fazladır. Düşerken değil.
Bu sebepten İmparatorluk daima yükselmeli ya da gücünü korumalıdır.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Sokollu Mehmed Paşa'nın kuzeni Makariye'nin (bazı rivayetlere göre biraderidir) padişahın iradesi ile Sırp Kilisesi papazı yapılması ve aynı anda Sokollu Mehmed Paşa'nın Osmanlı sınırlarını bir vizyoner devlet adamı olarak genişletme çabası da benzer zaviyeden bakmamız gereken bir örnektir.
O dönemlerde de muhtemelen şimdi Hindistan halkının Rishi Sunak'a sempatik bakması gibi Sırp halkı Sokollu Mehmed Paşa'ya aynı gözle bakıyordu.
Sokollu Mehmed Paşa'nın Sırpçayı çok iyi bilmesi, saraydaki en uzun devlet adamı olması gibi şeyler onu diğer Türklerden farklı kılsa da Sokollu, yaptıklarıyla, seferleriyle Türklüğün sayfalarına çoktan geçmişti bile.
Benzer şekilde Pargalı İbrahim Paşa, Mimar Sinan gibi örnekler de verilebilir. Evet, bunların çoğu devşirme kökenli derseniz daha yetişkin zamanlarda imparatorluğa katılan ve Kırım Savaşı'nda Osmanlı ordularını yöneten Sırp kökenli Ömer Paşa gibi örnekler de mevcut.
Padişahın hizmetine girip İslam'ı seçen komutanlar, doktorlar, stratejistler çokçadır. Kılıç Ali Reis, Giovanni Galeni adlı bir İtalyan'dır mesela. Karaköy'deki camisi önünden geçerken hep aklıma gelmiştir.
Farklı etnik gruplardan toplumlar ve kültürler, İmparatorlukların "yükselirken yükselten merdivenlerine tırmanırken" bir millet haline gelirler.
Çöküş esnasında ise bazıları o merdivenden iner. Çünkü çöküş gibi psikotravmatik süreçler, her beynin, her karakterin dayanabileceği ve geleceğini planlayacağı süreçler değildir.
Ali Kemal, Damat Ferid gibileri o dönemlerde geleceklerini aslında bize göre yanlış yerde ama kendilerine göre realist açıdan düşünüldüğünde son derece doğru yerde seçen kimselerdi.
Kazanmak istiyorlardı ve akıllarında milli bir duruş ve bu duruşun desteklediği fikirler yoktu. Bir devir çökerken yükselen bir diğerinde yerini almaktır bu.
Yunanların yaptığı katliamlar neticesinde gençken ailesiyle Girit'ten Anadolu'ya göç eden ve Manisa Mutasarrıfı (Valisi) olan Hüsnü bey de milli mücadelede Türklere karşı yapılan katliamlara önce sessiz kalmış, ardından soygunlara katılmış ve ardından Yunan ordusuyla tam bir işbirliği halinde milli mücadeleye karşı mücadele vermişti.
Kaçarken Manisa'nın köylerinden bir Rum kızla gittiği Yunanistan'da evlenmiş, vaftiz olduktan sonra da Yunan adı almıştı.
Bazıları böyledir ve hiç kaybetmek istemiyor. Yükselirken kim hain göremiyorsunuz ancak çöküşte ihanet kendini belli ediyor. Yukarı çıkan merdivende inenler pek yoktur.
Milli Mücadele döneminde bu tarz ihanetler olduğu gibi bazıları da hiç hain olmadan saf değiştirmiş ve diğer tarafa geçip kaybolmuştur.
1915-1920 arasında Anadolu'dan ABD'ye ve İngiltere'ye giderek yerleşen insanlar ve sayısı az değildir.
Saf değiştirmek, bir safın uç noktasından diğer safın uç noktasına geçince belirginleşir aslında çizginin biraz ötesinden biraz berisine geçenler daha masumdur.
Çünkü o kısımda halk vardır ve sınırın bir yanından diğer yanına gidenlerden çok en üstteki idareciler, yazar, çizer ve askerlerin saf değiştirmesi nüanstır.
Psikotravmatik süreçlerin toplumları dönüştürücü etkisi kaçınılmaz bir realite.
İrlanda'nın bağımsızlık sürecinde de Kuzey İrlanda'ya İngilizler tarafından yerleştirilen Protestan azınlık, İngiltere'den yana saf tutmuş ve burada Britanya'yı oluşturan parçalardan biri olan "Ulster" şekillenmiştir.
1974'ten bu yana Türkiye'ye karşı hiçbir şekilde ses yükseltmeyen Kıbrıs halkından da 1990'lara doğru bazıları ses yükseltmiş ve ayrılıkçılık yapmaya başlamıştır.
Bu dönemse Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin Rus ve Avrupalı kara paralar ile yükselişe geçtiği ve kuzeyle arasında refah farkını açtığı dönemdir.
Refah farkı da bazen bazı zayıf halkaların ana gövdeden kopmasına sebep olabiliyor.
Rus genelkurmayının başındaki Şoygu'nun Türklüğü sadece antropolojik bir bahis konusudur.
Yine Çanakkale Savaşı'ndan önce Türkiye Cumhuriyeti topraklarında Hristiyan edilerek Gelibolu'da üzerimize gönderilen az miktar delikanlının Türklüğü de antropolojiktir.
Antropolojik Türklük ise bir başka bayrak altında saf tuttuğunda anlamsızdır. Ruh Türklüğü, Ruh İngilizliği, Ruh Fransızlığı önemlidir.
Hasıl-ı kelam, Türkiye için söylenecek sözlere gelelim.
Bu ülkenin başına rahmetli Turgut Özal Kürt kökeni ile nasıl geldi ve hakkıyla hizmet etti ise, bir başka kökenden bir başka insan da alt kökeni ne olursa olsun bayrağa ve toplumun gönencine hizmet ettiği ölçüde Türkt'ür.
Uluslararası basında kimseye "Kürt kökenli" veyahut "Gürcü", "Laz", "Boşnak", "Arnavut kökenli başbakan" veya cumhurbaşkanı demezler.
"Türk Cumhurbaşkanı", "Türk Başbakan" diyorlar. Türk Bayrağı ile gidiyor, Türkiye Cumhuriyeti adına protokolde karşılanıyorsun ve Türklüğün dışında hiçbir şey o fotoğrafta yok. Varsa da önemsiz oranlardadır ve artık rivayetten öte değildir.
Çünkü temsil ettiğin ülke senin kimliğini kesin bir şekilde oluşturur. Sen reddetmedikçe osundur.
İster İrlanda kökenli Amerikalı lider olsun ister Afrika kökenli olsun, ister Yahudi, ister İtalyan, bir Amerikalı lider, Amerika'nın kurumlarının lideri, temsilcisidir.
Kurumların temsilcisi de o kurumların temsil ettiği ülkenin çıkarlarının temsilcisidir. Bu çıkarlar İngiltere için, Türkiye için, Rusya için devletleri yaşatan ve onun geleceğini belirleyen süreçlerdir.
Devlet adamlarının etnik geçmişleri, bayrağa aidiyetleri ve kurumlarla barışıklığı ölçüsünde önemsizdir.
Meseleye bu açıdan bakmak gerekir.
Benim hainim, bir başkasının sadık hizmetçisi olabilirken, bir başkasına göre hain olan da benim geçmişimde mühim bir şahsiyet olabilir. Çünkü seçimlerimiz, kaderimizdir.
Kendi kaderimizi yükselen bir devlete bağladığımızda ortaya çıkan şey yükseliş hikâyesidir.
O hikâye sarsılsa bile ona ve bayrağına sadık kalanlara, ülkesini en zor şartlarda bile değiştirmeden bayrağı tutanlaraysa ulus diyoruz.
Ekmek ve zor şartlar için göç edenler müstesna. Onların haklı sebebi vardır. Kastımız geleceğini, ikbalini bir başka bayrak altında gören ve artık milletinin kaderinden sıkılanlaradır.
Buna rağmen gitmeyenler ulusu meydana getirir ve onlar ne zor zamanda ne de dar zamanda ülkesinden ayrılmaz, ülkesinden ayrılanlardan ayrılırlar.
Ne mutlu onlara.
Selam ve saygılarımla.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish