Sayın Cumhurbaşkanımız sıkça partisinin ilk döneminden ‘çıraklık’, son dönemlerinden ise ‘ustalık’ zamanımız diye bahsediyor. Bunu yaparak, seçmenlere, “Hiç tecrübemiz yokken elde ettiğimiz çok başarılı performansa bakarak, kazandığımız deneyimlerle şimdi ne kadar daha iyisini yapabileceğimizi bir düşünün” demek istiyor. Ancak gözlemlenen bunun tam tersi. Çıraklık yıllarındaki büyüme ustalık yıllarındakinin çok üstünde. Bu sadece AK Parti’ye özgü bir durum değil. Aşağıdaki tablodan açıkça görüldüğü gibi, bir dönemden fazla hayatta kalan Demokrat Parti (DP), Adalet Partisi (AP) ve Anavatan Partisi (ANAP) hükümetleri altında da aynen öyle.
İktidarda geçen süre ile kişi başına düşen GSYH’deki büyüme oranı arasında ters-U şeklinde bir ilişki var. Uzun ömürlü Türk hükümetlerinin ilk dönem performansları istinasız sonraki dönemlerinkinin 3-5 katı. Aslında bu bir tek Türkiye’de görülen bir şey de değil. Ulusların Yükselişi ve Düşüşü adlı kitabında, gelişmekte olan ülkelerde beş yılı aşkın bir süre başta kalmış 33 liderin borsa performanslarını inceleyen Ruchir Sharma, borsa endekslerinin, gelişmekte olan ülkeler ortalamasına göre, önce yükseldiğini ama bir müddet sonra yatay seyretmeye başladığını tespit ediyor. Dönüm noktası iktidarın 41. ayı civarına denk geliyor. Gelişmiş ülkeler için ise buna benzer bir örüntü bulamıyor.
Bu arada, tablodaki hükümetlerin hep sağ tek parti iktidarları olduklarını fark edenlere, bunun 1950’den beri Türkiye’de tek parti hükümeti kurmayı başarmış bir sol parti ve bir dönemden fazla iktidarda kalabilmiş bir koalisyon hükümeti bulunmamasından kaynaklandığını belirtelim. Yoksa koalisyonlarda veya sol tek parti hükümetlerinde benzer bir süre-büyüme ilişkisi olmamasından değil. Türk koalisyonlarının pek çoğu altında, büyüme tek parti iktidarlarının ikinci ve daha sonraki dönemlerindeki gibi. Yani düşük performans çok daha çabuk başlıyor. Onun sebepleri başka bir yazının konusu olabilir.
Bir de, tablonun hazırlanmasında kullanılan veriyi, ekonometrik metotlarla, baz etkisini, seçim ekonomisini ve dışsal faktörleri işin içine katarak incelediğimizde de, bulduğumuz örüntünün değişmediğini belirtmekte fayda var.
Bu örüntünün çok farklı zamanlarda, çok farklı yerlerde ve çok dönemli Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan hükümetlerinin hepsinde görülmüş olması, belli bir kişiye veya olaya bağlanarak açıklanamayacağını gösteriyor.
Öte yandan, bunun gelişmiş ülkelerde görülmemesi veya daha zayıf bir şekilde görülmesi de bir kader olmadığının belirtisi olarak alınabilir.
Hatada ısrar eden liderleri değiştirebilecek veto oyuncularının olması lazım
Ekonomik büyüme, kaynakların çoğaltılması kadar, hatta daha fazla, doğru yerlerde kullanılmaları ve verimliliklerinin arttırılmasına bağlı. İyi bir performans için bu konularda doğru kararların verilmesi, politikaların değişen şartlara göre değiştirilmesi, hataların çabuk fark edilmesi ve çabuk düzeltilmesi gerekiyor.
Bunların gerçekleşmesi için de kararların ciddi bir müzakere ortamında alınması, değişiklik ihtiyaçlarına ve hatalara dikkat çeken bürokratların görevlerinden alınmaktan, milletvekillerinin gelecek seçimde aday gösterilmemekten çekinmemeleri, bilerek veya bilmeyerek hatada ısrar eden liderleri dengeleyecek ve kontrol edecek, icabında demokratik yollarla değiştirebilecek veto oyuncularının olması lazım.
Tabii bahsedilen kişilerin görevlerine liyakat esasına göre gelmeleri de önemli. Tek parti hükümetlerinin ilk dönemlerinde durum az çok böyle ama hiçbir zaman öyle kalmıyor. Peki, neden?
Tek parti hükümetlerinin ilk başta mevcut düzen ile fazla bağları yoktu
En önemlisi, Türkiye’de tek parti hükümetlerinin hep yeni partiler tarafından kurulmuş olmaları. DP ve AP beşinci yıllarında, AKP ikinci yılında, ANAP ise birinci yılında tek başına iktidara geldi. O esnada hiç birinin lideri bir buçuk yıldan eski değildi. Ayrıca, esas liderlerinin gücüne yakın gücü olan başka liderleri de vardı.
İlk dönemlerinde, bu partilerin milletvekillerinin, belediye başkanlarının, bakanlarının, yerel teşkilatlarının sözleri geçmekteydi. Parti kurulları sadece tasdik görevi görmemekteydi. Politikalar müzakereler sonucunda belirlenmekteydi.
Ayrıca, uzun süredir iktidarda olmadıklarından ilk başta bu partilerin mevcut düzen ile fazla bağları yoktu. Onun için, selefleri koalisyon hükümetleri altında ertelenen ama gerekli olan reformlar hep bu dönemlerde gerçekleştirilebildi.
İktidar partilerinde güç hızla merkezde ve tek elde toplanıyor
Türkiye’de sıkça kuvvetler ayrılığının önemi vurgulanır. Bu tabii çok gerekli ama her kuvvetin içinde de kontrol ve denge sağlayacak mekanizmalara ihtiyaç var. Bunların başında parti-içi demokrasi geliyor. Bunun eksikliği yüzünden iktidar partilerinde başlangıçta dengeli ve kontrollü bir şekilde dağılan güç, partinin ekonomik performansı ile gelecek seçimi garantilemesi ve darbe olasılığına karşı daha dayanıklı hale gelmesinden sonra, hızla merkezde ve tek elde toplanmaya başlıyor. Yetenekli politikacılar ve teknokratlar yerlerini lidere biat edenlere bırakıyor.
Düzenleyici kurumların ve Merkez Bankası’nın zaten kısıtlı olan bağımsızlıkları ve basın hürriyeti daha da kısılıyor. Müzakere yerine istişare öne çıkıyor. O zaman da yanlış kararlar artıyor, hatalar geç fark ediliyor, fark edildiğinde de hemen değiştirilemiyor. Yeni yaratıcı fikirler yeşeremiyor.
Seçim ekonomisi uygulaması ile bozulan ekonomi daha da kötüleşiyor
Ekonomi politikaların tespitinde prensiplerin yerini keyfilik alıyor. Politikalarda yapılması gereken revizyonlar, başlangıçta yapılan reformların yarattığı yeni statükodan beslenen rant guruplarını tatmin etmek için, devamlı erteleniyor. Başka gurupların rant taleplerini karşılayabilmek için piyasalara yapılan müdahaleler, rekabetsiz verilen kamu ihaleleri ve yolsuzluklar artıyor.
Politikalar beklenmedik ve ani bir şekilde değiştirilebiliyor ve bu çok kere değişen ekonomik koşullara uymak için değil politik nedenlerle yapılıyor. Bütün bunlar da ekonomik performansı düşürüyor. Oy oranı bu yüzden kritik bir seviyeye inen hükümet seçim ekonomisi uygulamaya başlayınca bozulan ekonomi daha da kötüleşiyor.
Yazılanlardan, “Liderleri veya partileri bir dönemle sınırlamak lazım” veya “Ne yapılacaksa hızla ilk dönemde yapılmalı” dersleri çıkaranlar olabilir, ama bu çok yanlış olur. Yapılması gereken, tek parti hükümetlerinin ilk dönemlerinde görülen demokratik ortamı, denge ve kontrol mekanizmasını, sistematik olarak diğer dönemlerine de taşımak. Bununla ilgili yapısal değişiklikleri yapabilsek, en başta parti-içi demokrasiyi kurabilsek, kat be kat daha hızlı büyüyeceğiz.
Çok dönemli Türk hükümetleri altında kişi başına GSYH’de büyüme: 1950-2018
* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish