Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun B tipi akreditasyon statüsü alması ne anlama geliyor?

Fatma Bostan Ünsal Independent Türkçe için yazdı

Görsel: TİHEK

Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), hem web sitesinde hem de resmi Twitter hesabından övünerek 10 Ekim 2022 tarihinde Ulusal İnsan Hakları Kurumları Küresel Ağı (GANHR) nezdinde akreditasyon statüsü kazandığını bildiriyor.

Bu habere biraz daha dikkatli bakacak olursak TİHEK'in B grubu statüsüne sahip olduğunu görürüz.

Yine bu kurumun internet sitesinde yer alan bilgilendirmeden anlıyoruz ki Paris Prensipleri ile uyumluluk gösterdiği düşünülen kurumlar A düzeyinde akredite ediliyor ve A statüsünde olan ulusal kurum sayısı 86, Türkiye bu 86 kurum arasında değil.

A düzeyinde statü olabilmesi için, Paris Prensipleri çerçevesinde bu kurumların yasal dayanağının olması, hükümetten bağımsız olma ve özerklik, insan haklarının korunması ve güçlendirilmesi için geniş yetkilere sahip olma, üye seçiminde ve tayininde çoğulculuk ve bağımsızlığın sağlanması, sivil toplum ve devlet arasında köprü olma gibi özelliklere sahip olması gerekmektedir.

Bu özellikler dikkate alınarak, Akreditasyon Alt Komitesi tarafından bu statü verilir. Söz konusu Akreditasyon Alt Komitesine sadece A statüdeki kurumlardan aday gösterilebilmektedir. 


Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nun 2016 yılında, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu ile artık bu isimle devam eden kurumun, başkanı ve kurul üyeleri tümüyle Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Bu nedenle TİHEK'in hükümetten bağımsız çalışabilmesi çok zordur.

Her ne kadar danışma toplantılarına Türkiye'de bilinen insan hakları dernek ve vakıflarını davet etseler de bu toplantılarda ele alınan konular ve yaklaşımların doğrudan politikaya yansımasını sağlayacak bir mekanizma öngörülmemesi nedeniyle sivil toplum-hükümet işbirliği zorlaşmaktadır.

Hatta bu nedenle alanla ilgili bilgi sahibi olan ve yıllardır bu alandaki çalışmaları nedeniyle ulusal ve uluslararası ölçekte tanınırlığı ve güvenilirliği olan insan hakları kuruluşlarının toplantılara katılmaya rezerv ile yaklaştıkları, bunun da TİHEK'in sivil kurumlarla yakın işbirliğini zorlaştırdığı söylenebilir. 

Ayrıca, başkanın seçim usulünün de sadece Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmesi kurumun başkanının tercihleri ve eğilimi çerçevesinde çalışmasına sebep olmaktadır.

Nitekim önceki başkan Süleyman Arslan zamanında klasik insan hakları içeriği içinde görülmeyen "aile hakkı" konuşunsa sempozyum düzenlemiş, genel insan hakları konseptinden uzak söylem ve yaklaşım içinde bulunmuştur. 

Genelde hükümete çok bağımlı görüntü vermesi sebebi ile insan hakları ihlalleri olduğunda vatandaşların TİHEK'i tarafsız ve etkili bir merci olarak görmediği de bir gerçektir.

Hükümetten bağımsız şekilde üyelerin ve başkanın seçilebilmesi ve sonra çalışabilmesi gerçekleşirse vatandaşın güven içinde başvurabileceği etkin bir mekanizma olur ve A kategorisinde akreditasyon da alınır. 

Türkiye'de eskiden beri hemen her kesim siyasetçi ve önemli bir toplum kesimi tarafından uluslararası kurumlara karşı çelişkili bir tutum alınmaktadır.

Uluslararası kurumların Türkiye ile ilgili olumlu kararları veya ABD gibi ülkelerin Başkanlarının Türkiye Cumhurbaşkanı veya Başbakanları ile görüşmeleri büyük başarı olarak görülüp gösterilirken olumsuz görüşler, içeriğinden bağımsız olarak hemen Türkiye'yi kıskanmanın, düşman olmanın bir karinesi olarak algılanıyor.

Bu çerçevede AB'nin birkaç gün önce 12 Ekim tarihinde hazırladığı Türkiye Raporu da "AB'nin stratejik bakış açısından uzak ve ülkemize yönelik vizyonsuz yaklaşımını yansıtmakta" olduğu, AB'nin "Türkiye'ye karşı sorumlulukların göz ardı edildiği, çifte standartlı yaklaşımın sergilendiği" bir rapor olarak değerlendirildi.

Anayasa Mahkemesi bile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini açıkça belirtirken "Yargı ve temel haklar faslındaki mesnetsiz iddiaları ve haksız eleştirileri kabul etmiyoruz" diyerek diyaloğa kapalı bir ifade tarzı seçilmiş olmaktadır.

Bu tutum, I. Dünya Savaşı ve arkasından İstiklal Savaşı nedeniyle Batılı devletlerle savaşan ama hukuk dahil pek çok alanda Batılı kurum ve anlayışı hakim kılmak isteyen Cumhuriyetin ilk dönem yöneticilerinin politikalarına benzer şekilde ikilemde bırakıyor: Hem Avrupa Birliği ve kurumları ile iyi ilişkileri başarı olarak görüyor hem de bu kurumların uzmanlık gerektiren raporlarının dikkate alınmayacağı belirtiliyor. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu çerçevede muhalefetin "Sansür Yasası" olarak eleştirdiği, hükümetin "Dezenformasyon Yasası" ile ilgili olarak Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi İzleme Komitesi'nin isteği üzerine Venedik Komisyonu ile Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk Devleti Genel Direktörlüğü ile acil olarak yayımladığı görüşünün hiç dikkate alınmaması yazık olmuştur.

Venedik Komisyonu'nun Cumhur İttifakı partileri, muhalefet partileri ve sivil toplum ile görüşmeler neticesinde diğer ülkelerin tecrübelerine de dayanarak bu kanunla ilgili ayrıntılı bir değerlendirmeyi içeren uzmanlık görüşünü gözönüne almadan bu yasanın parlamento önüne gelmesi ve muhalefetin önergelerini de dikkate almadan geçmesi büyük bir talihsizlik olmuştur.  


Bu rapor, hükümetin diğer ülkelerde de benzer yasalar olduğu iddiasını tek tek Almanya, Fransa, Birleşik Krallık ve Yunanistan örneğindeki yasalarla karşılaştırıyor ve hiç birinde "yanlış ve yanıltıcı bilgileri verenlerin cezalandırılacağı" hükmünün olmadığını söyler.

Ayrıca mesela Fransa'daki düzenlemenin Anayasa Konseyi tarafından engellendiğini belirtir, Yunanistan'da benzeri düzenlemenin sadece "Kovid" salgını ile ilgili olarak uygulandığını ve anayasa hukukçuları tarafından sert şekilde eleştirildiğini ifade eder. 


Bu yasa teklifinin ifade özgürlüğünü ciddi olarak kısıtlayacağı genel kanaatini oldukça ayrıntılı olarak anlatan bu raporun en önemli eleştirisi, seçim sırasında getiriliyor olmasının ciddi anlamda sakıncalar doğurabileceğidir:

'Yanlış ve yanıltıcı' olarak muğlak bir şekilde tanımlanan kamuya açık bilgilerin suç sayılmasının medyanın çalışması üzerinde caydırıcı bir etki yapacağı muhtemeldir. Otosansür bilgi akışını ve genel tartışmayı engelleyebilir ve halkın her türlü bilgi ve fikir alma hakkını önemli ölçüde yok edebilir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU