Türk modernleşmesi bağlamında aydınlanma üzerine daha önce kaleme aldığım yazıda Türk Aydınlanmasının tamamlanmamış bir proje olduğunu ileri sürmüştüm.
Söz konusu yazıda Cumhuriyet dönemimizin özgün düşünürü Takiyettin Mengüşoğlu'nun İnsan Felsefesi'nde tarihsel varlık alanının ilkeleri başlığı altında dile getirdiği "gelenek" kategorisini temel alarak bir yorum yapmış, buna göre, Türk Aydınlanmasının amaçlarından birinin toplumumuzda egemen olan donmuş gelenek anlayışının terk edilmesi ve yerine akıcı bir geleneğin kurulması olduğunu dile getirmiştim.
Akıcı bir gelenek ise ancak bilim, sanat ve felsefeyle kurulabilirdi.
Şunu da belirtmek gerekir ki Osmanlı'da bir sanat geleneği halihazırda vardı.
Burada sanat geleneği ile kastım, bizim için yeni olansanat dallarıdır.
Özetle, toplumumuzda bir bilim geleneği, bir sanat geleneği ve bir felsefe geleneği kurulmalıydı.
Tanzimat ile birlikte tüm bu alanlarda Batı'dan yaptığımız aktarmalarla deyim yerindeyse işe başladık.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Söz konusu aktarmalarla Tanzimat döneminden Cumhuriyete (özellikle 20'nci yüzyılın ortasına kadar olan dönem) gerek bilim gerek sanat gerekse de felsefe alanında Batı'da ortaya konulmuş olan pek çok yapıt dilimize çevrildi.
Çeviri hareketi kanımca Türk Aydınlanmasının en dikkate değer başarılarından biridir.
Hasan Âli Yücel Klasikleri dizisiyle bilim, sanat ve felsefe alanında dilimize kazandırılan yapıtlar andığım çeviri hareketine örnek gösterilebilir.
Evet, böylesi çalışmalar kültürümüz adına değerli kazanımlara vesile oldu.
Yalnız çeviri hareketi, toplumumuzda akıcı bir geleneğin kurulması için kendi başına yeterli değildir; çünkü yeri geldiğinde birbiriyle çelişen düşüncelerin özgürce tartışıldığı bir ortam olmadan bilimin, sanatın ve felsefenin gelişiminden söz edemeyiz.
O halde Türk Aydınlanmasının başarıya ulaşmasının zorunlu koşullarından biri her çeşit düşüncenin özgürce tartışılabildiği bir siyasal düzenin toplumumuzda egemen olmasıdır.
Ancak Cumhuriyet dönemi siyasi tarihimize dönüp şöyle bir baktığımızda başta askeri darbeler olmak üzere pek çok şeyin buna engel olduğunu görüyoruz.
Tam da bu noktada Avrupa Aydınlanmasının John Locke, Montesquieu, Voltaire ve Jean-Jacques Rousseau gibi filozof ve düşünürlerini anabiliriz.
Bu düşünürler eserlerinde kuvvetler ayrılığı, halk egemenliği, düşünce ve ifade özgürlüğü, cumhuriyetçilik gibi siyasal düşünce ve ilkeleri dile getirmişlerdi.
Siyasal liberalizmin, inanç özgürlüğü, basın özgürlüğü, sivil haklar ve sivil özgürlükler, liberal demokrasi, ekonomik ve siyasi özgürlük, hukukun üstünlüğü, özel mülkiyet ve piyasa ekonomisi gibi fikirleri de Aydınlanma dönemi Avrupası'nda tartışılmaktaydı.
Hatta bizde de bir Osmanlı devlet adamı olan, çeşitli nazırlık görevleriyle vezirlik görevinde bulunan Münif Paşa'nın (1830-1910) daha 1884 yılında yayımlanan kitabı Telhîs-i Hikmet-i Hukûk ile 1885 yılında yayımlanan kitabı Hikmet-i Hukûk'ta siyasal liberalizmin hak ve özgürlüklere ilişkin ilkelerini uzun uzadıya tartıştığını biliyoruz.
Yani Münif Paşa bir baskı aygıtı olan devletin müdahalesine karşı bireylere sivil özgürlüklerini kazandırma amacında olan siyasal liberalizmin günümüzden 138 yıl önce ateşli bir taraftarıydı.
Evet, Münif Paşa'nın eserini yazmasının üzerinden 138 yıl geçmesine karşın hala bu konuları tartışıyor olmamız Türk Aydınlanmasının neden yarım kalmış bir proje olduğuna açıklık getiriyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish