Ayotzinapa olayı: Kriminal devlet "başarısız devlet" midir?

Özgür Uyanık Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: JanNimmo

Bir devletin, rejim karşıtlarının ya da düşman bir devletin kontrolüne geçtiğinde ne olacağını biliyoruz. 

Peki aynı devlet; çıkar ve güç için birleşmiş komplocu kişilerin, uyuşturucu tacirlerinin ve mafyanın politikacılarla birlikte toplumu kontrol etmesi için bir suç kurumu haline gelirse ne olur? 

Bu tür bir devlet nasıl adlandırılmalı ya da tanımlanmalı?

Bu soru, 43 Ayotzinapa Kır Öğretmenlik okulu öğrencisinin, 2014'te korkunç biçimde yok edildiği günden bu yana Meksika'da günlük hayatın bir parçası.

Son birkaç haftada yaşanan gelişmeler de bu kanıyı güçlendirir nitelikte.
 

 

Ayotzinapa olayıyla ilişkili olarak aranan Jesus Murillo Karam, geçtiğimiz 20 Ağustos'ta teslim oldu.  

Jesus Murillo, Enrique Peña Nieto'nun devlet başkanlığı döneminde, "Procuraduría" olarak anılan yürütmeye bağlı sınırsız biçimde en üst düzey yetkili Cumhuriyet Başsavcısıydı.

Murillo soruşturmayı bilerek saptırmış ve sonuca ulaşmasını engellemişti.

Geçen hafta sonu hükümete bağlı İnsan Hakları Sekreterliği yaptığı araştırma raporunu açıkladı.
 

 

Raporda; olayın gerçekleştiği Iguala bölgesinde yukarıdan aşağıya tüm devlet yöneticilerinin uyuşturucu trafiğine eklemlendiği ve 43 öğrencinin ordu dahil tüm güvenlik birimlerinin işbirliğiyle yok edildiği ifade edildi. 

Rapordaki bir ayrıntı dikkat çekiciydi: Şimdiye dek bilinen şey öğrencilerin 26 Eylül 2014 akşamı ve 27 Eylül gece yarısı üç değişik noktada, bir kısmı olay yerinde, geri kalanlarının kaçırılarak öldürüldüğü ve cesetlerinin kaybedildiğiydi.

Fakat tespit edilen bir dinleme, olaydan 4 gün sonra kayıp öğrencilerden altısının halen hayatta olduğunu ortaya koyuyor. 
 

 

Kimliği tespit edilemeyen bir kişi, bölgedeki 27. Piyade Taburun'un komutanı Albay José Rodriguez'i arayarak öğrencileri alıkoydukları yeri bildiriyor.

Bu inanılmaz bir şey, çünkü 27 Eylül günü olay duyulduğunda yalnızca Meksika'da değil, tüm dünyada yankı uyandırmıştı.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bile Meksika'ya BM Gücü göndermekten bahsetmişti.

Bütün dünya 43 öğrencinin akibetini sorguluyordu.

İşte tam bu sırada 6 Ayotzinapa öğrencisi bir depoda elleri kolları bağlı halde kaderlerini bekliyormuş. 
 

 

Rapor, olaydan dört gün sonra bu 6 öğrencinin Albay Rodriguez'in emriyle ortadan kaldırıldığını ifade ediyor.

Böylece ilk kez resmi bir raporda bu katliama silahlı kuvvetlerin iştirakinden bahsedildi ve mahkeme 20 asker için yakalama kararı çıkardı.

Oysa olayın başından itibaren gözler hep Albay Rodriguez'in 27. Piyade Taburu'ndaydı. 

Çünkü öğrencilerin içinde bulunduğu otobüslere 3 saldırı noktasının ortasında bu tabur bulunuyordu.

Üstelik bu taburda ülkenin en büyük krematoryumu vardı. 
 

 

Ayrıca, herkesin bildiği bir gerçek; bölgede ordunun bilgisi haricinde bu boyutta bir suç işlenemezdi.

Üstelik bölgede egemen "Guerreros Unidos" adlı kartelle Albay Rodriguez'in ilişkisi daha önce de bazı resmi belgelere yansımıştı.

Dahası 2020 Kasım'ında tutuklanan kartel ve katliamla bağlantılı Yüzbaşı José Martínez Crespo da onun emrindeydi.

Raporun açıklanmasından sonra 20'si komutan 80'den fazla kişi hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. 

43 Ayotzinapa Kır Öğretmen Okulu öğrencisinin kaybedilmesi olayıyla ilgili içlerinde Iguala valisi ve karısı, polis şeflerinin olduğu 60'tan fazla tutuklu ve AIC adlı istihbarat servisinin şefi Tomás Zerón gibi bir o kadar aranan kişi var. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Meksika'da yaşayanların çoğu için olan bitenler o kadar sıradan ki.

Ancak bu ülkeye uzaktan bakanlar bir devletin bu tarz bir katliama iştirak etmesinin altında ne olduğunu sorguluyor. 

Ayotzinapa öğrencileri, yukarıdan aşağıya devlet aygıtının neredeyse kurumsal tüm birimlerinin işbirliği içinde yok edilmesi sonucunu doğuracak ne yapmış olabilirler?

Yaşları 17 ile 25 arasında değişen "43 Ayotzinapalı", 1968'de Meksika başkentinin göbeğinde gerçekleşen "Tlatelolco Katliamı"nı anmak için yola çıkmıştı.

Tlatelolco'da miting yapan 400'den fazla üniversite öğrencisi ordu tanklarından açılan yaylım ateşiyle hayatını kaybetmişti.

Tlatelolco, Azteklerin insan kurban ayinlerinin yapıldığı merkezdi. İspanyol fethi sonrasında da birçok katliamın gerçekleştiği bölgeydi burası.

1985 depreminde çöken bu semtte yüzlerce ölüm gerçekleşmişti. Bu yüzden çoğu Meksikalı Tlatelolco'nun kan isteyen Tanrıların dileğini yerine getirdiğine inanıyor.

Zaten 46 yıl arayla gerçekleşen iki katliam bir Aztek kurban verme sahnesinin tekrarı gibi. 
 

 

İnsan kurban etmenin sadece eski çağlardaki din ve devlet otoritelerinin yöntemi olduğunu kim iddia edebilir?

Ya da şöyle soralım: İnsan kurban etmeden insan topluluğunu yönetmek mümkün müdür?

Değişik biçimlerle ya da dolaylı da olsa "kurban vermek" statükoyu korumanın en çok başvurulan yolu değil midir? 

Kurban verme ritüeli çoğu zaman kurbanın gönüllülüğüne dayanır.

Bir avuç insanın daima sınıfsal hiyerarşinin en üstünde oturması milyarların "fedakarlığıyla" gerçekleşmiyor mu?

Savaşlarda yönetici elit, halktan canlarını feda etmelerini istemiyor mu?

Hatta çoğu zaman politika bu işe yaramıyor mu; kitlelerin kendilerini feda etmesine ya da fedakarlık yapmaları gerektiğine inandırma becerilerinden güç almıyor mu politikacılar?

Ne yazık ki çıkarları için başkalarını feda etme mantığı sadece elitlere özgü değil. 

Ayotzinapa Katliamında, sıradan bekçiyle Milli Güvenlik Sekreterini aynı suçta ortak haline getiren şey de bu içgüdü.

Kurbanlar da rasgele seçilmiş değil kuşkusuz.
 

 

Ayotzinapa Kır Öğretmen Okulu öğrencileri ya da Meksikalıların andığı biçimde söylersek "Normalista"lar çok güçlü Marksist, sosyalist, devrimci kimliğe sahip bir grup. 

Dünyanın her yerinde bu tarz "komünist" ve yoksul öğrenci grupları Soğuk Savaş'tan kalma bir alışkanlıkla resmi otoritelerin kolay hedefidir.

En politik öğrenci eylemlerinin başını onlar çeker. Gözaltına alınırlar, ağır işkencelerden geçirilirler. Bazıları silahlı gruplara üye olduğu suçlamasıyla tutuklanır. 

Ancak günümüz Meksika'sında herhangi bir radikal sol grubun rejim için tehdit olduğunu kimse iddia edemez.
 

 

Örneğin 1968'de ki Tlatelolco Katliamında, ABD desteği ve teşviki aleniydi. Fakat şimdi uluslararası konjonktür bunu destekler nitelikte değil.

Fakat yine de devletin güvenlik birimlerinin bu grubu Soğuk Savaş'taki "komünist tehdit" gibi değerlendirdiği açık. 

Anlaşılan uyuşturucu, petrol ve göçmen kaçakçılığı, kadın ticareti gibi çıkarlardan beslenen bugünkü Meksika devlet aygıtı, ideolojik gıdasını geçen yüzyıldan alıyor.

Ancak bu içi kof ve iktidar için gerekli ittifaklara zemin oluşturamayacak kadar boş bir ideoloji.
 

 

Meksika'daki egemen güçler ittifakının belirgin bir ideolojisi yok. Meksika devleti devasa bir kriminal örgüt gibi hareket ediyor. Yerelden ulusala her kuvvet, egemenliğindeki alanda en yüksek rantı elde etmek için her türden suça karışıyor.

Kurumsal demokrasi köklü bir geçmişe sahip olmasına rağmen sisteme ruhunu veren bu çıkar ortaklığına dokunamıyor. Kimsenin bu yapıyla mücadele etme gibi bir hedefi yok.

Manuel Lopez gibi yıllardır hiç kimsenin samimiyetinden şüphe duymadığı "yolsuzluğa karşı mücadele" sloganıyla iktidara gelmiş bir başkan bile artık bu çıkar örgütlenmesinden bahsetmiyor.

Tam tersine akan kanı biraz olsun durdurabilmek için onlarla anlaşma yolunu arıyor.

(Yine de tüm çelişkilerine karşın Manuel Lopez'in "Ayotzinapa Katliamı"nın sorumlularını ortaya çıkarması ve yargıya sevk etmesi tarihsel önemdedir.)
 

 

Karteller, çeteler ile yolsuzluğa ve kirli ilişkilere bulaşmış bürokrasi arasındaki ortaklık günümüzde bir istisna değil, yeni demokrasinin bir özelliği.

Güncel devlet, eğitimden başlayarak ekonomik ya da sosyal gelişimin ihtiyacı olan araçları garanti etme kapasitesinden yoksun.

Bunun yerine kriminal unsurlarla bütünleşerek toplumu yönetme becerisini geliştiriyor. 

Egemenliğini sürdürdüğü için "kriminal devlet" "başarısız devlet" sayılmaz.

Hatta "kriminal devlet" miadını tamamlamış mevcut devlet örgütlenmesinin ömrünü uzattığı için başarılı bile sayılabilir. 
 

 

Öte yandan bu koşullarda toplumun kurumlara olan güveni kalmadığı için neocon'cu siyasetler de güçlenerek devletin tasfiyesini hızlandırıyor. 

Bu kriminal batağa daha az batmış ülkelerde Sol, kurumsal demokrasiye sahip çıkarak toplumsal gelişmeyi ve umudu canlı tutma yolunu seçiyor. 

Ama krizler derinleştikçe; bir yanda sermaye her gün daha az elde toplanırken diğer yanda "kriminal ekonomi" en geniş toplumsal tabana yayılıyor. 

Devleti giderek daha işlevsiz hale getiren bu süreç, ülkeleri bugün Meksika'da olduğu gibi, kartel benzeri güç odaklarının çatısı altında irili ufaklı sayısız çete tarafından yönetilir hale getirebilir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU