İran'da başlayan hadiseler dünyanın gündeminde. Rejimin kadına yönelik baskıcı tutumuna karşı sokağa dökülen kadınlar özgürlük talebini yüksek perdeden dillendiriyor.
Kadınlar, İran tarihinde İngiliz sömürgesine ve Şah rejimine başkaldırdığında olanlar ortadayken bu eylemleri küçümsemek yahut görmezden gelmek İran'ın yakın tarihine bigâne olanların yapacağı iştir.
Elbette bu protestoların nihai bir sonuçla rejimi devirmesi söz konusu değil, ama çok şeyi değiştireceği aşikâr.
Hanedanlıklar döneminde kadın
Elam uygarlığından bu yana önemli bir jeopolitik teşkil eden İran coğrafyası birçok önemli medeniyete ev sahipliği yaptı.
Milattan önce 7'nci yüzyılda kurulan Medler, Büyük Pers İmparatorluğu'nun temelini attı.
Millattan önce 5'inci yüzyılda kurulan Pers İmparatorluğu, aynı zamanda Fars medeniyetinin de kimliğinin oluşmasına büyük katkı sağladı.
Persler tüm Anadolu'yu ele geçirdiği gibi sınırlarını Yunan devletçiklerine kadar genişletmeyi başardı.
Bugün Batı'nın tarihi ve edebi literatüründe birer tiran gibi lanse edilse de Pers İmparatorluğu'nun iki büyük imparatoru Keyhüsrev ve Daryus insanlık tarihinde eşine az rastlanır ihtişamda bir devlet nizamı teşkil etmeyi başardı.
Bu büyük imparatorluğun sonunu ise tarihin en büyük imparatorlarından birisi kabul edilen Büyük İskender getirecekti.
Farslılarınki gibi büyük bir medeniyeti yalnızca militarist stratejilerle tarihten silmek pek mümkün değildi.
Nitekim Büyük İskender'in ölümü sonrası bu devlet farklı isimlerle tekrar kurulacaktı; ama bu kez Roma İmparatorluğu gibi bir dev karşısında varlık göstermek zorunda kalacaktı.
Roma da Fars medeniyetini tarihten silmeyi başaramadı ve milattan sonra 3'üncü yüzyılda Sâsani İmparatorluğu kurularak Roma hegemonyası Farslılar tarafından yıkıldı.
Sasaniler döneminde Farisiler Zerdüşlük dinine sıkı sıkıya bağlandı ve güçlü bir kimlik inşa etmeyi başardı.
İslam'ın doğuşundan sonra Hazreti Ömer, Kadisiye ve Nihavend zaferleri ile İran coğrafyasında güçlü bir İslamlaşma süreci başlattı.
İranlılar İslamiyet'i kısa sürede benimsedi; ama Arapların mevali politikası ciddi hoşnutsuzluklar yarattı.
Bunun üzerine Farisi destekli Abbasi isyanı Emevilerin yıkılmasına neden oldu.
İranlılar bir yandan Müslüman olurken öte yandan İslam dünyasında bilim ve kültürün taşıyıcı hamisi konumuna yükselmişti.
Araplar siyaset, Türkler askeriye ile ilgilenirken Farisiler bilim, sanat ve medeniyette İslam'ın altın çağını başlatmıştı.
Abbasilerden sonra, Selçuklular ve Timurlar devrinde de Farisilerin bu fonksiyonu değişmemişti.
Yüksek kültürel seviyesi ile İran coğrafyası kendisini işgal eden her devleti günün sonunda fethetmeyi başarmıştı.
İran'daki Türk hâkimiyeti ve Safevîler
1925 yılında Kaçarlar Hanedanlığı tasfiye edilinceye kadar İran'ı Türkler yönetmiştir.
Birçok Türk şahı ve hanedanlığı İran'da farklı farklı devletler kurmuş, İran siyasetini dizayn etmişti. Bu devletlerin içerisinde şüphesiz en dikkat çekeni Safeviler idi.
Safevîler bir siyasi organizasyon olarak değil, bir tarikat olarak kuruldu. Şeyh Safiyüddin-i Erdebîlî'nin kurduğu bu tarikatın asıl misyonu Moğolları İslamlaştırmaktı.
Moğollar, Safevîlerin Türk olması nedeniyle onlara hoşgörülü davranıyor ve misyonlarını yerine getirmeleri için ayrıcalık tanıyordu.
Moğolların tanıdığı bu ayrıcalık Safevîye Tarikâtı'nın uçsuz bucaksız bir coğrafyada sayısız mürit toplamasını sağladı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Timur zamanında bu ayrıcalıklar daha da artırılmış ve Safevîye Tarikâtı'nın gücüne güç katılmıştır.
Sünni bir devlet olmasına rağmen Akkoyunlu devleti, Safevîye Tarikâtı'nın politik manevra kazanmasını sağlayacak devlet olacaktı.
Tarikatın nüfusundan yararlanmak isteyen Uzun Hasan, kendisine asker tedarik etmesi karşılığında Safevîye Tarikâtı'nın lideri Şeyh Cüneyd'e serbest propaganda yapmak hakkı tanıdı.
Bu sayede tarikat, hem askerlik meselesine girdi hem de birçok bakir alanda propaganda yapma imkânının sahibi oldu.
Şeyh Cüneyt aynı zamanda Uzun Hasan'ın kız kardeşi ile evlenmiş ve bu evlilikten Şeyh Haydar dünyaya gelmişti.
Tarikatın artık hem siyaseten asil bir lideri vardı hem de dini fonksiyonları üstlenecek güçlü bir şeyhi.
Zaten tarikat kısa bir süre sonra sayıları on binleri bulacak atlı ve yaya taburlar kurarak coğrafyanın önemli güç unsurlarından birisine dönüşecekti.
Bu dönemde kadınların esamisi okunmamış ve hareme hapsedilmişlerdi.
Kaçarlar'ın düşüşü ve kadın
1 Mayıs 1896 tarihinde İran modernleşmesini hızlandıran isimlerden birisi olan Nasıreddin Şah, Mirza Rıza Kirmani isimli bir fanatik tarafından suikast sonucu öldürülmesi aydınlar arasında bir şok etkisi yaratmıştı.
Ulemanın ıslahat fikirlerini hayata geçirmek adına kurduğu 'Feramason' isimli gizli örgüt kısa sürede İran halkı arasında yayıldı.
Feramason üyelerinin Kirman'da yaktıkları isyan ateşi kısa sürede Tahran'a kadar yayıldı.
Tahran Valisi ve Sadrazamı devirmeyi başaran isyancılar nihayet 1906 senesinde İran'ın meşrutiyet yönetimine geçmesini sağladı.
Yüzyıllardır İran'ı yöneten Türk hanedanlığı Kaçarlar ilk kez iktidarlarını bir meclisle bölüşmek zorunda kalmıştı.
İranlı ünlü Türk tarihçi Ahmed Kesrevî, siyasi atmosferi şu sözlerle betimleyecekti:
Halk Muzafferuddin Şah'ı saf ve güçsüz olarak görmekte ve bütün kötülüklerin başında Emin'ud-Devle'nin bulunduğunu düşünmektedir. Bu dönemde İran'da işler iki grubun kontrolündeydi:
İlki hiçbir şekilde söz söylenemeyen Saray ve Şah'ın etrafında yer alanlar ve diğeri halkı ayaklandırabilecek din adamlarıydı. Emin'ud-Devle her iki grupta da düşmanlara sahipti, bu şahıs etrafındaki ulemaya para vererek, çevresindekilerin gönlünü alarak işlerine devam ediyordu.
Öyle bir dönem gelmişti ki hazine boşalmış ve etrafına para dağıtamaz hale gelmişti, işte ona aşırı düşmanlık besleyenler artık ondan para alamayan ve onun kandırmacalarına inanmayanlardı.(Ahmed Kesrevî,
Tarih-i Meşrute-i İran)
1921 yılına gelindiğinde ise İran'da artık güçlü bir parlamento ve son derece zayıf bir Kaçar Hanedanlığı bulunuyordu.
Kaçar Şahı Ahmed Han ise yaşanan tüm kaotik ortamı görmezden gelip mütemadiyen Avrupa seyahatleri gerçekleştiriyordu.
Oysa Avrupa imajı yarı İngiliz sömürgesi konumunda bulunan İran için sorun teşkil ediyordu; çünkü İran kamuoyu, Kaçar Hanedanlığı'nı Britanya'nın kuklası olarak görüyordu.
Savunma Bakanlığı görevini üslenen Rıza Han (Pehlevi) ülkedeki muhalefeti de arkasına alarak Ahmed Akvam hükümetinin iktidardan düşmesine neden oldu.
Rıza Han, sürekli ülke dışında bulunan Şah'ın yanında aile mücevherlerini götürmesini eleştirerek ülkede büyük eylemlerin başlamasına neden oldu.
Ülkedeki sosyalistler, Rıza Han'ın kendi hanedanlığını kurma peşinde olduğunu fark ettiği anda yurt dışında bulunan Şah Ahmed Han'a Mirza Hasan Pirniya'nın Başbakan olarak atanmasını istedi.
Oysa Rıza Han çoktan dizginleri eline almış ve Bakanlıklara Şah'a dahi danışmadan kendi adamlarını atamaya başlamıştı.
İran sosyalistlerinin güçlü duruşu Rıza Han'ın yaklaşık 55 yıl sürecek hanedanlık fikrini biraz ertelemesine neden oldu.
Pirniya, Başbakanlık makamına geldi; ama ABD'den dış borç alması ülkenin karışmasına neden oldu.
Ülke zaten Rusya ve İngiltere'nin sömürgesi iken bir de ABD'nin ülkeye çekilmesi İranlılar tarafından hiç hoş karşılanmadı.
Rıza Han, bu gelişmeler sonrası Başbakanlık koltuğuna oturmayı başardı. Bu kez muhaliflerin Kaçar Şahı Ahmed Han üzerinden tekrar önünü kesmemesi adına Şah'ı görevden alarak oğlunu Naib olarak atadı.
Ülkedeki Türk saltanatını yıkmayı aklına koyan Rıza Han, kamuoyunda 'İran Cumhuriyeti' fikrinin tartışılmasını sağladı; ama asıl amacı Türk hanedanlığını ortadan kaldırarak yerine kendi hanedanlığını kurmaktı.
Nihayet 1925 yılında Rıza Han, Kaçar Hanedanlığı'nın elindeki tüm gücü 'Meclis-i Müessesana'ya aktardığını ilan etti.
Önceki Şahı Avrupa kuklası olmakla suçlayan Rıza Han esasen Seyyed Ziaeddin Tabataba ile birlikte kurdukları askeri birlik Rus yayılmacılığı karşısında tamamen İngiliz desteğine dayanan bir yapılanmaydı.
Artık Şah Rıza Pehlevi unvanı ile İran'ı yöneten yeni Şah, ülkedeki Turan mirasını yıkarak yerine Aryan hegemonyasına dayanan yeni bir ideoloji inşa etmeye başladı.
Şüphesiz buna en güçlü tepkiyi İran Türkleri gösterecek ve ilerleyen yıllarda girişecekleri hürriyet arayışı İran tarihinde eşi az görülen katliamlarla bastırılacaktı.
Siyasetin bir cilvesi olarak Rıza Pehlevi'yi iktidardan edecek de dış güçler olacaktı.
Kaçar Hanedanlığı'nı yabancı devletlerin kuklası olmakla suçlayan Şah Rıza, uluslararası dış desteğini kaybettikten sonra ülkede dahi tutunamayarak Güney Afrika'ya kaçmış ve 26 Temmuz 1944 tarihinde orada ölmüştü.
Rıza Şah'ın oğlu Muhammed Rıza Pehlevi'nin iktidarının ilk yılları soyu Kaçar Hanedanlığı'na dayanan Başbakan Musaddık'ın gölgesinde kalacaktı.
4 Şubat 1949 günü Tahran Üniversitesi'nde suikasta uğrayarak yaralanan Şah Muhammed Rıza soluğu Londra'da alacak önce Tudeh'i ardından da Musaddık'ı tasfiye etmek için İngiltere'yi arkasına alacaktı.
Kaçarlar döneminde kadınların Batı'ya açılması saray kadınları özelinde başlayan kadın bilinçlenmesini başlatan yegâne unsur olur.
Geçiş döneminde İngiliz sömürgesi karşısında kadınların tutumu siyasi mekanizma üzerinde önemli bir tesir oluşturmuştur.
Pehlevilerin düşüşü ve kadınlar
4 Şubat 1949 tarihinde Tahran Üniversitesi'nde Şah Muhammed Rıza'nın bulunduğu bir sırada üst üste duyulan kurşun sesleri okulun koridorlarında kargaşaya sebep oldu.
Naser Hüseyin Mir Fakhraei isimli genç Rıza'ya beş el ateş etmişti ve şahı yüzünden yaralamıştı.
Şah'ın korumalarının karşı ateşiyle Naser Hüseyin Mir Fakhraei oracıkta öldürülmüştü, ama suikastçı gencin üzeri arandığında Feryad-ı Millet ve Perçom-i İslam gazetelerine ait iki gazeteci kartı bulunmuştu.
Muhammed Rıza, bu teşebbüsten sonra devlet idaresinde dizginleri eline alarak ülkenin en büyük siyasi partilerinden birisi olan Tudeh'i suikastın arkasındaki asıl güç olduğu iddiasıyla kapattırdı ve siyasi temsilcilerini hapse attırdı.
Ardından aynı yıl İngiltere'ye giden Şah Rıza, İngilizlerden İran Anayasası'nı yeniden şekillendirmek için izin istedi ve onayı aldıktan sonra ülkesine dönerek şahlık kurumunu baştan düzenledi.
Silahlı kuvvetlerin gücünü de arkasına alan Muhammed Rıza, ülkede kontrolü iyiden iyiye eline almasını sağlayan düzenlemeleri gerçekleştirmişti.
Buna göre; Rıza, meclisi kapatabiliyor ve doğrudan kendisinin atadığı üyelerden oluşan bir senato kurabiliyordu.
Şahın tekelinde kurulan Senato'nun ilk icraatı; Şah'a "Kebir" sıfatını vererek devlet otoritesindeki yerini daha da güçlendirmek oldu.
Şah'ın bu engellenemez yükselişi ise devrik Kaçkar Hanedanlığı'nın mütevazı bir temsilcisi olan Başbakan Muhammed Musaddık tarafından engellenecekti.
Musaddık, Şah'ın ülkeyi adeta Batıya peşkeş çeken uygulamalarına karşı "Milli Cephe" isminde bir ittifak kurarak karşı duracaktı.
İran Petrollerini millileştiren Musaddık, İngiltere'ye karşı verdiği mücadeleyle yalnızca İran'ın değil tüm uluslararası kamuoyunun kahramanı haline geldi.
Şah Rıza, ise o günlerde politik hırslarına fazlasıyla yenilmiş durumdaydı.
İngiltere donanmasının İran karasularını çevirdiği sıralarda ülkeden kaçıp Musaddık'a karşı muhalefetini açıktan yapmayı dahi deniyordu.
Oysa Musaddık, Şah'ın ülke dışına çıkma talebini şu sözlerle geçiştiriyordu:
Bu zamanlarda İran milletinin dünyanın büyük devletlerinden biriyle mücadele halinde olduğunu ve bu yolculuğun iyi etkisi olmayacağını ve Şehinşah'ın vaziyetlerden razı olmadığı için ülke dışına çıkmak istiyor şeklinde intiba bırakacağını…
Şah, bunun üzerine İngiltere, ABD ve İsrail'in hazırladığı Ajax Darbe planının son halkası olarak cuntaya katıldı.
Şah Muhammed Rıza'ya yakınlığı ile bilinen Tümgeneral Fazlullah Zahedi'nin başını çektiği cunta 1953 yılının 16 Ağustos gününde harekete geçti.
İlk darbe girişimi halkın Musaddık'ın yanında durması sayesinde bastırıldı.
Başbakan Musaddık ise kargaşa içerisindeki İran siyasetinden faydalanarak kendisini desteklemeye gelen halkın içindeki siyasi muhaliflerini de tasfiye etmeye karar verdi.
Özellikle Tudehlilerden kurtulmak için doğru bir zaman olduğunu düşünen Musaddık, kendisine karşı darbeye teşebbüs eden orduyu, bu kez Tudeh'e karşı kışladan çıkardı.
Oysa ordu bütünüyle Tümgeneral Fazlullah Zahedi'ye ve Zahedi de tüm kalbiyle Şah Rıza'ya bağlıydı.
Sonuç olarak darbe başarıya ulaştı ve Musaddık 19 Ağustos'ta devrildi.
Şah artık tek adamdı ve ülkesini gönlünün dilediği gibi idare edebilecekti.
Refah yılları
Şah iktidarı tamamen ele geçirdikten sonra Batı ile yakın ilişkiler kurdu. Sovyetler karşısındaki tutumu sayesinde özellikle ABD ve İngiltere ile yakınlaştı.
Şah'ın en büyük politik başarısı 1973 Petrol Krizi ile gerçekleşti.
Petrol fiyatları bir anda iki katına çıkınca İran ekonomik anlamda Basra Körfezi'nin en güçlü ekonomisi haline geldi.
Şah, bu paranın önemli bir kısmı ile eğitime ciddi yatırımlar yaptı.
Sadece 12 yıl içerisinde 15 üniversite kurdu ve 200'e yakın yeni eğitim enstitüsü oluşturdu.
1974 senesinde Time Dergisi Şah için Petrol İmparatoru manşetini atacaktı.
Her şey bir rüya gibi ilerliyordu.
İran, yurt dışında kolay ve büyük krediler buluyor, ülke tam bir refah içerisinde yüzüyordu.
500 bine yakın Avrupalı yabancının yaşadığı İran, adeta Batının Ortadoğu'ya açılan limanı gibiydi.
Bugün 'Büyük Şeytan' denilen ABD'nin dahi 52 bin vatandaşı İran'da yaşıyordu.
Beyaz Hareket
Yurt dışından alınan kredilerin; yanlış yatırımlar, yolsuzluklar ve müsrif devlet adamlarının elinde yok edilmesi İran'da ekonomik dengeleri tersine çevirmeye başladı.
İsrail gibi ülkelerle kurulan yakın ilişkiler, SAVAK isimli İstihbarat Birimi'nin acımasız operasyonları Şah'ın halk arasındaki teveccühünü azaltan gelişmelerdi.
Bu süreçte Şah'ın 'Beyaz Devrim' isimli reform paketi halk arasındaki rahatsızlığı ciddi boyutlara ulaştırdı.
Beyaz Devrim'e karşı içinde Humeyni'nin de bulunduğu 8 kişilik bir ulema grubu sert bir protesto bildirisi yayımladı.
Şah, bu bildiri karşısında büyük bir öfke duydu ve ulemaya haddini bildirmek için Kum'a bizzat geldi.
Oysa Şah'ın gelişi ve burada yaptığı konuşma ulema içindeki rahatsızlığı daha da artırdı.
Humeyni, bu öfkenin en ateşli vaiziydi, henüz bildiri tartışmaları sürerken Nevruz Kutlamasının bidat olduğuna dair fetva yayınladı. Nevruz İran'ın İslam öncesi dönemine bir atıftı ve milli kimliğin bir unsuru olarak görülüyordu.
Oysa Humeyni bu fetva ile İranlıların İslam'dan başka bir kimliği olmadığı mesajını veriyordu.
Şah'ın Humeyni'ye duyduğu kişisel öfke, bu ihtiyar mollayı bir anda sessiz yığınların sesine dönüştürdü.
Humeyni'nin tutuklanmasının ardından on binlerce molla sokaklara indi ve Şah'a geri adım attırmayı başardı.
Bir din adamının başına bela olmasındansa ülkeden çıkartmaya karar veren Şah, Humeyni'yi Türkiye'ye sürgüne gönderdi.
Oysa bu onun iktidarını bitirecek en önemli hatalarından birisiydi.
Humeyni önce Türkiye'ye ardından Irak'a gitti. Irak yönetimi, bu Şii din adamının gücü karşısında endişeye kapıldı ve ülkesinden çıkardı.
Humeyni'nin bu kez durağı Fransa oldu.
Şah geç de olsa muhaliflerinin yurt dışında etkili olduğunu fark etti. SAVAK'ı onları izlemelerini ve mümkünse öldürmelerini emretti.
Fail-i meçhuller ve Şah'ın baskıcı rejimine en büyük tepki İranlı annelerden geldi.
Sayıları yüz binleri bulan kadınlar sokağa inmesi rejimin sonunu getirirken İslam Devrimi'ni güçlü temellere oturttu.
Devrim sonrası İran kadını
İran İslam Devrimi sonrası yeni rejim bir yandan kendisine destek veren solcuları tasfiye ederken öbür yandan da devrimin başat aktörü kadınları baskı altına aldı.
Bu noktadan sonra yazımızda Büşra Anbarcı'nın "Türkiye'ye Göç Eden İranlı Kadın Gözünden: İran Kadın Haklarına Bakış" isimli akademik çalışma vesilesiyle sözü hiçbir yorum katmadan İranlı Kadınlara bırakalım.
Araştırmada kadınların ismi verilmemiştir.
"Türkiye'ye gelince anladım ki istediğim kıyafeti rahatlıkla giyebiliyormuşum"
Türkiye'ye eğitim için geldim tabii. İran'daki eğitimin Türkiye'ye göre yetersiz olduğunu düşündüm. Fakat burada da eğitimime devam edemedim. Çalışmam gerekti ama şimdi çalışırken öğrendiklerim ile kendime bir yer açtım. Çok mutluyum burada olmaktan. İnsana verilen değer Türkiye'de daha iyi olması da buraya gelirken beni etkiledi. İran'da kadına verilen değer yok denecek kadar az. Hak ve özgürlüğümün elimde olmaması çok değersiz hissettiriyordu. Türkiye'ye gelince anladım ki istediğim kıyafeti rahatlıkla giyebiliyormuşum. Kendime olan saygımı da kazanmış oldum. İran'da böyle bir yaşantım olacak mıydı bilemiyorum ama Türkiye'ye çok alıştım, başlangıçta zor olsa da şu an geldiğim için hiç pişman değilim. İyi ki gelmişim diyorum (age. Syf.54).
"Annem bize hep benim yaşadıklarımı çocuklarıma yaşatmayacağım derdi"
İran'daki baskılardan kaçtık birazdan. Annem bize hep benim yaşadıklarımı çocuklarıma yaşatmayacağım derdi. Daha iyi bir gelecek için Türkiye'ye göç etmemiz gerekiyorsa gidelim demişti. İyi de oldu aslında bu yıl üniversiteden mezun oluyorum inşallah. Kendi tercih ettiğim mesleği yapacak olmak bile bana yetiyor. Bu özgürlük için kendi ülkenden göç etmek bile yeterli bir sebep (age. Syf.54).
"Burada kimseye hesap vermek zorunda değilsin"
Öncelikle eğitim için geldim. Ama aslında özgürlük için diyebiliriz. Burada kadın haklarını daha çok savunuyorlar ve kimseye hesap vermek zorunda değilsin. Hem de ülkemize sınır. Bu da benim için Türkiye'nin daha öncelikli olmasını sağladı (age. Syf.56).
"Kadınlar İran'da ikinci sınıfta yer alıyor"
İran'da yönetimde şeriat kuralları geçerliydi. Devrim ile beraber ülkede çok şey değişmiş aslında ama bizim için en önemlisi kadına karşı durumlarında değişmesi. Kadınlar İran'da ikinci sınıfta yer alıyor. Erkeğe davranıldığı gibi kadına karşı davranılmıyor. En basit örneği kadınlar İran'da stadyumlara giremiyor. Geçtiğimiz yıllarda erkek kılığına girip stadyuma girmeye çalışan genç bir kardeşimiz fark edilip ceza aldığı için adliye önünde kendini yakarak intihar etti. Devlet İslamiyet'e göre kadının stadyumda işi yok diyor. Aslında İslamiyet ülkeyi yönetmek için, şeriat adı altında kullanılıyor. Bunun dışında birçok örnek sayılabilir. Örneğin çalışma hayatında kadınların konumunun yükselmesi İran'da yasaktır. Cam tavan deniliyor buna bilirsiniz, aslında bir engel var önünüzde ama gözle görülmüyor (age. Syf.56).
"Gerçek İslami anlamış olsalar kadını baş tacı yaparlar"
Ben şanslıydım. Babamdan olmasa da kocamdan değer gördüm. Oğullarıma da kadına değer vermeyi öğrettim. Ama İran'da herkes benim gibi şanslı değil. Sözde İslami kurallara göre yönetiliyor. Gerçek İslami anlamış olsalar kadını baş tacı yaparlar. Çocukluğuma dair hatırladığım tek şey siyah. Kadın diyince aklıma kapkara çarşaflar, ağzında dili varken konuşmayı unutturulmuş insanlar geliyor. Çok acı değil mi? Dünyaya bir kere geliyorsun yaşadığın hayata bak. Tek başıma pazara bile gidemiyordum (age. Syf.56).
Bu ve benzeri yüzlerce örneği yazmak mümkün.
İran Devrimi'nin en önemli aktörlerinden kadınlar bugün İran rejimi için önemli bir tehdit olarak görülüyor.
Kaçarlar döneminde yalnızca haremin bir unsuru, Musaddık döneminde İngiliz sömürgesine başkaldırının sembolü, Pehlevi döneminde fail-i meçhullere ve baskıya karşı sahaya ilk inen grubu teşkil eden kadınlar İslam Devrimi sonrası da görmezden gelindi.
İslam Devrimi'ndeki rolü göz önüne alındığında İranlı kadınlara yönelik rejimin bu tavrı eninde sonunda kaybetmeye mahkûm olduğunu söylemek abartı olamayacaktır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish