İran'a ait petrol tankeri Grace 1'e 4 Temmuz'da Cebelitarık açıklarında el konmasına olur verirken İngiliz siyasetçiler ve yetkililerin aklından Tanrı aşkına ne geçiyordu? İranlıların, Amerika'nın kendilerine karşı ekonomi alanında verdiği savaşta ciddi bir gerginlik tırmandırma olarak gördükleri bu işe misilleme yapmayacağına cidden inanmışlar mıydı?
İngilizlerin, tankeri ele geçirmek için helikopterle 30 Kraliyet Deniz Piyadesi gönderilmesinin yalnızca Avrupa Birliği’nin (AB) Suriye konusundaki yaptırımlarını uygulamakla ilgili olduğuna ve bu durumun ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarıyla hiçbir bağlantısının bulunmadığına dair göstermelik hikayesi hep çok zayıf kaldı.
İspanya Dışişleri Bakanı Josep Borrell, İngiltere'nin kati surette "ABD'den Birleşik Krallık’a gelen bir talep üzerine" tankere el koyduğunu söyledi.
İran dış politikasına dair çoktandır Ortadoğu'da olduğu gibi İngiltere'deki tüm siyasetçi ve diplomatların da kafalarına kazınması gereken bir hakikat var: İranlılar onlara yapacağınız bir şeyi, kendi seçecekleri bir yer ve zamanda size yapacaktır.
ABD ve İngiltere, 1980'de İran'ı işgali sırasında Saddam Hüseyin'i desteklemişti. İspatlanması imkansız olmakla birlikte verilen bu destekle, 1983'te Beyrut’ta deniz piyadesi kışlasında 241 ABD personelinin ölümüne neden olan bombalı intihar saldırısı birbirinden bağımsız değildi.
İngiltere'nin Grace 1'e el koymasını açıklama arayışındaki yorumcular, İngilizlerin harekete geçerken ABD yönetiminde yer alan Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton gibi süper şahinler tarafından kandırıldığını öne sürüyor.
Ancak İngiltere bandıralı tankerleri korumada çok zayıf kalan İngiliz donanma güçlerine İran’dan bir misilleme gelmesinin kaçınılmazlığı göz önünde tutulursa, İngilizlerin hamlesi daha çok, elde başka seçenek olmamasının dayattığı stratejik bir tercih gibi duruyor.
AB’yle Brexit nedeniyle yaşanan yüzleşme, İngiltere’nin ABD'yle her zamankinden daha çok ittifak kurmak dışında bir seçeneğinin kalmadığı anlamına geliyor.
Elbette 1956 Süveyş Krizi'nden bu yana neredeyse mümkün olan her fırsatta ABD'ye zamkla yapışmış gibi duran İngiltere açısından bu durum pek de yeni bir feragat sayılmaz.
İngiliz hükümetinin bu bozgundan çıkardığı ders, İngiltere’nin her zaman ABD'ye yakın durması gerektiği oldu. Fransızlarsa Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) adı altındaki kıta Avrupası devletleriyle daha sıkı bağlar kurma yönünde tam tersi bir sonuca vardı.
ABD ve İngiltere arasındaki tek taraflı ilişki, Irak ve Afganistan'a düzenlenen askeri müdahalelerde uygulamadaydı. Tutarlı bir siyaset ve yeterli güçten yoksun İngiltere, ABD'nin en sadık müttefiki duruşunu ispatlamak için bu bataklıklara daldı.
Chilcot Raporu, 2003-2009 yıllarında Irak'taki İngiliz siyasetine dair tespit edilebilen tutarlı tek konunun, askerlerin bu ülkeden nasıl çıkarıldığıyla ilgili olduğunu belirtiyordu. Bunu Amerikalıları rencide etmeden gerçekleştirmek isteyen İngilizler -büyük bir yanlış hesaplama yaparak- en iyi yöntemin askerlerini, 400'den fazlasının görevleri sırasında öldürüleceği Afganistan'a kaydırmak olduğuna karar verdi.
Birçok ipte birden cambazlık yapmaya kalkıştığı için İngiltere’nin İran’la yaşadığı yüzleşmede başı dertte. Sözüm ona İran nükleer anlaşmasına bağlı kalma ve İran'a yönelik ABD yaptırımlarına karşı çıkma arayışındaki İngiltere, uygulamaya bakıldığındaysa bu yönde hiçbir şey yapmadı ve Grace 1'e indirme yapılması bunun apaçık kanıtı oldu.
Mevcut krizin göze çarpan bir yönü de İran’ın Stena Impero'ya el koyarken açıkça kısasa kısas yapmasıdır. Geçmişteki misilleme eylemlerinden farklı olarak İran bu kez yaptığını gizlemek için hiçbir çaba sarf etmiyor. Muhtemelen İngiltere'nin bu konuda yapacak pek bir şeyi olmadığı ve bunun İran'ın gücüyle İngiltere'nin zayıflığını gözler önüne sermek için iyi bir zaman olduğu hesabını yaptılar.
İran, İngiltere'nin ABD'nin vekili olduğundan kati suretle emin -gerçi bu uzun zamandır doğru. Ancak vekaleten hareket edenler için Körfez'deki yaşam, taraflardan hiçbirinin topyekün bir savaşa girmek istemediği ABD’yle İran arasındaki çatışmanın kendine özgü doğası nedeniyle şu anda bilhassa tehlikeli olabilir.
Söz konusu tablo Amerikalıların öldürülme ve Donald Trump'ın misliyle karşılık verme mecburiyetinde kalma ihtimalini en aza indirmek için İngiltere gibi vekiller üzerinden hareket etmeyi zorunlu kılan bir yaklaşımı beraberinde getiriyor.
İran yaptırımlardan gözle görülür biçimde yara alıyor olsa da İranlılar çektikleri ızdıraplar nedeniyle büyük ihtimalle kendi hükümetlerini değil de ABD'yi suçlayacak. ABD 2003'te Irak'ta yaptığı gibi bir kara işgaline girişmeyecek ve masada bir kara işgali olmadığı sürece İran da askeri baskılarını sürdürebilecek.
Aslına bakılırsa Körfez'de geniş çaplı bir askeri çatışma seviyesinin hemen altında seyreden kalıcı bir kriz, İran’ın menfaatlerine uyuyor ve böyle bir durum bu ülkenin uzatmalı ekonomik ablukaya katlanmasından daha iyi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/news
Independent Türkçe için çeviren: Kerim Çelik
© The Independent