Dr. Samir el-Taki ile Ortadoğu ve Türkiye'nin geleceği

Dr. Gökhan Çınkara Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Erdem Şahin/EPA-EFE

Şark Araştırmaları Merkezi Başkanı ve Ortadoğu Enstitüsü (Middle East Institute) araştırmacısı Dr. Samir El-Taki, bölgeyi yakından takip eden, siyasi elitler ve analistlerin ismine aşina olduğu bir uzman.

Bölgesel gelişmelere küresel siyasi, ekonomik ve jeopolitik dönüşümler etrafında bakabilmesi onu birçok uzmandan farklı bir konuma yerleştiriyor.

Kendisine geçenlerde Türkiye'nin Suriye ile yakınlaşması konusu üzerine ne düşündüğünü sorduğumda bana iki uzun analiz iletti. İlkini sizlerle bugün paylaşıyorum. 

Dr. Samir El-Taki'nin analizine verdiği başlık ise şöyle:

"Fırtınalı ve bozulan bir bölgede Türkiye'nin stratejik önemi üzerine"

Dr.Samir el-Taki.JPG
Dr.Samir el-Taki

1954'teki Bretton Woods'tan bu yana Amerika'nın yenilenen stratejik hedefi, küresel ticaret hatları boyunca Amerikan hakimiyetini korumak ve "uluslararası sistem" olarak adlandırılan dolar hegemonyası altında ilerleyen düzenin devam etmesini sağlamak oldu.

Şu anda, bölgesel (Ortadoğu) ölçekte ABD, bu hedeflere en az müdahaleyle ulaşmaya çalışıyor. 

ABD'nin öncelikleri, üzerinde mutabık kalınan göreceli bir bölgesel barış altında, her bölgede sakin ve göreceli dinamik bir istikrarın sağlanmasına odaklanıyor.

Bu istikrar, bazı bölgesel güçlerin diğer bölgesel stratejik sütunlarla birlikte bölgesel sistemin istikrarını güçlendirmede özel bir rol oynaması için yetkilendirilmesini gerektirecektir.

Seçilmiş bölgesel stratejik sütunlara bu yetki devri, ortaklıkların ve faydaların küresel paylaşımının yapılması karşılığında bölgede minimum Amerikan müdahalesine izin verecektir. 


Bölgemizde bu güçler dört ana sütunda somutlaşmaktadır. En önemlileri Türkiye, İran, İsrail ve Suudi Arabistan (+ Mısır daha az ölçüde).

Bölgesel sütunlar arasında olağan düşük sürtüşme seviyesini tolere ederken, denge ancak çatışmaların yayılmasını önleyerek sağlanabilir.

Büyük çatışmalar nedeniyle güçler dengesinde yaşanacak büyük bir istikrarsızlık, hasım büyük güçlerin agresif bir şekilde bölgeye girmesine ve bölgeyi istikrarsızlaştırmasına olanak sağlayabilir.

Rusya bu bağlamda hasım bir rakip teşkil ederken, Çin ile olan çatışma sıfır toplamlı bir savaşa doğru bir eğilim göstermiyor.

Aksine ABD, Çin'in uluslararası iş bölümündeki payının sınırlarını doğru bir şekilde çizmeye çalışıyor.


Çin ise küresel iş bölümü ve ekonomideki payını istikrarlı bir şekilde genişletmeye çalışıyor: özellikle de son derece ileri teknolojilerin (fizik, biyoloji ve yapay zekâ) araştırma ve üretim hiyerarşisindeki konumuyla ilgili olarak.

ABD bir süre Rusya'ya Orta Asya veya Ortadoğu'yu kar paylaşımı temelinde devretmeyi ciddi olarak denedi. Ancak yavaş yavaş Rusların bu delegasyonu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalıştıkları ortaya çıktı.

Sonuç olarak Kazakistan'da, Libya'da, Suriye'de vs. karşılıklı güven yavaş yavaş çöktü.

Şimdi Amerikan yaklaşımı, İran'ın yanı sıra, Rusya ve Çin'in de bölgedeki kargaşa durumunu sürdürmek için aktif olarak çalıştığını düşünüyor; bu nedenle Ortadoğu'nun istikrarını yeniden tesis etmek için bölgesel ortaklar temelindeki işbirlikleri güçlendirmek son derece önemli. 


İran'a ilişkin pozisyona daha sonra özel bir önem verilmesi gerekir.

Bu Amerikan kriterleri varsayımsal değil. Altı yıl boyunca Amerika'nın bölgedeki tüm pratik uygulamalarını bağlayan kapsayıcı bir yaklaşımı oluşturuyor.

Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve Baba Bush, Clinton, Oğul Bush ve Obama'nın başkanlığının ilk döneminden sonra ABD aşırı güç hissine kapıldı.

Stratejik eylemsizlik ve dikkat dağıtma, genel tavrını çizdi. Bu tutum, bölgesel yetkililer üzerinde yanlış bir izlenim yarattı.

Bölgedeki pek çok kişi, Amerikan şemsiyesinin faydalarından yararlanmaya devam ederken, Çin ve Rusya'nın çıkarlarını tesis ederek bölgedeki Amerikan etkisini yerinden etmenin güvenli ve mümkün olduğuna inandı. 

ABD'nin stratejik eylemsizliği devam ettikçe; ABD entegre stratejik vizyonunu ve çok kutuplu bir dünyadaki rolüne ilişkin görüşünü yeniden tanımlayamadığı sürece, bu tutum anlaşılabilirdi.

Ancak, bu Amerikan kayıtsızlığı döneminde mümkün olan şey, yeni Amerikan stratejisinin yeniden oluşturulmasından sonra artık geçerli değil. 


"Müesses nizam" tarafından desteklenen Amerika Birleşik Devletleri, başkanın eğilimlerinden bağımsız olarak konumunu geri kazanıyor ve barikatlarını ve stratejik ittifaklarını güçlendiriyor. 

Bu amaçla ABD, bölge ülkelerini Rusya ve Çin'e karşı tutumlarını yumuşatmaya ve mevcut bölgesel sistemlere entegre olmaya teşvik etmek için menfaatler, teşvikler veya baskılar da dahil olmak üzere, mümkün olan tüm araçları kullanıyor.

ABD, Rusya'nın ve kısmen de Çin'in geçtiğimiz dönemde bölgedeki birçok ülkedeki iktidar oligarşisi arasında derin ağlar kurmayı başardığına inanıyor.

Bu nedenle ABD, Amerikan çıkarlarına karşı ilan edilmemiş bu tür bir savaştan uzaklaşılmasını sağlamak için muazzam bir baskı ve aynı zamanda cazip imkanları devreye sokuyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Buna paralel olarak ABD, Çin'in Kızıldeniz'deki (Sudan, Etiyopya ve Mısır) stratejik nüfuzunu ve Rusya'nın Körfez ve Ortadoğu'daki rolünü zayıflatmak ve kademeli olarak sona erdirmek için büyük çabalar sarf ediyor.

Bu strateji bölge ülkelerinin Çin ile ilişkilerini kesmelerini gerektirmiyor. Aksine, Çin için doldurması ve kendisine verilen iş bölümünü kabul etmesi gereken kaçınılmaz bir rol var.

Mesele Çin'in uluslararası işbölümündeki yerini çizmek ve tanımlamaktır; Çin'i işbölümünden uzaklaştırmak değildir.


Amerika için gerekli olan; Ortadoğu ve Körfez'deki güvenlik ve askeri sisteme sözde Rus ve Çin genetiğinin nüfuz etme olasılığını garanti altına alarak, bu ülkelerle ilişkilerin seviyesini kabul edilebilir bir düzeyde belirlemek.

Amerika açısından bakıldığında; rakipleri ve muarızları güvenlik ve bilgi altyapılarına nüfuz ettiği sürece Amerika Birleşik Devletleri herhangi bir ülkeyle güvenilir ittifaklar kurmakta zorlanacak.

Bu vizyon Obama'nın döneminin sonunda kristalleşmeye başladı ancak Obama'nın bu konuyla herhangi bir ilişkisi olması gerekmiyordu.

Daha sonra Suriye, Türkiye, Balkanlar ve özellikle Körfez'e yönelik olarak daha da pekişti. Ukrayna deneyiminden sonra ise çok daha belirleyici hale geldi.

Şimdi, büyükler arasındaki eski uluslararası iş bölümü geri dönülmez bir şekilde çöküyor.

Bu çöküşle birlikte Yalta Anlaşmaları ve belki de Sykes-Picot ve diğer bölgesel çerçeveler de çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Bu argüman Ortadoğu ulus-devletinin yapısı ya da nüfuz alanlarının tanımı açısından da geçerli görünmektedir. 
 

afp.jpg
Fotoğraf: Timothy A. Clary/AFP

 

Yukarıda belirtilen hususlar göz önünde bulundurulduğunda, mevcut diplomasinin gecikmesine rağmen, Amerika'nın Rusya'nın Akdeniz'e dair stratejik nüfuzunu engelleme hedefinin genel olarak yerleşmiş olduğunu düşünüyorum. 

Rusya'nın Suriye'ye müdahalesi Amerikan stratejisi için büyük bir zorluk teşkil ediyor.

Suriye, Rusya'ya hakim olabileceği ve güç simsarı haline gelebileceği önemli bir platform sunarak, minimum güç yatırımıyla bölge ülkelerini etkisiz hale getirmesine, manipüle etmesine ve baskı altına almasına olanak sağlıyor. 

Küresel durumda, uluslararası stratejik duruma ilişkin değerlendirmelerimizin dayandığı pek çok aksiyom ve temeli değiştirmemize neden olan derin değişiklikler meydana geliyor.

Bununla birlikte, ABD'nin sistemi sarsmadan, yavaş ama istikrarlı bir şekilde Ortadoğu gerçekleriyle başa çıkmasını bekliyoruz. 

Bu bağlamda birkaç hususu belirtmek isteriz: 


1. Küresel piyasalara ilişkin mücadele:

Küresel mücadele kaynaklar üzerindeki mücadeleden pazarlar üzerindeki mücadeleye doğru kayıyor!..

Çin ve Almanya'nın yüzde 40 ile yüzde 50 arasında değişen oranlarda ihracata bağımlı ülkeler olması, onları küresel ekonomide yaşanacak çalkantılara karşı savunmasız hale getirebilir.


2. Küresel ticaretin güvenliğine ilişkin hegemonyayı koruma görevinin yeniden üstlenilmesi:

Amerika Birleşik Devletleri'ndeki genel hava artık Bretton Woods anlaşmalarında belirlenen yükleri, belirli bölgelerde kendi çıkarları aleyhine işledikleri sürece tek başına taşımak zorunda olduğuna inanmıyor. 

Bu nedenle, uluslararası ticaret üzerindeki hakimiyetini sürdürme mücadelesi, seçilmiş kara ortaklarını ve platformlarını vurgulayarak denizcilik rolüne odaklanıyor. 

Bu strateji elbette Akdeniz, Kızıldeniz ve Umman Denizi'ni de içeriyor. Bu gerçek, bölgeye ilişkin stratejiyi yeniden tanımlamakta ve açıkçası Türkiye'ye istisnai bir önem kazandırıyor. 


3. Sektörün yeniden konumlandırılması:

Küresel üretim zincirlerinin kırılması ve ABD-Çin rekabeti sayesinde Asya, Avrupa ve Amerika'da ileri sanayilerin ve yüksek teknoloji merkezlerinin ülkelerine geri dönüşünün ve coğrafi olarak yeniden dağılımının önemi artırdı.

Dolayısıyla bu yaklaşım, Türkiye için büyük bir potansiyel fırsat. 


4. Bölgesel sistemlerin rolü:

Yukarıda da belirtildiği üzere, Amerikan ittifakları göreceli olarak yeniden yapılanıyor. Bu nedenle ABD artık yapıların dengelenmesini doğrudan yönetemiyor ve bununla ilgilenmek istemiyor.

Sonuç olarak, kolektif güvenliği kontrol etmek, fayda ve fırsatları paylaşmak için seçilmiş bölgesel güçleri görevlendirmek zorunda kalıyor. 

Çin Denizi, Pasifik ve Avrupa için benimsenen yaklaşım ile Ortadoğu ve Körfez için oluşturulmaya çalışılan yaklaşım aynı.

İster küresel ister bölgesel düzeyde olsun, yukarıdaki yeni dönüşümler aşağıdaki kriterlere sahip ülkeler için büyük avantajlar sağlıyor:

a. Nispeten büyük demografik yapıya sahip ülkeler.

b. Nispeten gelişmiş ekonomilere sahip ülkeler

c. Yıkıcı çatışma krizleri olmadan yaklaşan fırtınalı toplumsal dönüşüme izin verecek siyasi istikrara ve yeterli düzeyde iç barışa sahip ülkeler.

d. Aktif ve büyük bir iç pazara sahip olan ülkeler, yerel sanayinin geniş bir iç ve bölgesel pazarda gelişmesine olanak tanır.

Bu açıdan bakıldığında ve bazı öznel koşulları yönetebilmesi halinde Türkiye, 21'inci yüzyılda çok önemli ve eşsiz bir merkezi konuma sahip olabilecek dünyadaki en iyi adaylardan birini oluşturuyor!

Bu ülkeler arasında Arjantin, Fransa, Hindistan ve tabii ki Türkiye de var.

Peki, neden?


Güçlü yönleri nelerdir? 

Küresel dönüşümün dikte ettiği yukarıdaki faktörlere ek olarak, Türkiye aşağıdakilere sahip:

  1. Jeo-ideolojilere karşı jeo-ekonomi: Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve Türk ulusal burjuvazisinin yükselişinden sonra Türkiye bölgesel statüsünü; medeniyet rezervi, kalkınma ve ekonomik yükselişi ve Avrupa ve bölge ile jeo-ekonomik rolü üzerine inşa etti.
    Türk komprador burjuvazisi karşısında Türk milli burjuvazisinin yükselişi, 1990'ların ortalarından itibaren Türkiye'nin yükselişine katılan en önemli dönüşümü oluşturdu.
     
  2. Türkiye bu görevi, İran da dahil olmak üzere bölgedeki pek çok ülkenin aksine başardı. Bölge ülkelerinin çoğu, kalkınmada geri kaldı ve başarısız oldu.

    Dahası, ekonomik ve ulusal kalkınmaları pahasına jeo-ideolojik etkilerini artırarak medeniyet başarısızlıklarını meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. 

    Bu ülkelerin izledikleri yolun kısa ömürlü olduğu kanıtlandı, çünkü bölgedeki kaos ve başarısızlığın devamına oynuyorlardı ve bu durum, özellikle de hızlanan bilimsel-teknik dönüşümün ve mevcut hevesli uluslararası rekabetin yoğunlaşmasıyla daha da belirgin oldu. 
     
  3. Türk iç pazarının büyük kapasitesi ve göreceli korumacı politikalar nedeniyle göreceli gücü yadsınmamalı.
     
  4. Bölgesel sanayi altyapısı ve demografik kapasitedeki büyük zayıflık göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye pazarının genişletilmesi için beklentiler yüksek.
     
  5. Jeo-stratejik: Artan potansiyel risklerle yüzleşen ve fırsatlarını en üst düzeye çıkarmayı hedefleyen Türkiye, bu görevleri içeren entegre stratejileri kristalize etmeli. 
     
  6. Türkiye'nin jeo-demografik yapısı: Türkiye, uzun bir laik ulus-devlet geleneğinin değerleri ve dini boyutu etrafında şekillenen köklü bir devlet yapısına sahiptir. 
     
  7. Güçlü ve kapsayıcı bir siyasi ve toplumsal kültürü var.
     
  8. Nispeten siyasetin dışında tutulabilen birleşik ve disiplinli bir ordusu mevcut.
     
  9. İyi perspektiflere sahip köklü bir akademisi var. 

Dolayısıyla, Türkiye'nin küresel ve bölgesel düzeyde yükseliş için en umut verici ülkelerden biri olduğunu görüyoruz. 

Türkiye'nin uluslararası düzeyde avantajlarını en üst düzeye çıkarmak için, adil ve dengeli bir rekabet ortamında iş dünyasının yükselişinin önündeki tüm engelleri kaldırmak için daha fazla yatırım yapması gerekebilir.

Ayrıca, inşaat ve kalkınma önceliğine daha fazla yatırım yapılmalı ve göreceli ekonomik üstünlüğü artırılmalı.

Bu görevler, herhangi bir büyük müdahaleyi önlemek için akıllıca yönetilmeli. 


Aynı zamanda iç ideolojik çatışmayı azaltmalı ve ikincil kimliklerin gönüllü olarak erimesine izin vermek ve süregelen bir iç barışı sağlamak için ulusal birliğini güçlendirme çabalarını vurgulamalı. 

Yukarıdaki noktalarda, Türkiye'nin durumuna ilişkin stratejik algının genel çizgisini eldeki veriler ışığında analiz etmeye çalıştık.

Dolayısıyla, Türkiye'nin benimsemesi gereken stratejilere ilişkin en önemli sonuç birkaç temel noktada toplanıyor:

  1. Ekonomik büyüme: En önemli öncelik, açık ve liberal bir ekonomi bağlamında jeo-ekonomik kabiliyetlerin serbest bırakılmasına dayalı kalkınmaya odaklanmak.
     
  2. Coğrafi durum ve iklimin gerçek faydalarının en üst düzeye çıkarılması.
     
  3. Türkiye'nin açık bir silahlı çatışmaya sürüklenmekten kaçınmak için enerji stratejilerini jeo-ekonomisinden azami ölçüde faydalanacak şekilde uyarlaması ve Ortadoğu, Orta Asya ve Akdeniz'den Avrupa'ya yönelen enerji ekonomilerinde stratejik ortaklar kurması gerekir.
     
  4. Savaştan kaçınmak: Türk anavatanına yönelik doğrudan tehdit dışında, Türk liderliğinin mümkün olduğunca büyük ölçekli bir savaşa doğrudan müdahil olmaktan kaçınması gerekir.
     
  5. Deniz hegemonyası: Yukarıdaki yaklaşım, bir yandan devletin dokunulmazlığının temel direği olarak, diğer yandan da çevre denizlerin güvenliğini sağlamada bir ortak olarak kendini gösterme aracı olarak Türk ordusunun rolünü güçlendirmenin büyük önemiyle çelişmemeli ya da bunu engellememeli.

    Deniz alanı şüphesiz bölge için önemli bir çatışma unsuru ve büyük bir fırsat kaynağı olacaktır. Türkiye bu alanda nispeten önemli bir avantaja ve mirasa sahip.

Temel argümanım Türk halkının ulusal birliğini güçlendirme ihtiyacını vurgulamaktadır.

Bu amaç, ideolojik ve siyasi bölünmeyi azaltmanın, siyasi çatışmaları kalkınma yollarına odaklanacak şekilde değiştirmenin önemine işaret ediyor.

İkincil inançlar ve kimlikler üzerine siyasi tartışmalara odaklanmak yerine, farklı gelişmişlik düzeylerindeki sorunları çözmek ve kimlikler meselesini yumuşak ve gönüllü bir şekilde özümseyerek ilerlemek, demokrasinin çözemeyeceği temel zorluklardır.


Masamdaki kitaplar

1.JPG

Yapı Kredi Yayınları'ndan Tim Mackintosh-Smith imzasıyla çıkan Araplar: Kavimler, Kabileler ve Devletlerin Üç Bin Yıllık Tarihi adlı kitap oldukça ilgi çekici.

Mackintosh-Smith'in Ortadoğu kültürüne, insanına ve tarihine hakimiyeti bu eseri derinleştiren faktörler olarak öne çıkıyor.

Deneyimli tercüman Nurettin ElHüseyni vasıtasıyla Türkçeye kazandırılan bu eseri, konuya ilgi duyanlar mutlaka okumalı diyorum.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU