21'inci yüzyılın en büyük tehdidi: İklim krizi

Gelecekte dünyayı ve Türkiye'yi ne gibi tehlikeler bekliyor?

Fotoğraf: Marcin Jozwiak/Unsplash

İklim kırmızı alarm veriyor. Dünya, geri dönülemez bir yolculuğun eşiğinde.

Biyoçeşitliliği büyük oranda tehdit eden iklim krizi neleri etkileyecek?

Gelecekte dünyayı ve Türkiye'yi ne gibi tehlikeler bekliyor? 


İnsan faaliyetleri iklim krizini tetikliyor

En basit tanımıyla iklim krizi, hava düzenindeki ve yeryüzü sıcaklığındaki uzun vadeli değişimleri ifade eder. Küresel ısınma veya iklim değişikliği olarak da adlandırılabilir.

Yerküredeki bu değişiklikler, dünyanın olağan sürecindeki değişimler olabileceği gibi, insan faaliyetlerinden de kaynaklanabilir. 

Aslında, iklim değişikliğini "kriz" hâline getiren de tam olarak insan faaliyetleri.

Sanayi Devrimi'yle birlikte insanlık, doğa üzerinde tam anlamıyla hâkimiyet kurmaya başladı.

Kuşkusuz yeryüzüyle kurulan bu tahakküm ilişkisinin olumsuz geri dönüşleri oldu.

İklim krizini doğrudan tetikleyen bu etkenler, yalnızca geleceğimizi değil bugünümüzü de tehdit ediyor.


İklim değişikliğinin başlıca sebepleri

İklim değişikliğini tetikleyen insan kaynaklı sebeplerden bahsedecek olursak:

  • Ormanlık alanların yok edilmesi: Sanayi Devrimi'nden bu yana karbondioksit salımının en önemli sebeplerinden birisi orman ağaçlarının kesilmesiydi. İnsan meskenleri veya çiftlik hayvanları için büyük oranda ağaçlık alanlar yok edildi. Bu ağaçlarda depolanan karbonlar açığa çıktı ve küresel ısınmayı tetikledi.
     
  • Fosil yakıt kullanımı: Elektrik ihtiyacımızı karşılayan, kullandığımız araçları ve fabrikaları çalıştırmaya yarayan fosil yakıtlar yakıldığı zaman yüksek miktarda karbondioksit açığa çıkar. Petrol, kömür ve türevi fosil yakıtlar asit yağmurlarına katkıda bulunup iklim değişikliğini hızlandırır. 
     
  • Artan insan nüfusu: Bir insanın doğaya maliyeti tahmin edeceğinizden daha fazladır. Beslenme alışkanlıklarımız, üretim ve tüketim ağlarımız, harcadığımız yenilenemeyen enerji kaynakları ve bunun gibi onlarca unsur karbon ayak izine sebep olur. Milyarlarca insanın karbon ayak izi küresel ısınmayı arttırmak için yeterlidir. 

Bunların yanı sıra doğal süreçler de iklim değişikliğini tetikliyor.

Doğal süreçler çoğunlukla, Sanayi Devrimi öncesindeki iklim değişikliklerinin sebepleridir:

  • Dünyanın yörüngesindeki değişimler: Gezegenin yörüngesindeki değişikliklerden etkilenen Kuzey Yarım Küre'deki yaz güneşi miktarı, geçmişte uzun yıllar süren Buzul Çağı'na sebep olmuştu. 
     
  • Güneş enerjisindeki değişimler: Güneş'ten çıkan enerji miktarındaki değişimler, dünyanın haddindan fazla ısınmasına sebep olabilir. Bu da doğrudan Dünya'nın iklimini değiştiren faktörler arasında. 
     
  • Yerküredeki doğal yansıtıcılar: Güneş'ten dünyaya doğru gelen ışınlar, yerküre tarafından yansıtılır veya emilir. Ormanlar, okyanuslar veya toprak çoğunlukla güneş ışığını emme eğilimi gösterir. Kar veya bulut gibi daha açık renkli doğal unsurlar yansıtıcı görev görür.
     
  • Volkanik patlamalar: Volkanların iklim üzerindeki etkisi yadsınamaz. Volkanik patlamalar uzak geçmişte büyük miktarlarda karbondioksidin açığa çıkmasına sebep oldu. 

Her ne kadar doğal etmenler iklim değişikliğini tetiklese de, hâlihazırda dünyayı tehdit eden krizin başlıca sebebi insan faaliyetleridir.

Bu tez, ilk defa Charles David Keeling isimli bir bilim insanı tarafından ispatlanmıştı.
 

1.jpg
Fotoğraf: 2000 sene içerisinde karbon salımındaki artışı gösteren Keeling Eğrisi / Kaynak: keelingcurve.ucsd.edu/

 

Keeling Eğrisi

1950'lerde, Charles David Keeling isimli bir kimyager; havadaki karbondioksit miktarını ölçmenin yöntemini buldu. Çalışmaları sayesinde 20'nci yüzyılın en önemli bilim insanları arasında yer aldı. 

Charles Keeling ve çalışma arkadaşları, 1985'ten bu yana havada bulunan karbondioksit miktarını günbegün ölçtüler.

Onların ilk büyük başarısı, karbondioksit yoğunluğunun yıllık döngüsünü keşfetmeleriydi.

Kış mevsiminde, atmosfere salınan karbondioksit salımı artıyordu. Bu artış, dökülen yaprakların çözülmesi gibi süreçlerle ilgiliydi.

Aynı şekilde yaz mevsiminde bu artan karbondioksit fotosentez nedeniyle emiliyordu. 

Charles Keeling ve arkadaşlarının ikinci büyük keşfi, atmosferdeki karbondioksit miktarının zamanla artış göstermesiydi! Yani, insan faaliyetleri gezegen ölçeğinde açıkça görülebiliyordu.

1900'lü yıllardan bu yana atmosfere salınan karbondioksidin ölçüldüğü grafiğe Keeling Eğrisi denir.

Ölçümün ilk yapıldığı zamanlarda atmosfere salınan ekstra karbondioksit miktarı yıllık 8 milyar tondu. 2022 tarihiyle senelik artış yaklaşık 16 milyar tona tekabül ediyor. Ve artış sürekli devam ediyor.
 

2.JPG
Fotoğraf: Matt Palmer /Unsplash

 

İklim krizi neleri tehdit ediyor?

İklim krizi yalnızca geleceği tehdit etmiyor. Hâlihazırda iklim krizinin sonuçlarıyla karşı karşıyayız.

Bunlardan ve gelecekteki muhtemel tehditlerden bahsedecek olursak:

  • Çoraklık ve çölleşme: Kuraklıktan farklı olarak çölleşme kalıcıdır. Yağış ve nem azlığı, uzun süren kuraklığa sebep olur. Uzun süren kuraklık toprağı çölleştirir. Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli'ne (IPCC) göre, dünyada 1970'lerden bu yana yoğun ve uzun süreli kuraklıklar gözleniyor. Bu da özellikle Afrika bölgesinde yakın gelecekte çoraklık ve çölleşmenin artacağına işaret ediyor. 
     
  • Aşırı hava olaylarındaki artış: Küresel ısınma; yeryüzündeki  sel felaketleri, kasırgalar ve orman yangınları gibi afetleri arttırdı. Bu da, milyonlarca insan ve hayvanın hayatının tehlikede olduğunu gösteriyor. 2080 yılına dek, her sene yaklaşık 200 milyon insan kıyı fırtınalarına ve sel baskınlarına uğrayabilir.
     
  • Dünya sularının yükselmesi: Antarktika ve Grönland'daki dev buzulların erimesi, okyanus akıntılarını etkiliyor. Karadaki buzullar erimeye devam ettikçe okyanus ve deniz suları yükselmeye devam edecek. Deniz sularının yükselmesi, kıyı şeridindeki şehirlerin sular altında kalmasına sebep olabilir. Bu, aklınıza bilim kurgu filmlerindeki dev tsunami felaketlerini getirmesin. Deniz seviyesindeki birkaç santimlik yükselmeler bile bir şehrin altyapısının çökmesine sebep olabilir.
     
  • İklim mültecileri: İklim değişikliği, iklim mültecileri sorununu gündeme getirecek. Yaşam alanı kısıtlanan insanlar, iklim krizinden daha az etkilenen ülkelere göç etmek durumunda kalabilir. Bu durum yeni uluslararası krizlere sebep olabilir. Bununla birlikte kitleler hâlinde göç eden insan toplulukları salgın hastalıkların dünyada yayılmasına ön ayak olabilir.
     
  • Gıda güvenliği: Kuraklığın sonuçlarından birisi de tarım arazilelerinin elverişsiz hâle gelmesi. Kutuplardan ekvatorlara doğru gittikçe artan tarım sorunu, iklim kriziyle doğrudan ilintili. 2050 yılına gelindiğinde iklim değişikliğiyle bağlantılı olarak gıda fiyatlarının yüzde 80 oranında artacağı öngörülüyor. Bu da suni tohumlar, suni gübre ve tarım ilaçları gibi hızlı gıda yetiştirme araçlarına olan eğilimi arttırabilir.
     
  • Türlerin yok oluşu: İklim değişikliği yalnızca insanları tehdit etmiyor. Hayvanların göç yollarını, bitkilerin çiçeklenme dönemlerini ve böceklerin yaşam döngüsünü de etkiliyor. 
     
  • Ekonomik kriz: İklim krizinin, yüksek oranda ekonomik krizi tetikleme potansiyeli var. Özellikle düşük gelirli ülkeler, iklim değişikliğinin sonuçlarıyla mücadele için yeterli altyapıya ve kaynağa sahip değil. 
3.JPG
Fotoğraf: Mathias Reding /Unsplash

 

İklim değişikliğiyle ülkeler bazında mücadele girişimleri

1980'li yıllarda, iklim değişikliğinin sonuçları büsbütün hissedilir hâle geldikten sonra; dünya devletleri iklim değişikliğini gündeme aldı.

Birçok ülke, iklim kriziyle mücadele için acil eylem planı çağrısında bulundu. Uluslararası anlaşmalar, protokoller ve müzakereler gerçekleşti. 

Bunlardan bazıları:

Rio (1992)

1992'de Rio de Janeiro'da yapılan Earth Summit'te (Yeryüzü Zirvesi) alınan karara göre bir iklim anlaşması yapılacaktı.

Aktivistler, burada alınan kararların iklimi gerçek anlamıyla koruyan kararlar olacağını umut ediyorlardı. Fakat ülkeler, sera gazı salımlarının azaltılması için yeterli aksiyon almaya yanaşmadılar. 

Rio'daki bütün ülkeler, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ni (UNFCCC) imzaladı.

Fiilen salımların azaltılması için harekete geçilmese de, Rio'daki zirve bundan sonra imzalanacak uluslararası sözleşmeler için ön ayak oldu.

Dünya genelinde iklim alanındaki farkındalık çalışmaları ve eğitimler ivme kazandı.


Kyoto (1997, 2005)

İklim değişikliği gözle görünür bir tehdit olmaya başlayınca, iklim kriziyle mücadelede ülkeler arası fikir ayrılıkları yaşandı.

Henüz kalkınma sürecinde olan ülkeler, tarihteki atmosfere salınan gazların müsebbibi olarak sanayileşme sürecini tamamlamış ülkeleri hedef gösteriyordu. Bu yüzden sorumluluk da sanayileşmiş ülkelerin olmalıydı. 

Tartışmalı geçen müzakereler sonucunda Kyoto Protokolü imzalandı. Alınan karar, atmosfer sıcaklığının 2°'nin üzerine çıkmasını engellemek ve atmosfere salınan sera gazı salımını yüzde 5'in altında tutmaktı.

Ülkeler bu Kyoto Protokolü'nü 1997'de imzalasalar da, anlaşma ancak 2005 senesinde yürürlüğe girebildi. Zira anlaşmanın maddeleri ciddi oranda yatırım gerektiriyordu.


Kopenhag (2009)

Kyoto Protokolü'nün süresi 2012 senesi itibarıyla doluyordu. Kopenhag'da bir araya gelen ülkeler, karbon salımını daha da azaltma maksadıyla Bali Yol Haritası'nı oluşturdu.

ABD yetkilileri, anlaşmayı son anda engelledikleri için ılsıklarla protesto edildiler. 

Kopenhag Zirvesi, herkesin umduğu gibi derinlemesine ve hızlı çözümler üretmese de iklim krizinin olumsuz etkilerini azaltmak için bir miktar etkili oldu.


Paris İklim Zirvesi (2015)

Paris İklim Anlaşması 12 Aralık 2015'te 196 temsilci tarafından kabul edildi ve 4 Kasım 2016 tarihinde yürürlüğe girdi. 

Paris Anlaşması iklim krizinin sonuçlarıyla mücadele tarihinde önemli bir nokta. Paris Anlaşması'yla birlikte ülkeler sera gazı salım miktarlarını gözlemleyip 2023 itibarıyla 5 senelik periyotlarla sonuçları raporlamak için biraraya geleceklerini açıkladılar.


Glasgow (2021)

31 Ekim-12 Kasım tarihlerinde İskoçya'da gerçekleşen buluşma, pandemiye rağmen en yoğun katılımlı Taraflar Konferansı'ydı. 

Dünya Glasgow'daki Taraflar Buluşması'na büyük umutlarla gitmişti. Zira geçen sene itibarıyla dünyamız, Paris İklim Zirvesi'nden bu yana yaşanan en sıcak 6 yıllık dönemden geçmişti. 

Glasgow'daki zirvenin amacı, Paris Anlaşması ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi hedefine yönelik eylemleri hızlandırmaktı. 

Katılımcı ülkeler, Paris Anlaşması'ndeki küresel ortalama sıcaklık artışının 2°C'nin çok altında sınırlandırma hedefini yinelediler
 

4.jpg
Fotoğraf: Dominik Vanyi /Unsplash

 

İklim krizi ve Türkiye

Türkiye, iklim krizinden büyük ölçüde etkilenecek ülkeler arasında.

Ülkemizin aldığı yıllık sıcaklık oranı sürekli artış gösteriyor. 2020 senesi, Türkiye'de kayıt edilen en sıcak 3'üncü sene olarak kayda geçti

Bunun yanı sıra, her sene yaz mevsimlerindeki orman yangınları, kurak arazilerdeki artış ve sıcak hava dalgaları da iklim krizinin etkilerini büsbütün gözler önüne seriyor. Eğer ivedilikle ciddi önlemler alınmazsa, özellikle Güney bölgelerinde bu felaketlerin artacağı aşikar.

2050 senesine gelindiğinde, Orta ve Doğu Anadolu'da sıcaklıkların 2,5 santigrat aracağı tahmin ediliyor. Yaz aylarında ise sıcaklığın uzun günler boyunca 40 dereceyi aşacağı bekleniyor.

Ülkemiz su kaynakları bakımından zengin olsa da bu böyle sürüp gitmeyecek. İklim krizinin etkileri mevcut oranda artmaya devam ederse Akdeniz kıyılarındaki yağış oranları önümüzdeki yıllarda yüzde 10 azalacak. Bu, su kıtlığının ve kuraklığın artmasına sebep olacak. 

Türkiye, enerji üretiminin yaklaşık olarak üçte birini kömür yakıtlardan elde ediyor. Bu oldukça ciddi bir oran.

Her ne kadar hükûmet 2053 senesine dek 0 karbon hedefinde bulunsa da, enerji politikalarınca ciddi değişimler geçirmediği sürece bu hedefe ulaşması oldukça zor görünüyor. 

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU