Yıllardır, halkın günlük hayatta Semsur dediği Adıyaman'a gidip gelirim. Çok fotoğraf, çok hikaye biriktirmişliğim söz konusu.
Adıyaman'ın benim için sihirli bir havası, dikkatimi çeken tarihi geçmişi var. Mezopotamya genelinde var olan dağ, ova ve nehir kültürünün en canlı yaşandığı yerlerden biri olduğunu söyleyebilirim.
Bu özelliğini Fırat Nehri'ne ve Orta Toros sıra dağlarına borçlu olan kentte müthiş bir tarihi doku günümüze ulaşmış.
Bölgede "Hititler, Hurriler, Kummuh, Asur, Medler, Persler, Kommagene, Roma, Bizans, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Artuklular, Zengîler, Eyyûbîler, Moğollar, Memlûkler, Dulkadiroğulları ve Osmanlılar hüküm sürmüş." 1
Bugün Adıyaman denilince akla her şeyden önce dünyanın yedi harikaları arasında gösterilen Nemrut Dağı'nda bulunan anıtsal kalıntılar geliyor olsa da, Adıyaman genelinde başka antik alanlar da var ve farklı uygarlık katmanlarına ev sahipliği yapmış.
İşte bunlardan biri de asırlardır sessizce varlığını sürdüren Pirin Antik Kenti'dir.
Bilinen tarihi 2000 yıl öncesine kadar gidiyor. Bilinmeyen kısmı ise, belki daha eski olması kuvvetle muhtemel.
Bugün artık Adıyaman merkezle birleşen Pirin/Perre Antik Kenti, son bir iki yılda giderek daha fazla dikkat çekmeye başlamış.
Yıllardır eski kaya mezarları ve taş ocağı olarak bilinen alan binlerce yıllık derin uykusundan son zamanlarda uyanır gibi olmuş.
Yapılan arkeolojik kazılarda buranın oldukça geniş bir alana yayıldığı görülüyor.
Alan sadece kaya mezarlarından ibaret değil. Zindan, su sarnıçları, tarımsal üretim sahaları, tören alanları, saray kalıntıları günümüze kadar ulaşmış.
Değişik zamanlarda yapılan kazılarda ortaya çıkarılan kalıntılar, yıllardır toprak altında ve bir kısmı açıkta olan kaya mezarlarının bilinenden daha önemli antik bir yer olduğunu gösteriyor.
Kayalara oyulmuş yapıların geneli göz önüne alındığında, buranın oldukça planlı, dönemine göre ileri bir imar planıyla inşa edildiği anlaşılıyor.
Kayaların müthiş bir işçilikle oyulmasıyla oluşturulan mekanlar kentin antik yapısını oldukça canlı bir şekilde yansıtıyor.
Pirin antik dünyasında gezinirken insan bir anda geçmişe dalıyor, kendini antik dünyanın ortasında hissediyor.
Eski çağların melodileri taş yapılardan yankılanıyor, cenaze törenleri, matem havası beliriyor.
Buralardaki mağaralar, taşın insan eliyle nasıl dönüştürebileceğine tanıklık ediyor.
Pirin Antik Nekrepolü'nde insanların mezarlarıyla iç içe yaşayıp, yaşamadığı konusu net olmasa da kayalara oyulan mezar odalarının bir ev konseptinde dizayn edilmesi, buranın da çok daha eski bir yerleşim yeri olma ihtimalini akla getiriyor.
Kommagene'nin beş büyük kentlerinden biri olan Pirin, yani resmi ismi ile Perre, M.S 325 yılında inşa edildiği düşünülüyor olsa da daha eskilere dayanan bir tarihi geçmişi olabilir.
Kentin bir geçiş güzergahı olduğu, kutsiyet bahşedilen bir yer olduğu yazılı kaynaklarda yer almış.
Malatya, Urfa ve başkent Samsato'a giden yolların kesiştiği yer olması nedeniyle önemli bir jeopolitik konuma sahip olduğu da anlaşılıyor.
Önemli su kaynaklarına sahip olan kentin, aynı zamanda kervan ve savaşçı orduların geçiş yolları üzerinde olması da buranın önemini tarih boyunca artırmış.
Pirin Antik Kenti'nin yapıları incelendiğinde erken Helenistik özellikler gösterdiği anlaşılıyor.
Pirin denilince nekrapol, yani kaya mezarları akla gelse de aslında toprak altında eski bir kent olduğu artık kesin olarak biliniyor.
İlginçtir ama buranın üç ismi var. Halk Pirin derken, arkeologlar nedense Perre demişler. Resmi ismi ise Örenli.
Şu an Büyük Pirin olarak bilinen yerleşim yerinin, antik kentin kalıntılar üzerinde inşa edildiği biliniyor.
Yapılan son kazılarda Kommagene dönemini yansıtan bir saray kalıntısının ortaya çıkarılması, köyün tümden kazılma kararının alınmasına neden olmuş.
Köyde konuşulanlara göre, köy yakın bir zamanda boşaltılacak ve yeni yapılacak yerine taşınacak.
Mezopotamya'nın en sıcak günlerinin yaşandığı ağustos ayında akşamın son ışıklarında ziyaret ettiğim antik Pirin kentinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan kalıntıların hikayesini 80 yaşındaki Abuzer Demir'den dinlediğimde, geçmişle gelecek arasında gidip geldim.
Pirin'de doğup, büyüyen Abuzer Demir, kalıntıların başında geçmişi özetlerken, şunlar zihnimde kalıyordu:
Ben kendimi bildim bileli köyün altında bir kentin olduğu söylenirdi. Bu nedenle köyün boşaltılacağı konuşulurdu. Yakın bir zamana kadar biz de söylenenleri dinler, yarım ağızla gülüp geçerdik. Ama sanırım bu kez iş ciddi. Yakın bir zamanda yeni bir köy inşa edilecek ve köy yeni yerine taşınacak. Birkaç ev satın alınıp, kazı yapıldı. Yapılan kazılardan sonra evlerin altında saray kalıntısı çıktı. Sarayın devamı ise içinde yaşadığımız evlerin altında.
Büyük Pirin adıyla inşa edilen köyün geçmişi 300 yıl öncesine dayanıyor. Eski antik kentin üzerinde inşa edilen köyde bazı evlerin kesme lahit taşlardan yapıldığı görülürken, bu evlerin antik kentin taşlarından inşa edilme olasılığı var.
2000 yıllık geçmişin izlerini taşıyan Pirin/Roma Çeşmesi ise halen ilk günkü gibi akıyor. Buz gibi kaynak suyunun nereden, nasıl geldiği ise tam olarak bir sır.
Köyde yaşlıların anlatımına göre köyün altında üstü kapatılan devasa bir sarnıç ya da antik bir havuz var.
Köyde nereye kazma vursan geçmişin izleri çıkıyor. Hani insanlar bazı yerler için topraktan tarih fışkırıyor derler ya, ha işte Pirin o yerlerden biri.
Kaynaklar:
1. Demirkent, 1977: 232
2. Wikipedia
3. Kültür Portalı
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish