Bu ayın sonunda Büyük Taarruz'un 100. yıldönümünü törenler ve çeşitli faaliyetlerle kutlayacağız.
Siyasetçiler, askerler, akademisyenler ve kürsüye çıkacak diğer zatı muhterem günün anlam ve önemine yönelik konuşmalar yapacak.
Ne yazık ki bütün bunlardan geriye fazla bir şey kalmayacak. Çünkü benzeri faaliyet ve konuşmalar 50. ve 75. yıldönümlerinde yapılmıştı.
Şimdiye kadar yapılan bütün tören, konuşma, kitap ve makalelere rağmen Büyük Taarruz, Türk ve dünya askeri tarihinde hak ettiği yeri alamamış bir muharebedir.
Şimdiye kadar hep Kurtuluş Savaşı bütünü içinde değerlendirilmiş ve ilginç bir şekilde Sakarya Muharebesi'nin gölgesinde kalmıştır.
Dünya askeri tarihi açısından Büyük Taarruz'un önemi, savunmanın ateş gücü, tahkimat ve engellerle gücünün zirvesinde olduğu bir dönemde gerçekleştirilmiş bir yarma ve kuşatıcı manevra olmasıdır.
Türk ordusu bu zafere 1930'larda keşfedilecek operatif sanatın temel esaslarını I. Dünya Savaşı'nda Almanlarca geliştirilen hücum birliği taktik ve teknikleriyle beraber uygulayarak ulaştı.
Ancak bunu İngilizce ve diğer belli başlı dillerde kaleme alamadığımız için dünya askeri tarihi içinde hak ettiği yeri alamamıştır.
Türk askeri tarihi açısından önemi ise, 1697 Zenta yenilgisinden bu yana Türk ordusu kuşatıcı manevrayla kazandığı ilk zafer olmasıdır.
Osmanlı son dönemde Balkan Savaşları'ndan Kurtuluş Savaşı'na kadar girişilen manevraya dayanan bütün muharebeler yenilgiyle sonuçlandı.
Sarıkamış en bilinen örnek iken, Balkan Savaşları esnasında Kırkkilise, Lüleburgaz, Kumanova ve Manastır hep manevraların yenilgiyi getirdiği muharebelerdir.
Bu yüzden Büyük Taarruz sadece Kurtuluş Savaşı'nı zaferle sona erdiren bir muharebe değil; aynı zamanda Türk'ün makûs talihi değiştiren bir dönüm noktasıdır.
Aslında Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, 1968'de ayrıntılı bir kitap yayımladı.
Daha öncesinde muharebeye tümen kurmay başkanı olarak katılan Fahri Belen, temel bilgi ve ilginç ayrıntıları veren bir kitap yayımlamıştı.
Başta Askeri Mecmua olmak üzere muhtelif askeri dergilerde muharebenin farklı yanlarını inceleyen makaleler yayımlandığı gibi anılarda da muharebeyle ilgili önemli bilgiler bulunmaktadır.
Eksik olan şimdiye kadar Büyük Taarruz'u dünya ve Türk askeri tarihi içine koyan ve bu bütünlerin perspektifleri ile inceleyen yani kontekste oturtan çalışmaların eksikliğidir.
Diğer bir sorun ise istisnalar dışında muharebenin eleştirel incelemesinin yapılmamasıdır.
Oysa hazırlık sürecinden icrasına ciddi sorunlar çıkmış ve bir dizi hatalar yapılmıştır.
Zaten iki büyük ordunun dahil olduğu bir muharebede bunlar kaçınılmazdır.
Askeri yayınlarda sorun ve hatalar örtbas edilmemiş ama ayrıntılar içinde kaybedilmiştir.
Akademik ve popüler çalışmalar zaten askeri tarih esaslarına itibar edilmeden yazıldığı gibi abartılı bir anlatım tercih edilmektedir.
İnandırıcılıktan uzak anlatım yüzünden yakın tarihte cereyan etmiş bu muharebe sanki asırlar öncesinde olmuş ve hakkında yeteri kaynak yokmuş gibi efsane ve rivayet bulutları arasında kaybolmaktadır.
Türkiye'de hakim olan tarih yazımına göre Sakarya sonrasında zafer garantiydi.
Dolayısıyla yaklaşık bir yıl süren siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve askeri hazırlık süreci irdelenmeden sorgulanmadan kaba bir şekilde özetlenmektedir.
Daha da kötü Ankara'nın karşısındaki güçlükler küçümsenmektedir.
Nihai zafer sanki Sakarya'da elde edilmiş gibi tarih yazımı kurgulandığında sadece önemli askeri bilgi ve detaylar gözden kaçırılmamaktadır, aynı zamanda gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel alternatifler de tamamen ihmal edilmektedir.
Öncelikle Büyük Taarruz öncesinde askeri zafer garanti değildi. Kurtuluş Savaşı'nın komuta heyeti bunun ve olası tehditlerin farkındaydı.
Son dönem Osmanlı askeri tarihi ve ordusunun kapasitesi dikkate alındığında en olası ve risksiz askeri hareket tarzı cephe taarruzu ile Yunanları savundukları hattan çıkarmaktı.
Ancak bu durumda Yunan ordusu imha olmayacağı için düzenli bir şekilde yeni bir savunma hattına geri çekilip savunmaya devam edecekti.
Böylelikle Yunan Küçük Asya Ordusu Komutanı Korgeneral Georgios Hacıanestis'in baştan beri istediği İzmir'e yakın savunabilir kısa bir hatta yerleşilmiş olacaktı.
Yani Sevrés senaryosu gerçekleşecekti. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının en büyük korkusu da buydu.
Sevrés Antlaşması'nın ortadan kaldırılması sadece Anadolu değil Trakya ve İstanbul'un kurtarılması için Yunan ordusunun topyekûn yenilmesi lazımdı.
Yani savunmanın gücünün zirvede olduğu bir devirde iki asırdır yapılamayan kuşatıcı bir taarruzla Yunan savunma hattı bertaraf edilip ordusu imha etmeye kalkışmanın büyük riski göze alındı.
Bir yıllık hazırlık süresinde bir taraftan ordu yeni personel ve silahlarla takviye edilip taarruz için tek erden ordu seviyesine kadar eğitilirken diğer taraftan savaş yorgunu halk tekrar seferber edildi.
Üstelik bütün bunlar gerçekleştirilirken hem meclis içi ve dışı muhaliflerle iktidar için hem de başta İngiltere olmak üzere İtilaf devletleriyle diplomatik platformda mücadele verildi.
Dolayısıyla hazırlık dönemi belki de Büyük Taarruz'un cereyanından daha önemliydi.
Ne yazık ki muharebe gibi bu döneminin zorluğu ve karmaşıklığı tarih yazımında eksiktir.
Büyük Taarruz, I. Dünya Savaşı'nda bütün boyutlarıyla ortaya çıkan modern ateş gücü ve tahkimatın savunmaya verdiği üstünlüğü kırma gayretinin bir parçasıdır.
Dünya Savaşı ve savaş arası dönemde teknik (tank ve uçak gibi yeni silah ve araçlar), taktik (derinlikte taarruz), operatif (müşterek harekât ile beklenmedik yer ve zamanda üstün güçlerin taarruzu) ve stratejik (yeni cephelerin açılması ve yeni müttefiklerin savaşa dahil olması) açılımlarla soruna çözüm aranmıştı.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları I. Dünya Savaşı'nda edindikleri tecrübeyi ve yeni geliştirilen fikirlerin başarılı bir birleşimiyle zafere ulaştı.
Operatif düzeyde beklenmedik yerde (Afyon güneyi) gizlice yığınak yapıp taarruz ederken taktik düzeyde Almanların geliştirdiği konsept çerçevesinde hücum birlikleri kullanıldı.
Ayrıca Filistin-Suriye cephesinde yenilgimizde büyük rol oynayan İngilizlerin süvariyi kitle halinde cephe yan ve gerilerinde kullanılması tecrübesini Sincanlı Ovası'nda başarılı bir şekilde uygulandı.
1930'lu yılların sonunda zırhlı birliklerin yakın hava ve topçu ateş desteği ile kitlesel kullanımının savunmanın üstünlüğünü yıkacak çözüm olduğu keşfedilecekti.
26 Ağustos 1922'de Türk ordusu zırhlı ve motorize birlikleri olmadan, kısıtlı ateş gücü ve muhabere imkânıyla doğru operatif manevra ve taktikleri uygulayarak sonuca ulaştı.
Ancak ne yazık ki bu başarının derslerinden zamanında istifade edilmedi ve günümüzde pek bilinmemektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish