Kütüphanemdeki Rasim Özdenören

Naman Bakaç Independent Türkçe için yazdı

Rasim Özdenören / Fotoğraf: AA

Roman bir savaş alanıdır oysa hikâye bir düellodur.

Rasim Özdenören


23 Temmuz 2022 günü kronik rahatsızlığından ötürü yattığı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde vefat eden Rasim Özdenören, Türkiye'nin fikri ve edebi dünyasına; öyküde özgünlük, dilde yeni bir soluk, denemede ustalık, fikriyatta ise derinlik, analitik ve ayrıntı avcılığı kazandırmış çok önemli bir şahsiyetti.   

Düşünce ve edebi dünyamıza yirmi beş deneme, on üç öykü, bir roman ve üç çeviri kazandırarak inkâr edilemeyecek bir zenginlik, katmanlılık, perspektif ve edebi lezzet kazandırmış olan Özdenören, popüler kanonda sıklıkla dile getirilen "yedi güzel adam"ın sonuncusuydu.

Necip Fazıl'dan çok Sezai Karakoç'la fikri ve ideolojik yakınlığı olan, edebiyatta ise William Faulkner ve Dostoyevski'den etkilendiğini gizlemeyen Özdenören'in Doğu klasiklerine âşık, Peyami Safa, Ömer Seyfettin ve Aziz Nesin ile dil bağlamında beslendiğini de ayrıca belirtelim.    

Özdenören'in vefatının ardından dostları, okurları, siyasetçiler, akademisyenler, gazeteciler….tarafından doğal olarak değişik yönleriyle ele alındı; onunla yaşadıkları anılarından tutun öyküde inşa etmeye çalıştığı dil ve kurguya kadar birçok başlıkta birçok isim "Gül Yetiştiren Adam"ı işlemekten geri durmadı.

Biz de burada onu kütüphanemizdeki kitapları dolayımından ele alarak biraz kişisel, biraz da didaktik tarzla bir Rasim Özdenören profili çizmeye çalışacağız.

Zira kendisi bir dert sahibi olmayı önemseyen biri olarak bunun yolunun yordamının kitap okumaktan geçtiğini ifade etmişti.
 

4.jpg
Rasim Özdenören​​​​​​​ / Fotoğraf: AA

 

Yayımlamış olduğu 39 kitabından çoğunu kütüphanemizde bulundurmaya çalışan biri olarak, salt kuru bir kitap bilgisi ve okuması değil, bir derde dönüşmesi dileğiyle elimizin altında var olan kitaplarından örülü bir Rasim Özdenören portresi çizmeye çalıştık.

Bunu yaparken de yayımlamış olduğu roman, deneme ve hikâyelerini kronolojik bir sıra içinde lirizmden çok didaktik bir dille anlatmayı yeğledik. 
 

 

Özdenören'in 1967'de yayımladığı ilk öykü kitabı olan "Hastalar ve Işıklar" eserinde, yabancılaşmış ve toplumsal değerlerden kopmuş bireyin trajedisini, dramını, gerilimini, anlaşılamama sorununu, çıkmazlarını hâsılı hastalıklı halini henüz yetkinleşmemiş öykü diliyle anlattığı görülür.

Yer yer saçtığı ışıklar ya da yukarda sayılan negatif hallere direnmeye çalışan bireyin Işıklar ya aydınlık içindeki halini de yansıtmaktan geri durmaz.
 

 

1973'de yayımlanan ve TV filmine de uyarlanan ikinci öykü kitabı "Çözülme" eserinde, birey ve ailede baş gösteren batılılaşma sürecinin iç dünyalarında meydana getirdiği açmazları, çarpıklıkları, çürümeyi ve kitabın ismiyle müsemma olan çözülmeyi titiz bir işçilik diliyle anlatmayı çalıştığını görmekteyiz. 
 

 

1974'te yayımlanan ve Uluslararası Prag Film Festivali'nde ödülle dönen "Çok Sesli Bir Ölüm" hikâyesinde bireyin yabancılaşmasını, trajedisini, çarpıklıklarını, salt iç dünya ile dış dünya arasındaki çatışma hattı üzerinde anlatmakla yetinmez, toplumsallığa kayan yönleriyle de meseleyi ele alan bir yönde derdini anlattığı bu eserde görülür.  
 

 

1977 yılında yayımlanan "Çarpılmışlar" isimli üçüncü öykü kitabında noktalama işaretlerini hiç kullanmayışını "Kur'an'da hiç noktalama işaretleri yok ama anlaşılıyor" şeklinde savunsa da edebiyat eleştirmenleri tarafından olumsuz görülmesine engel olamaz.

Burada da önceki öykülerinde ana tema olarak görülen; Tanzimat'la başlayan batılılaşma sürecinin ailede ve bireyde meydana getirdiği dejenerasyonu, çürümeyi, şok etkisini ve bu şokun çarpılmışlığını; cinayet, zina, hırsızlık, soygunluk ve yasak ilişki bağlamında işlemektedir.  
 

 

1977'de yayımlanan ilk deneme eseri olan "İki Dünya" kitabı, İslam Medeniyeti ile Batı Medeniyeti şeklinde özetlenebilecek iki apayrı dünyayı kıyasladığı bu eserinde, topluma dayatılan Batılılaşma olgusunun yol açtığı tahribatı, yabancılaşmayı, çatışmayı oldukça eleştirel bir dozda ama her zamanki gibi titiz bir dille anlatmayı başarmıştır. 
 

 

1979'da yayımlanan, ilke ve son romanı olan "Gül Yetiştiren Adam", İslami camia içinde kült ve popüler bir eser olarak temayüz etmiş, tema olarak ise Cumhuriyet modernleşmesi ile başlayan süreçte sütre gerisine çekilen-ki romanda kırk elli yılını evde geçirip, gül yetiştiren bir din adamı üzerinden bu durum anlatılmakta- ulema geleneğinin pasif direnişle ya da sessiz protesto ile Batılılaşma sürecine karşı gül adamlar yetiştirmesini eksenine almaktadır bu eseri. 
 

 

1983'te yayımlanan "Denize Açılan Kapı" isimli öykü kitabında Özdenören'in, tarikata intisap etmiş bir sufinin manevi dünyasını ve ruh zenginliğini anlattığı bu eserinde, zihin ve ruh dünyasında bir çatallaşmanın ya da yeni bir halkanın eklendiğini görüyoruz ki bu tasavvufa açıldığı halka olduğu rahatlıkla görülür.

Nuri Pakdil bir ortamda, Özdenören'in tasavvufa yöneldiğini dile getirir ve bu durumundan hiç hazzetmediğini mezkûr ortamda bulunanlara hissettirdiği şehir fısıltısı ya da efsanesi olarak dillendirilir.
 

 

1985'te yayımlanan "Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler" kitabı, özelde gençler genelde Müslüman camianın, kendi dönemi içinde referans aldığı bir metinler toplamıdır.

Dünyaya ve hayata Müslümanca bakışın nasıl olacağına dair sorunsala yönelik bir perspektif veren bu eserinde; başta demokrasi, özgürlük, felsefe, kültür, bilim, materyalizm, pozitivizm, tasavvuf gibi kavramlara nasıl baktığını yine ayrıntı avcısı yönüyle ele alır ve kitap özetle Müslümana ve okura şunu vermeye çalışır: Çağın gözüyle İslam'a bakılmamalı, İslam'ın gözüyle çağa bakılmalıdır, adeta dedirtir.

1985'te çıkardığı "Yaşadığımız Günler" eserinde, salt yaşanılan gündelik hayatı değil içinde bulunan çağdaş hayatı ve dünyayı keskin gözlemiyle eleştiriye tabi tutmakta ve modern çağla kuşatılmış hayatımıza dair çıkış kabilinden önermeler sunmaktadır bu eserinde.

Bunun için; çağdaşlık kavramına getirdiği itirazdan, feminizme, uyuşturucuya, intihara, teknolojinin ruhsal tahribatına, kapitalizm ve tüketim baskısına, TV'lerin ve siyasetin yol açtığı kirlenmenin boyutlarına hasılı çağdaş ikonlara yönelik sıkı bir sorgulamayı bu eserinde gerçekleştirdiği görülür.
 

 

1986'de yayımlanan "Ruhun Malzemeleri" (kitabı arınma ve nefis tezkiyesi niyetiyle almıştım) isimli eseri, 1962-1983 yılları arasında muhtelif mecralarda yazılmış yazıların toplamı olup, deyim yerindeyse edebiyat özelde ise İslami edebiyat poetikasına dair kesinleşmemiş düşüncelerini, kemale ermeyi bekleyen önermelerini içerir.

Kitapta; iyi edebiyat kötü edebiyatın ne'liğinden metafizik romana, ruhun ve romanın malzemelerinin ne olduğundan şiir tartışmalarına, şiirin işe yararlılığından nesnel eleştiriye oradan da edebiyat-hayat ilişkisine daha birçok başlığı kısa ama öz bir anlatımla, kurama boğmadan sade bir dille anlatmayı başarmıştır Özdenören.

İslami kesimin edebiyata ilgi duyan veya edebiyatta ustalaşmış aktörlerinin de başvurduğu kaynaklardan biri olan bu eser, kimi yönleriyle bugün için arkaik kaldığı da bir not olarak düşülmelidir kanımca.
 

 

1987'de çıkan "Kafa Karıştıran Kelimeler" isimli eserinde, kelime ve kavramlarla zihin dünyaların nasıl değiştiğine değinirken, hem batılılaşma ile zihin dünyamıza yerleşen kimi kavramların yanlış kullanımını hem de zihin dünyamızda bize ait olan kelimelerin ne denli boşaltıldığı tehlikesine dikkat çekerek, Müslümanca düşünmenin nasıl olacağına dair bir teklif sunuyor burada Rasim Özdenören okura.

Bunu için de; pozitivizm, akılcılık, hümanizm, diyalektik, bilim-irfan ilişkisi, din-kültür ayrımı ve ilişkisi, gelenek, cihad, tasavvuf, özgürlük, laiklik gibi yapısal kavram ve sorunlarla kafası karışmış olanlara adeta bir yol göstericilikte bulunuyor ve de bir düşünme yöntemi sunuyor.

1987'de yayımladığı "Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı" isimli deneme eserinde, "İki Dünya" kitabında olduğu gibi Batı ve İslam medeniyetini; zihniyet, çelişkiler, farklılıklar bağlamında mukayeseli olarak ele almakla yetinmeyip, çağdaşlaşma ve batılılaşmadan ne anlaşılması gerektiğini ve neden uzak durulması gerektiğini içi boş ve sloganik değil, eserlerinde görülen rasyonalite içinde okura doyurucu bir şekilde anlatmaya çalışmaktadır.

1988'de çıkan "Müslümanca Yaşamak" ve "Red Yazıları" ile 2004'te yayımladığı "Düşünsel Duruş" isimli kitabı, her ne kadar ayrı kitaplar olarak okura sunulmuş olsa da içerik olarak benzer konulara değinmektedir.

Modern çağda bir Müslümanın düşünsel bir duruşa sahip olmasının kaçınılmaz olduğunu, toplumsal ve siyasal meseleler karşısında tarafsızlığa yatmaması gerektiğini, doku uyuşmazlığı yaşadığı bu dünyada konumunu belirlemesi gerektiğini, taraf olma tavrının nasıl seçileceğini, hangi ilkeler ve stratejilerle yol alınmasını, Müslüman aydın ve siyasetçilerin İslami bir söylem geliştirme imkânına sahip olduklarını ve bu söylemi yeni dünya düzeninden tutun Avrupa Birliği, geri kalmışlık, demokrasi, ırkçılık gibi birçok başlıkta söz söylemekle mükellef olduklarını uzun uzadıya anlatır. Bu anlatım kâh aktüel kâh tarihsel perspektifle ilerler. 
 

 

1996 yılında yayımladığı "Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti" isimli eserinde, bu düzenin küreselleşme olarak isimlendirildiğini belirtse de aslında bunun emperyalizmin yeni bir adı olduğuna dikkat çekmekte ve bu düzende Müslümanların yüzleştiği laiklik, demokrasi, liberalizm ve insan hakları kavramlarına nasıl bakılması gerektiğini analitikçi kafa yapısıyla ve de o ince zekâsıyla bence bugün bile dikkate alınacak cümleler kurmayı başarabilmiştir Özdenören.

"Demokrasi İslam'ın neresinde?" sorusundan tutun "Müslüman demokrat olabilir mi?" gibi bugünün de günceli olan bu tip sorulara hatta şeri devletin demokrasi ile yönetilip yönetilmeyeceğinden, "Müslümanın laik olup olamayacağına" oradan da liberalizm-kapitalizm ilişkisini işlerken "Müslüman liberal olur mu?" sorusuna da kendi zihin dünyasınca cevaplar vermeye çalışmaktadır.

Yeni dünya düzeninin iki kutupluluğu değil tek kutupluluğu ile insan haklarını, demokrasiyi özgürlük gibi değerleri değil patolojiyi, kirlenmeyi, değersizleşmeyi topluma ve bireye kazandırdığını da açık bir yüreklilikle dillendirmektedir bu eserinde. 

1997'de çıkan "Ben ve Hayat ve Ölüm" isimli eseri, varoluşçu felsefesinin temel başlıklarını kavramsal bazda ele aldığı bir eser olup, kendi ifadesiyle "kendi benimin dolayımındın geçerek hayatı ve ölümü ve insanın hayatla ölüm arasında yer alan korkusunu, zaafını, yalnızlığını, suçunu, cezasını, kibrini, rüyasını, tövbesini, aşkı ve saadeti….. kısaca çeşitli görüntülerini anlamaya teşebbüs ettim" diyerek burada Özdenören'in kişisel serüvenine, ruh dünyasına kapı araladığı pekala rahatlıkla söylenebilir.

Kitabın ayırt edici yönü ise tüm bunları, açıklamaya değil tasvir etmeye, ispatlamaya değil göstermeye çalıştığıdır.

Her zamanki mütevazılığı ve naifliğiyle tüm bu kallavi insanlık hallerini teğet geçmeye çalıştığını, tümüyle hala sırrına eremediğini de not etmektedir Özdenören.
 

5.jpg

 

Özdenören'in "Ansızın Yola Çıkmak", "Hışırtı" ve Kuyu" isimli üç öykü kitabı 2000 yılında yayımlanmış olup, uzun biradan sonra okuruna deneme ve düşünce dışında kitaplar sunma imkânı verdiğini görmekteyiz bu üç eserle.

Kendisi Kuyu'da Hz. Yusuf'u ve kıssasını işlemediğini dile getirse de kitapta bunun izlerini ve hislerini görebiliyoruz.

"Ansızın Yola Çıkmak" eserinde ise, içinde aşk-cenaze-metafizik-ölüm-zaman kavramları yine metafizik öğelerle işlenmekte, ancak burada lirizmi düşük hali ise bir eksiklik olarak görülebilmektedir.

Zira aşkın olduğu yerde lirizmin aranması ya da volümünü yüksek olması tabiidir. 2000'li yıllar sonrası öykülerinde görülen özenli dil ve berrak zihin bu üç öykü kitabında rahatlıkla görülür.  

2000 yılında basılan "Eşikte Duran İnsan" isimli eseri, tasavvufa kapı araladığını söylediğimiz "Denize Açılan Kapı" içeriğinde ama deneme türünde yazılmış bir eser olup, burada İslam'ın politik, toplumsal ve küresel vaatlerini değil manevi dünyaya yönelik ıslah edici yönünü yine keskin gözlemi ve derinlemesine tahlilleriyle işlediği görülür.

Dua, rahmet, sabır, hicret, tövbe, arınma, utanma, edep ve teslimiyet gibi kavramları modern hayat ve onun getirdiği kirlenme ile ilişkilendirerek, okura adeta manevi yol işaretleri sunmakta ve tasavvufa yönelik eğilimini burada ise daha çok hissettirmektedir.
 

 

2002'de çıkan "Yazı, İmge ve Gerçeklik" isimli deneme kitabında Özdenören, yazı dünyasına yönelik kişisel tespitlerini burada işler.

Niçin yazdığına dair cevabi denemesini, öykünün kendisindeki karşılığını, roman yazım sürecini, roman kahramanlarının kontrol edilemezliğini, yazmanın zor mu kolay mı olduğunu, dinin hayattaki ve edebiyattaki yerini, sanatçı ile yazı arasındaki ilişkiyi, yazıda önce imgenin mi kelimenin mi geldiğini, yazma keşfini, yazının gerçeği saptırıp saptırmadığını, yazının keyfi ve kederini, yazının gerçek ve imge ile dönüşümünü ve yaşamak kadar yazmanın gerekliliği üzerine bolca istifade ettiğimiz bu eserinde, kişisel ama derinlikli tahlillerini sade bir dille anlatabilmektedir.  

2009 yılında yayımladığı "İmkânsız Öyküler" ile 2015 yılında yayımladığı Uyumsuzlar isimli öykü kitabının ortak özelliklerinden olan, zamansızlık ve belirsizliğin bu öykülerde başat bir faktör olduğunu görmekteyiz.

"İmkânsız öyküler" eserinde, seksen öykü yer almakta ve burada yabancılaşmayı zaman-mekân sıkışması bağlamında ele aldığı görülmektedir.

Neredeyse seksen öyküde de, öykü karakterleri üzerinden imkânsızın sınırlarını tasvir etmeye çalışan Özdenören'in burada yapmaya çalıştığı temel şey, kentli bireyin imkânların zorlayan, imkânsız olarak algıladığı şeyin aslında durumunun ve olayların içinde yaşamsal olarak var olduğudur.

Yani imkânsız olmadığıdır. Eserde yer alan şu cümleler bunu anlatmaya yeterdir:

Gündelik hayatımızın imkânsızları, imkânsız olanları, aslında bizim gündelik hayatımızın içindeyken bile onları ıskalıyoruz. Oysa biz farkına varmasak da, olmayacak şeylerin olması devam edip duruyor. Birinin buna dikkatini yöneltmesi gerekiyordu.


"Uyumsuzlar" öykü kitabında ise öne çıkan iki unsurun, belirsizlik ve aşk eksenli oluşudur. Özdenören'in sanki Kahramanmaraş'ta genç bir âşık iken yazmış olduğu hissini veren bu öykülerin genelinde; ayrılık, aşk, kavuşma, hasret, ihanet, kıskançlık, sevgi, bekleyiş ve buluşma gibi temalar işlenir.

Geçmişte yazdığı ama yayımlamadığı bir iki hikâyenin de bu kitapta yer aldığı "Uyumsuzlar" eseri, okurda sanki son yıllarda yaşamış olduğu bu halleri anlattığı izlenimi vermektedir.

Bu eserinin, daha önce bireyi eksene aldığı "Çözülme", "Hastalar ve Işıklar", "Çarpılmışlar" öykülerinde olduğu gibi birey yine eksende ama bu sefer aşk ve umutsuzluğun belki de uyumsuzluğun getirdiği haller içinde olduğu görülmektedir.

Kitapta yer alan yirmi üç öykünün neredeyse tüm karakterleri gerçekten de kitabın ismi gibi uyumsuzdurlar.

Hayata, mekana, zamana ve aşka karşı uyumsuz ama "Deniz Feneri" öyküsünde geçtiği gibi  bir çıkış yolu arayan ama bulamayanlardan oluşan bir uyumsuzlar grubu adeta.
 

 

Özdenören'in "Uyumsuzlar" eserinden sonra yayımladığı 2017 tarihli "Elli Yılın Öyküsü", 2018 yılında çıkan "Hadislerin Işığında Hz. Muhammed" ve 2022 yılında yayımladığı iki kitabı olan "İlk Öyküler" ve "Kör Pencereler" isimli eserleri ise maalesef kütüphanemin raflarıyla tanışmadıkları için bu eserlerine dair bir şeyler söyleyebilmem nâmümkün.

Mümkünat dâhilinde söylenebilecek olan ise, Özdenören'in Türkiye'deki fikir ve edebi hayata dair yeni bir soluk, katmanlılık ve özgünlük getirdiği gerçekliğidir.

Özgünlük derken temada, yeni bir soluk derken de dilde inşa ettiği dramatik gerilim, katmanlılık ise metafizik pencereden bakışın getirdiği imkân olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Edebi dil ve teknik açıdan kendisi lise yıllarından itibaren adlandıramadığı ama sonradan öğrendiği "bilinç akışı" tekniği ile yazdığını söylese de, bunu kuramsal olarak öğrendikten sonra eserlerini bu kuram doğrultusunda kaleme aldığı tabi ki söylenemez.

Tıpkı şair Süleyman Çobanoğlu'nun şiir poetikası, tarihi ve kuramları hakkında okuma yapmadan bir halk şairi kimliğini kazanması gibi.

Özdenören'in hikâyecilikte ağırlık olarak durum hikâyeciliğine daha yakın durduğu tür olarak rahatlıkla söylenebilir.

Edebi diline ilişkin bir şeyler söylemeyi ise kendisini yakından tanıdığını tahmin ettiğim edebiyat eleştirmeni Necip Tosun'un 2016 yılında Yeni Şafak gazetesinde yazdığı şu güzel tespitleriyle sona erdirelim: 

Özdenören, öykü serüveni boyunca, tasvirlere, sembollere, dil arayışlarına yönelip biçimsel yanları ağır basan bir öykü anlayışı sergilemiştir. Düşünce ağırlıklı bir öykü evreni kurmakla birlikte, slogana ve kolaycılığa kaçmadan, gerçeğin/hakikatin hem bireysel hem de psikolojik yönlerini incelikle işlemiştir. Ruhsal çözümlemelerindeki kuşatıcı gerçekliği dikkat çekicidir. Tasvir en önemli anlatım imkânlarından biridir ve simgesel soyutlamalarında tasvirlerden yararlanır. Tasvir onun öykülerinde verilmek isteneni tamamlayan, onu zenginleştiren ve anlamı derinleştiren bir görev üstlenir. Özellikle içsel yaşantıların, bilinçaltı anlatımın başat olduğu öykülerde, dış görünümler, dolayısıyla tasvir iç dünyaların yansıtılmasının bir parçası olur. Eşya, nesne bir durumu, bir 'duygu'yu temsil için kullanılır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU