"Bay Kemal"den "Vay Kemal"e Kılıçdaroğlu'nun Kontrası

Dr. Onur Alp Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu / Fotoğraf: CHP

Kılıçdaroğlu, Balıkesir Mitingi'nde yaptığı konuşmada Erdoğan'ın yıllardır kendisini karikatürize etmek için kullandığı "Bay Kemal" ifadesini bir kontratakla tersine çevirdi ve şöyle dedi:

Bay Kemal olmak kolay değil, söz verdin mi yapacaksın, Bay Kemal olmak için kul hakkı yemeyeceksin, adaletli olacaksın.


Kılıçdaroğlu, bununla da kalmadı ve "Bay Kemal" ifadesini Twitter ve Instagram biyografilerine de ekledi ve bu kavramı kendi istediği bir tanımlamayla yeniden içeriklendirerek normalleştirdi.

Peki, bu hamle neden yıllar sonra geldi?

Aslında Kılıçdaroğlu daha önce de benzer çıkışlar yapmış, ancak bu toplumsal bir karşılık bulmamıştı.

Bunun nedeni, tıpkı Thucydides'in Melian Diyaloğu'nda gördüğümüz gibi, kavramları kazananların belirlemesi şeklinde ifade edilebilir.

Yani o günlerin kazananı Erdoğan, son derece konforlu bir biçimde, demokrasinin gerektirdiği asgari nezaketi de bir kenara bırakarak, muhaliflerine karşı onları aşağılayıcı kavram setleri üretip, istediği gibi içeriklendirebilirken, toplum gözünü kulağını muhalefete dönünce, muhalefet aynı kavram setleri üzerinden kontratak yapacak fırsatları yakalayabildi. 

Peki, bu noktaya nasıl gelindi?

Aslında bu noktaya gelirken iktidarın hikayesinin çökmesi son derece önemli bir aşamaydı. Hafızalarımızı biraz zorlayarak 2018 seçimlerini hatırlarsak iktidarın yeniden Kanal İstanbul'un tartışılması, millet kıraathaneleri ve bahçeleri haricinde somut bir vaadi olmadığını hatırlarız.

Toplumu yavaş yavaş zorlamaya başlayan ekonomik bunalım içinde bu vaatsizlik durumu, Erdoğan'ın toplumla kurduğu duygusal bağ ve güven ilişkisiyle aşılmaya çalışıldı ve Erdoğan, "Bu kardeşinize yetkiyi verin, Türkiye uçsun" söylemine yaslandı.

Ancak seçim zaferinden sonra ekonomik veriler günden güne bozuldu ve seçmen, 2019 Yerel Seçimlerinde yine Erdoğan'ın karizmatik kişiliği ile "Ekonominin sorumlusu benim ben, belediye başkanları değil" çıkışına rağmen, iktidar yerine muhalefet bloğuna yöneldi. 

Muhalefetin büyükşehirlerde gösterdiği seçim başarısı ve ardından tüm engellemelere rağmen gösterdikleri başarılı yönetim hem Erdoğan'ın yıllardır yaptığı "Bunlar üç koyunu bile güdemez" propagandasını boşa düşürdü hem de sistem değişikliğiyle ortaya çıkan ve pandemiyle beraber zirveye varan başta ekonomi olmak üzere her alanda yaşanan çok boyutlu krizden dolayı muhalefeti iktidar alternatifi hâline getirdi.

Erdoğan'ın bizzat üstüne aldığı ekonomik durumun düzeltileceğiyle ilgili vaatler ve bunun için verdiği tarihlerin her seferinde boşa düşmesi, iktidar bloğunu yüzde 30'lara geriletirken, muhalefetin oyu ise yukarıya doğru bir ivme kazandı. 

Başka bir ifadeyle, iktidardan kopan seçmen "Erdoğan asla kaybetmez" noktasından "Erdoğan kaybederse bundan iyisi olmaz" noktasına; o noktadan ise "Kim kazanırsa kazansın bundan kötüsü olmaz" düşüncesine evrildi.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Muhalefet, her ne kadar Kılıçdaroğlu'nun liderliğinde kurulan altılı masayla yaşanan krizin kurumsal altyapısını çözecek bir projeyi, "güçlendirilmiş parlamenter sistem"i vadetse de geçiş sürecinde ekonominin nasıl yönetileceği ve insanların refah seviyesinin nasıl arttırılacağıyla ilgili ortak bir program açıklamış değil. 

Çünkü muhalefetin oylarının yukarıya doğru ivmelenme hâlinin seçmenlerin "Kim kazanırsa kazansın bundan kötüsü olmaz" düşüncesine evrilmesi, muhalefette iktidarın yaratacağı krizler dolayısıyla seçimi mutlak suretle kazanacağı ataletini yaratıyor gibi gözüküyor.

Ancak Erdoğan'ın seçim dönemi yaklaştıkça kullanacağı hem tehditkâr kaos diskuru hem de sadaka ekonomisi vasıtasıyla "Kim kazanırsa kazansın bundan kötüsü olmaz" diyen seçmenin yeniden "Erdoğan kaybederse bundan iyisi olmaz" noktasına evrilmesi riski güncelliğini koruyor. 

Nitekim bunu, benim sıklıkla hatırlattığım, yakın zamanda yaşadığımız biri başarılı biri başarısız iki örnekle açıklayabiliriz. 

İlk olarak, tıpkı bizde olduğu gibi altılı ve birleşik bir muhalefetin Orban'a karşı yarıştığı Macaristan seçimlerine odaklanalım:

Orada da muhalefet, kendi ortak programına güvenmektense Orban'ın yaratacağı ve derinleştireceği krizlere güvendi.

Ancak Orban, son derece ustaca bir hamleyle, Rusya-Ukrayna savaşı çıktığı esnada muhalefetin güvendiği krizleri kendi lehine çevirdi ve muhalefetin NATO yanlısı olduğunu, dolayısıyla Macaristan'ı Ukrayna'nın yanında savaşa sokarak hem ülkeye mülteci gelmesine sebep olacağını hem de bu durumun ekonomiyi daha da kötü hâle getireceğini iddia etti.

Orban'ın edilgen muhalefete karşı bu hamlesi toplumda karşılık buldu ve yeniden seçildi.


İkinci ve başarılı örnek olan Malezya'da ise muhalefet, edilgen bir pozisyona sürüklenmektense etken bir tutum takınmayı tercih etti.

Yani iktidarın yarattığı krizlerdense kendi ortak programına güvenmeyi tercih etti: Muhalefet, bu doğrultuda ekonomi sahasında belirlediği asgari müştereklerde uzlaşarak toplumun önüne 100 günlük, 200 günlük; 1 yıllık, 2 yıllık… kademeli planlar koydu ve ortak bir söylemle bunları topluma anlatmakta başarılı oldu. 


Dolayısıyla Türkiye için de "Kim kazanırsa kazansın bundan kötüsü olmaz" diyen seçmenin yeniden "Erdoğan kaybederse bundan iyisi olmaz" noktasına evrilme riskini ortadan kaldırıp, "Kim kazanırsa kazansın bundan kötüsü olmaz" diyen seçmeni "Muhalefet kazanırsa her şey daha iyi olur" noktasına getirerek sabitleştirmenin yolu budur.

Yani muhalefetin iktidarın krizlerine güvenmektense kendi programına güvendiği ve toplumu ikna ettiği ortaklaşmış bir ekonomi programı.

Aksi takdirde mesele "Bay Kemal" ve "Erdoğan" arasına indirgenirse rakiplerini karikatürize etmekte pek bir sınırı olmayan maharetli bir popülist olan cumhurbaşkanının yeni kavram setleriyle bu ikililikte kârlı çıkması hâlâ olası. 


Nitekim hatırlatmak gerekir ki, aynı toplum bundan yalnızca 5 yıl önce daha fazla güç ve yetki vadettiği için bu sisteme "evet" demiş ve bir yıl sonra da Erdoğan'ı yeniden Cumhurbaşkanı seçmişti.

Başka bir ifadeyle iktidardan kopan seçmenin derdi sistemle olmaktan çok, bu sistemin ekonomik verilerle desteklenememesidir.

Bu bağlamda, seçimden sonra gücün kimde toplandığına göre yeniden tanımlanacak olan "Bay Kemal"in "Vay Kemal"e mi yoksa "Vah Kemal"e mi evrileceği de seçmenin iktidarla bağını koparan bu boşluğun bir ekonomi programı ve somut vaatler setiyle doldurulup doldurulmaması durumuna bağlıdır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU