Türümüz nereye gidiyor, yoksa sona mı?

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

Görsel: esri.com

Homo Sapiens değişecek mi?

Genetik mühendisliği, nanoteknoloji ve beyin-bilgisayar ara yüzleri vasıtasıyla, 21'inci yüzyılın ana ürünleri "zihinler" ve "bedenler" olacak gibi görünüyor.

Gelecekten bahsederken, bizden sonraki insanları bizimle aynılarmış, sadece teknolojileri daha iyiymiş gibi düşünüyoruz.

Lazer silahları, sürücüsüz arabaları,  zeki robotları ya da ışık hızıyla seyahat etme gibi...

Ama değişiklik sadece bu değil, gelecekteki teknolojiler Homo Sapiens'in kendisini de değiştirecektir.

Geleceğin en heyecan verici şeyi uzay gemisi falan değil, onu hangi türün uçurduğu olacak...

Öyle ki sınıfsal yapı da buna göre şekillenecektir.


21'inci yüzyılda, insanoğlu muhtemelen teknolojik devrimlerden ne kadar yararlandığına göre kastlara ayrılacak.

Kimisi gelişmelerden epey çıkar sağlarken, kimisi eziyet görecek.

Geçen yüzyılın tüm hikayesine dinler, mezhepler, ırklar, cinsiyetler, sınıflar ve etnik gruplar arasında eşitsizliğe son verme mücadelesi olarak bakabiliriz.

Özellikle Soğuk Savaş'tan sonra, herkes bu konuda daha da iyimser olmuştu;

Küreselleşmenin tüm dünyaya kademe kademe ekonomik refah ve demokrasi getireceğini düşündük.

Tüm insanlar eşit hak ve imkanlara sahip olacaktı.

Ama böyle olmadı, neden?

Çünkü bu vaat bir yalandı.

Küreselleşme, büyük toplulukların/zenginlerin işine yaradı ama eşitsizlik arttı, yoksullar daha da yoksullaştı.

Dünyanın en zengin 85 insanı, insanlığının yarısından, yani 3,5 milyar kişinin toplamından daha zengin.

Yapay zeka bu problemi azaltmayacak, aksine daha da artıracak; dijital oligarklara göre birkaç on yıl içinde birçok insan 'işe yaramaz' hale gelecek.

Bu da işin başka ilginç bir tarafı. 


Nasıl olacak bu?

"Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi" adlı yapıtın genç yazarı Yuval Noah Harari (ki kendisi henüz 40 yaşında ve şimdilerde yeni kitabı 'Yarının Tarihi'ni yazıyor) bu konuda şu tespiti yapıyor:  

İnsan değil algoritma güçleniyor. Geliştirdiğimiz yazılımlarla beraber yapay zeka çok fazla işi bizden daha iyi yapmaya başladı. Kaza yapıyorlar belki ama daha iyi araba kullanıyorlar; hastalıkları daha iyi teşhis ediyorlar. Böylece birçok meslek daha şimdiden ıskartaya çıktı. Bu daha da artacak ve  önümüzdeki 20-30 yıl içinde tüm işlerin yüzde ellisi bilgisayar tarafından yapılacak. 


Yeni işler, yeni sınıflar, yeni işsizlik dalgası

Tabi bu arada yeni işler de çıkacak, ama bu sorunu çözemeyecek. İnsanlarda temel olarak iki yetenek vardır: Fiziki yetenek ve bilişsel yetenek.

Robotların zaten iki alanda da bizi geçtiğini düşünürseniz; yeni işlerde de bizi geçeceklerini anlarsınız.

Nasıl ki tarıma makinenin girmesi işsizliği artırdıysa yaşama dijitalin girmesi bunun kat be kat daha artıracaktır.  

Makineler, nüfus mobilitesi ve özellikle de işsizlik konusunda nasıl bir alt üst oluşa yol açtıysa yarın robotların tam kadro devreye girmesi ile belki de etkileri daha karmaşık olacak karmaşık bir boş işgücü ortaya çıkacaktır.  

İşte o zaman birçok insan, bir nevi "ıskartaya" çıkmış olacaktır.

"Yapay zeka bu işin neresinde" diye sorarsanız;

Yapay zeka bu transformasyonun tam da merkezinde!

Medyadan finansa, finanstan ulaşıma, ulaşımdan sanayi üretimine, üretimden turizme, turizmden iletişim olanaklarına kadar yapay zeka geleneksel mesleklerin yerini alıyor.

Tahminlere göre, 1955 yılında kullanılmaya başlanan "yapay zeka" teknolojileri 2040 yılında insan aklı seviyesine ulaşacak.

Birleşik Krallık gibi yüksek katma değere sahip bir ekonomide bile, önümüzdeki on yıl içerisinde, toplam işgücünün yüzde 35'inin yapay zeka tarafından ikame edileceği belirtiliyor.

Örneğin; yapay zeka sürücüsüz arabaları mümkün hale getirdi bile. 

Şu an bu soruna göz atan hiçbir ekonomik model yok. 21'inci yüzyılın en büyük ekonomik ve siyasi sorusu budur.

Yapay zeka nedeniyle insanlar işlerinden atıldıkça zenginlik ve güç, her şeye hükmeden bilgisayar programlarını kontrol eden çok dar bir elit çevrenin eline geçecek.

Dijital devrim ve yeni ekonomi, tehditler sunduğu kadar trendlere hazırlıklı olan birey ve ülkelere fırsatlar da sunuyor.

Bu da gelir adaletsizliğini tetikleyecek. 


Yapay zeka nedeniyle sıradan insanı tamamen denklem dışına çıkarabilecek.

Bu risk her zamankinden daha fazla mevcut.

"Emek-sermaye" ilişkisi "birey-sermaye" olarak yeniden tanımlanabilir; çünkü bir kesimin emeği "gereksiz" hale gelecek/geliyor.

İşsizlik sonucu gelir adaletsizliğinin artması, orta sınıfın neredeyse yok olması ve yoksulluk gibi artan riskler var.

Bunlar, solun mağdur-mazlum ve güçlü-zayıf ekseninde yeniden tanımlanmasını zorunlu kılıyor.

Belki dünyada artan verimlilik ve iletişimle ekonomik büyüme artacak ama paylaşılan dilimlerin büyümesi için vicdani sol siyasete ihtiyaç duyulacak. 


Tekno-dinler mi gelecek?

Peki, o zaman ekonomik açıdan işe yaramaz milyarlarca insan ne olacak?

Kuşkusuz eşitsizlik daha da artacak… Bu sadece geliri değil ruh dünyasını da derinden sarsacaktır.

Bir örnek verelim;

Bugün taksi, otobüs ve kamyon kullanan milyonlarca şoför var. Kendi kendini idare eden arabalar sonrası onlara ihtiyaç kalmayacak; milyonlarca insanın para kazandığı ulaştırma sektörü sadece birkaç şirketin eline kalacak.

Yapay zekanın yükselmesiyle kitleler büyük ihtimalle ekonomik güçlerini kaybedecek; bu yüzden siyasi güçlerini de kaybedecekler.

Yeni teknolojilerle beraber hükümetler de artık zayıflıyor olacak. Mevcut siyasi modellerimiz, Endüstri Devrimi, 19 ve 20'nci yüzyıllara uygun şekillendi; 21'inci yüzyılın siyasi gerçeklerine uymuyorlar artık.

Yeni modellere geçilecek.


Şirketler daha çok güç kazanacak ama en nihayetinde güç, insanlardan algoritmalara kayacak.

Akıllı telefonumuz bizi bizden daha iyi bildiğinde, bizim açımızdan hayati kararları bilgisayar algoritmalar alacak.

Dev bilgisayarlardan önce masa bilgisayarına geçtik. Sonra diz bilgisayarları geldi. Derken cep bilgisayarları bu gün herksin elinde.

Şimdi dilaltı ve deri altı bilgisayarları yaratılıyor hatta zihinle okunan bilgisayarlar yapılıyor.


Peki, insan ve insanlık yok mu oluyor?

Bu sorunun şimdilik kolay bir cevabı yok.

Ama şunu diyebiliriz; insan yaşadıkça kurgu önemini koruyacak, çünkü insan işbirliğiyle ve umut psikolojisiyle ayakta kalan bir varlık.

Bunun yolu da ilahlar ve mitler gibi kurgulardan geçiyor.

Geleneksel dinler ve ideolojiler yok olabilir ama yerlerine yenileri çıkacaktır.

Geleceğin dinleri Ortadoğu'dan değil Silikon Vadisi'nden doğacak desek yeridir.

Bunlar "tekno-dinler" olacak; teknolojiden beslenen, onunla şekillenen dinler.

Mutluluk, barış, refah ve sonsuz yaşam gibi tüm vaatler onlarda da olacak.

Ama öte dünyada ya da ölümden sonra değil, bu dünya için vadedecekler bunu. İlahi güçlerin değil teknolojinin yardımından bahsedecekler.

Semavi dinler bu dünyayı geçici ve imtihan sahası olarak görüyor, mutluluğu ise gelecek dünyaya bırakıyor.

Belki de bu gelişmeye ket vuran bir düşünüş ve inanış biçimi. Tekno dinlerin vaadi ise bu dünyaya dairdir, her şeyi bu dünyada vaat ediyor.

Belki de böyle çılgın ilerlemesi bundan. Acaba dengeyi bulmak mümkün olacak mı? 

Frankenstein'inin Kehaneti gerçekleşiyor mu?

Frankenstein miti, Homo Sapiens'i son günlerinin hızla yaklaştığı konusunda bizi uyarıyor gibi.

Hikayeye göre, bir nükleer ve çevre felaketi araya girmezse, teknolojik gelişmenin hızı, kısa süre içinde Homo Sapiens'in yerini başka varlıkların alacağını ve bunların sadece fiziksel değil bilişsel ve duygusal olarak çok başka dünyalara ait olacağını gösteriyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sapiens tarihinin 70 bin yıllık perspektifinden bakınca birkaç bin yıl nedir ki?

Çünkü bu projelerin hepsi ölümsüzlüğün arayışıyla, yani Gılgamış Projesi ile ayrılamaz şekilde iç içe geçmiştir.

Gılgamış Projesi bilimin amiral gemisidir. 'Neye dönüşmek istiyoruz?' değil, 'Neyi istemek istiyoruz?'dur, bütün mesele.

Bunun da cevabı, "ölümsüzlük" arayışıdır. 


Tanrıya dönüşmek isteyen "hayvan"! 

70 bin yıl önce, Homo Sapiens hala Afrika'nın bir köşesinde kendi işiyle meşgul olan önemsiz bir hayvandı.

İlerleyen binyıllarda kendisini tüm gezegenin efendisi ve ekosistemin baş belasına çevirecek dönüşümü gerçekleştirdi.

Bugün ise, sadece ebedi gençliğin değil, yaratmak ve yok etmek gibi ilahi becerileri de ele geçirmenin peşinde koşuyor.

Üstelik de neredeyse yakalamış gözüküyor yanı insanlık tarihini baz alırsak arifesinde diyebilirz.

Maalesef dünyadaki Sapiens rejimi şu ana kadar gurur duyabileceğimiz çok fazla şey üretmedi. 

Etrafımızı şekillendirdik, gıda üretimini arttırdık, şehirler yaptık, imparatorluklar kurduk, çok uzak ve geniş ticaret alanları oluşturduk, ama dünyadaki acıyı azalttık mı?

Tekrar vurgulamakta fayda var, insan gücündeki büyük artış birey olarak Sapiens'in durumunu daha iyi hale getirmedi ve genellikle diğer hayvanlara çok büyük acılar çektirdi.

Geçtiğimiz on yıllarda nihayet insanların durumuyla ilgili bazı somut gelişmeler sağlayabildik; kıtlığı, salgınları ve savaşları azaltabildik ya da bunlar dolayısıyla ölenlerin sayısını.

Öte yandan, diğer hayvanların durumu her zamankinde de hızlı kötüleşiyor ve insanların durumundaki düzelme de hem çok yeni hem de kesinlikle emin olmak için henüz çok erken.  


İnsanların yapabildikleri olağanüstü şeylere rağmen hedeflerimiz konusunda emin değiliz ve her zamanki kadar memnuniyetsiziz.

Kano ve kadırgalardan buharlı gemilere, oradan uzay mekiklerine vardık ama kimse nereye gittiğimizi bilmiyor.

Her zamankinden daha güçlüyüz ama bunca güçle ne yapacağımızı da bilmiyoruz. Daha da kötüsü, insanlar her zamankinden daha sorumsuz...

Kendi kendini yaratmış küçük tanrılar olarak kimseye hesap vermiyorlar.

Diğer hayvanları ve etrafımızdaki ekosistemi sürekli mahvediyoruz ve bunun karşılığında sadece kendi konforumuzu ve eğlencemizi düşünüyoruz, üstelik tatmin de olmuyoruz.

Sorarım size: Ne istediğini bilmeyen, tatminsiz ve sorumsuz tanrılardan daha tehlikeli bir şey olabilir mi?


Sonuç: Geleceğin geleceği ne olacak?

Evet, dördüncü Sanayi Devrim dediğimiz dijital teknoloji devrimini yaşıyoruz. 

Birinci Sanayi Devrimi; 18'inci yüzyıl sonlarında gerçekleşti. Buhar gücüyle çalışan makinelerin sanayide yaygınlaşmasıyla otomasyonun ön plana çımasına şahit olduk. 

İkinci Sanayi Devrimi; 20'nci yüzyılda başladı, Henry Ford'un elektrik ile seri üretim konseptini gerçekleştirmesi ile hız kazandı. 

Üçüncü Sanayi Devrimi; 1970 sonrası bilişim teknolojilerine geçilmesi ile başladı. Elektronik sistemlerle tam otomasyon yaygınlaştı; kişisel bilgisayarlar, iletişim ağları bu dönemin yapı taşları oldu. 

Dördüncü Sanayi Dönemi; dijital teknoloji devrimi ile başladı; dijitalleşme ve teknolojinin sunduğu otomasyon ile yapay zeka, nesnelerin interneti, büyük veri analizi,  bulut gibi temel yapı taşları ortaya çıkardı.  

İşte otomasyonla başlayan yolculuk bizi bu gün yapay zekanın getirdiği avantaj ve dezavantajlarla karşı karşıya bıraktı.

Nereden nereye geldi?  

Yukarıda zaman zaman karamsar görünebilecek bir tablo çizmiş olabiliriz. Ama en büyük umut gene bilimde saklıdır.

O yüzden gelecek konusunda iyimser de kötümser de olmak için neden yok. Realist olmak gerekiyor.

Bilimkurguya değil bilime ihtiyaç var. Söylediğimiz şu; insanlık dev adımlar atıyor, eğer doğru bir yol izlenmezse sorunlar da dev gibi olacak.

IŞİD, Ortadoğu'daki sorunlar ya da küresel ekonomik kriz gibi en önemli mevcut sorunlar, insanın gelişiminden doğan sorular karşısında devede kulak kalacak.

Ne kadar ileri gitsek de bilim, aslında ne kadar cahil olduğumuzu kabul etmemizi salık veriyor ve bunu görmek lazım.

Tarihteki en büyük keşif cehaletin keşfidir. O halde ne yapmak lazım.

Yetenek (tailent) ve teknoloji (tecnology) ile birlikte, hoşgörüyü (tolerns) de elden bırakmamak çok önemli.

"3 T" bu bağlamda ülkeler için kritik. Bu yüzden, siyasetin insanı eğitimle yetenekli ve donanımlı hale getirmesi, teknolojik gelişmelere ayak uydurabilmesi ve hoşgörülü demokratik bir sistemi yaratabilmesi gerekiyor.

Sadece insana değil, doğaya ve hayvanlara da saygı gerekiyor.

Yetenek ve teknoloji, hoşgörünün olduğu ülkelere akıyor. Çünkü yaratıcı sınıflar ancak huzurlu, mutlu, istikrarlı ve güven veren coğrafyalarda yaşamak ve iş yapmak istiyorlar.

Bu huzurlu toplumları ise ancak vicdanlı ve çağdaş bir siyaset anlayışı kurabilir.  


Türkiye bu dijital oluşumun neresinde?

İmam hatip liselilerinin ülkenin tek umudu olarak görüldüğü, internet teknolojilerinin yasaklandığı, her eleştirinin hakaret olarak değerlendirilip davalar açıldığı bir muhafazakar popülist sağ iktidar sürecinde bu konuların hiçbirinde olumlu adım beklemek mümkün değil. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU