Sultan Abdülhamid, 33 yıllık iktidarından sonra tahttan indirilmişti; ama darbeyi gerçekleştirenler buruk bir sevinç yaşıyorlardı. Yıldız Sarayı basılmış burada bulunan pek çok değerli eşya tahrip ve yağma edilirken yüzlerce sandık jurnal ele geçirilmişti. Bu durum sonrası Meclis ve medya ikiye bölünmüştü. Bir kesim, ele geçirilen jurnallerin bir an önce kamuoyu ile paylaşılıp jurnalcilerin teşhir edilmesini isterken bir kesim ise bu jurnallerin ihtilal sonrası ortaya çıkan birlik havasına zarar vereceği gerekçesiyle yok edilmesini talep ediyordu.
Jurnallerin bir an evvel yayınlanmasını isteyen grup, 31 Mart Vakası’nı bastırarak İstanbul yönetimine el koyan Mahmut Şevket Paşa’nın huzuruna çıktı. Vekiller ve aydınlardan oluşan bu grup ele geçirilen jurnallerin bir an önce kamuoyu ile paylaşılmasını talep etti. Yapılan incelemeler sonrası ortaya çıkan korkunç manzarayı gören Şevket Paşa ziyaretine gelenlere durumun vahametini anlatmak için şu ifadeleri kullanır;
Ne bilirsiniz benim de jurnalimin çıkmayacağını!
Mithat Sertoğlu’nun, önemli tarihçilerimizden İsmail Hakkı Uzunçarşılı’dan naklettiği bir olay ise şöyledir: Uzunçarşılı ele geçirilen jurnallerin tasnif edilmesi için kurulan ekipte vazifelendirilir; ancak Uzunçarşılı işini yarıda bırakır bu göreve devam etmez. Kendisine sebebi sorulduğunda şöyle cevap verir;
Evet, vazgeçtim. Çünkü çok hürmet ettiğim filanca zatın da jurnaline rastladıktan sonra, bunları tetkike biraz daha devam edersem, bu memlekette selam vereceğim adam bulamayacağımdan korktum.
Bu olay ibret vericidir, çünkü daha sonra jurnallerin tasnif edilmesi için kurulan ekiplerin hepsi birbiri ardınca dağılmış, kimse jurnallerin içeriğinde yazanların tarihi sorumluluğunu almak istemeyerek görevden feragat etmiştir.
Her şeyin tıkanma noktasına geldiği bir zamanda Enver Paşa ve fedaileri Sultanahmet Meydanında bulunan hükümet binasını basıp Harbiye Nazırını öldürdü ve Sadrazamı istifaya zorladı. Bu vaka jurnaller için de dönüm noktası olmuştu. İttihat ve Terakki mensupları iktidarı tamamen ele geçirdikten sonra jurnaller meselesine de el atmıştır. Harbiye Nazırlığı bahçesine toplanan binlerce jurnal üst üste yığıldıktan sonra ateşe verildi. Yavaş yavaş yanarak kül olan bu jurnaller ortadan kalkmasına rağmen tartışması hiçbir zaman bitmemiştir.
Abdülhamid’in Hafiye Teşkilatı’nı kurması
Sultan İkinci Abdülhamid, tahta çıkması beklenmeyen bir şehzadeydi. Bu yüzden diğer şehzadelere göre nispeten özgür yetiştirilmişti. Başta Mısır olmak üzere birçok yurtdışı seyahati gerçekleştirmişti. Ticaretle uğraşmış borsada hayli para kazanmıştı. Kaderin cilvesi Sultan Hamid’e tahtın yollarını açmıştı. Tahta çıkışı ise kendisi için tam bir travma olmuştu. Amcası Sultan Abdülaziz hal edildikten sonra şüpheli bir biçimde ölmüş, büyük ağabeyi Sultan Beşinci Murad tahta çıktıktan kısa bir süre sonra ruh sağlığını tamamen kaybetmiş ve tahttan indirilmişti.
Daha da kötüsü Sultan Hamid, Mithat Paşa’nın kontrolünde olan hükümette 93 Harbi’ne şahit olmuş, devlet adamlarının yanlış kararlarının nasıl büyük felaketlere sebep olduğunu görmüştü. Lakin onu büyük bir şüphe sarmalına sürükleyecek vaka ise Ali Suavi’nin gerçekleştirdiği Çırağan Baskını idi. Cübbesi ve sarığıyla aykırı fikirleri ile tanınan Galatasaray Lisesi eski müdürü Ali Suavi, 93 Harbi sonrası İstanbul’da mülteci durumuna düşmüş Müslüman ahaliyi yanına alarak Çırağan Saray’ını basmış ve burada gözetim altında bulunan Sultan Beşinci Murat’ı tahta çıkarmaya teşebbüs etmiştir. Ali Suavi’nin, Yedi Sekiz Hasan Paşa’nın kafasına vurduğu bir sopa darbesiyle ölmesi darbe teşebbüsünü akamete uğratmıştır.
Bu hadise sonrası Sultan Abdülhamid sonunun amcası Abdülaziz gibi olacağından endişe ederek yanlış kararlar almıştır. Sultan Abdülhamid olası bir darbe girişimini engellemek, kendisi ve ailesini koruması için İngiliz Büyükelçisi aracılığıyla Birleşik Krallık’tan yardım talep etmiştir. Bu talep Osmanlı’ya pahalıya mal olmuştur. İngiliz zırhlıları İstanbul Boğazına demir atmış, ardından vehmin sebep olduğu krizlerden birisinde Kıbrıs İngilizlere tek kurşun atılmadan bırakılmıştır.
Sultan Abdülhamid sakinleşip, kendisine geldiğinde tabir-i caizse iş işten geçmiştir. Ata yadigarı topraklar İngilizlere kaptırılmış bu durum Sultan Abdülhamid’i derin bir üzüntüye sevk etmiştir.
Sultan Abdülhamid bir gün, kendisine oldukça isabetli bilgiler getiren bir Paşaya bunu nasıl yaptığını sorar. Paşa, belli kişilere kendi cebinden ödediği bir miktar para karşılığında bu kişilerin kendisine küçük notlar hazırlayarak bilgiler temin ettiğini söyler. Bu vaka Sultan Abdülhamid’e parlak bir fikir verir, hukuken Polis teşkilatına fiilen kendisine bağlı Hafiye Teşkilatı kurulur. Tüm yurdu bir örümcek ağı gibi saracak Hafiye Teşkilatı fikri bu şekilde doğmuştur.
İş öyle bir noktaya gelir ki demiryolu ve karayolunun bulunmadığı en ücra köylere kadar telgraf hatları inşa edilerek kusursuz bir haberleşme ağı kurulur. Yurdun dört bir yanından telgraf ve mektuplar yoluyla on binlerce jurnal doğrudan doğruya Yıldız Sarayı’na ulaşır.
Abdülhamid’in halkla ilişkiler beceresi
Abdülhamid’in kurduğu Hafiye Teşkilatı iki yönlü olarak çalışıyordu. İlk gruptakiler devlet adına resmi olarak hafiyecilik yapanlardır. İkinci gruptakiler ise Sadrazamdan sıradan bir köylüye varıncaya kadar herkes Sultan Abdülhamid’e hemen hemen her mesele hakkında jurnaller yazanlardır.
Bu jurnalleri uzun uzadıya inceleyen Sultan Abdülhamid siyasi anlayışını şöyle olgunlaştırmıştı: Sonsuz dost ya da sonsuz düşman yoktur. Herkes dost olabileceği gibi bugün düşman olan yarın dost olarak başköşeye oturtulabilirdi.
Bunun en somut örneği kendisine sert muhalefeti ile bilinen Jön Türklerle kurduğu ilişkidir. Sultan Abdülhamid kendisine biat eden muhaliflerini affediyor hatta onları kendi direktifleri doğrultusunda yönetiyordu. Bunun için müzmin Abdülhamid muhalifi bilinen birkaç ismin jurnal ve mektuplarına yakından bakmak gerekir.
Gür sesli vatan şairi Namık Kemal’in şükran mektubu
Namık Kemal, meşrutiyet yanlısı bir Jön Türk’tü. Başta Hürriyet Kasidesi olmak üzere yazdığı şiirlerle kavganın ve mücadelenin manevi temsilcisi konumundadır; ama o da Sultan Abdülhamid ile zaman zaman yakınlaşmıştır. Hatta bir kısım tarihçinin iddia ettiği üzere Mithat Paşa’nın sonunu hazırlayan “Al-i Osman yerine Al-i Mithat olsa ne çıkar” sözünü Sultan Abdülhamid’e bizzat Namık Kemal iletmiştir. Bu iddiaların dışında en ilginci ise muhalefetin en yoğun olduğu zamanda yazılmış teşekkür mektubudur. Namık Kemal mektupta şunları söyler;
Oğlum Ekrem hakkında şerefsudur eden inayet-i senniye-i veliyyünimet aile-i kemteranem hakkında meşhud ayni iftihar olan hezar emsali gibi mukabelei şükran olmağla arzı mahmedetten başka söyleyecek bir şey olmadığını arzına ictisar olunur.
KEMAL, 18 Teşrinevvel 1304
Şair-i Azam Abdülhak Hamid Tarhan’dan Şevketli Sultanına
Dönemin büyük şairi Abdülhak Hamid Tarhan da Abdülhamid’in ince siyasetinin dışında kalamamış ve kendisiyle mektuplaşmıştır. Şair Hamid estetik kaygısını jurnaline yansıtmış ve şöyle ince bir ifade ile girizgâh yapmıştır;
Bu kulların velinimet-i bi minneti azam efendim hazretlerinden bir guna istirhama yüzüm yoktur...
Gazetecileri fişleyen bir jurnalci: Ebuzziya Tevfik
Ebuzziya Tevfik, Jön Türkler içinde önemli bir figürdür. Dönemin en önemli gazetecisi Namık Kemal’in ise yakın arkadaşıdır. Görünürde Abdülhamid muhalifidir, oysa gerçekler hiç de öyle değildir. Ebuzziya Tevfik, Sultan Abdülhamid’ten evinin penceresinin parasını dahi isteyecek kadar kıdemli bir jurnalcidir. Onun görevi Sultan hakkında muhalif konuşan, yazan hatta düşünen gazetecileri Sultan Abdülhamid’e bildirmektir. Ebuzziya’nın görevi bununla da sınırlı değildir, muhalif kitap basan matbaaların ihbar edilmesi vazifesi de onundur. Bir jurnalinde Sultan Abdülhamd’ten şöyle bir talepte bulunur;
Cam kağıtlarının esmanı için komisyoncu çarklerini tazyik etmekte olmasından fart-ı hicab ile arzı hale cesaret eylerim ferman...
Abd-i Sadıkları Ebüzziya Tevfik
Örnekleri çoğaltmanın mümkün olduğu bu mektup ve jurnaller şunu gösteriyordu: Abdülhamid’in kurduğu hafiye teşkilatı aynı zamanda kusursuz işleyen bir halkla ilişkiler birimiydi. Sultan Abdülhamid bu sistem sayesinde muhalifleri ile yalnızca ilişki kurup kendi safına kazandırmıyor; birçoğunu kendisine bağlı olarak çalışan istihbarat memurlarına dönüştürüyordu.
Sistem toplumu ifsada sürüklüyor
Sultan Abdülhamid’in kurduğu hafiye teşkilatı kusursuz çalışıyordu; ama aynı teşkilat bir noktadan sonra devlet sistemini yıkımın eşiğine getirmişti. Öyle ki sıradan bir vatandaşın gönderdiği jurnal bir valinin raporundan daha kıymetli hale gelmişti. Şeyhülislam, Sadrazam, mebuslar, zabitler, esnaf, papazlar herkes Sultan Abdülhamid’e jurnal gönderiyordu ve iş çığırından çıkma noktasına gelmişti. Belli bir süre sonra yazılan jurnaller ise işin ciddiyetten uzaklaştığını gösteriyordu; çünkü baba oğlunu, damat kayın babasını jurnalliyor, bir devlet dairesinde memurlar birbirlerinin ayağına çelme takmak için jurnal yazma yoluna gidiyordu. Bu jurnaller çoğunlukla karşılık buluyordu. O jurnallerde bir hayli ilginç olanlardan bazıları şöyledir:
"Ailesiyle işret eden Maarif Nezareti Mektupçusu"
Büyükada’da oturan mabeyni hümayun cenabı meluna mütercimlerinden Maarif Nezaret cedilesi mektupçusu Sırrı Beyefendi geçen cumartesi günü familyasıyla beraber Burgaz Adası’na gitmiştir. Oradaki bir gazinoda oturarak kahve içmiştir. Oradan kalkıp Hıristos Manastırına gitmişler ve alenen işret etmişlerdir...
Adi suçlarda dahi artık en önemli muhatap Sultan Abdülhamid’tir
Jurnaller hemen hemen her konuda yazılıyordu. Bunlar mahalle kavgalarından hırsızlık vakalarına kadar uzanmıştı. Bir jurnalde hırsızlık vakası doğrudan Yıldız Sarayına bildiriliyordu:
Nuruosmaniye Cami avlusunda türbe mahsusunda medfun Neyine Sultan hazretlerinin kabri dahi bu defa soyulduğundan memurini ve aidesi tarafından tanzim olunan ve Evkaf Nazırı Galip Paşa kullarına takdim olunan resmi jurnal nezareti...
Aydın Valisi Kâmil Paşa hakkında yazılan rüşvet jurnali
Önemli bir devlet adamı olan Kâmil Paşa Aydın’a valilik yapmak üzere sürgün olarak gönderilmiştir. Aydın Valisi muavini Hasan Bey kendisine büyük bir misafirperverlik örneği göstermiş, ikili iyi dost olmuşlardır. Oysa Hasan Bey, Kâmil Paşa hakkında birçoğu gerçeği yansıtmayan jurnaller yazmaktadır, bunlardan en çirkini Kâmil Paşa’yı alenen rüşvetçilikle itham etmesidir;
Vali Paşa İzmir’e gelen Girit muhacirlerinden mülhakata gönderip besletmekte olduğu halde güya İzmir’de imişler gibi topladığı ianelerden ve hazine tahsisatında aleni surette rüşvet almakta...
Sultan Abdülhamid’in tuhaf adetleri
Böylesine geniş bir istihbarat ağı kuran Sultan Abdülhamid’in en sevmediği tavırlardan biri dedikodu ve dalkavukluktur. Kişilerin birbirlerini alenen suçlamasını asla tasvip etmez; ama bunlar jurnalle yapıldığında dikkate almaktadır. Yine ispiyonculuk, ajanlık, gammazlık gibi eylemlerden tiksinmektedir. Bu yüzden jurnal yazanlar kişileri bu ve benzeri ifadelerle isnat edenler hakkında derhal adli işlem başlatılırdı.
Abdülhamid’in hafiyeler konusunda başka bir âdeti kullanılan kelimelerdir. Sultan Abdülhamid şu kelimelerden son derece rahatsız olmaktadır; bomba, Yıldız, hasta, ihtilal, dinamit... Yine Sultan Murad için Mir’at ve Reşad yerine Neşed kelimelerini kullanmayı tercih ediyordu.
Hafiyecilik sistemi ülkede bir istibdat havası oluşturmuş, alkol kullanan bir dostunu ziyaret eden Milli Şairimiz Mehmet Akif için “şarapçı” ifadesi kullanılmıştır. Durumdan son derecece rahatsız olan Akif duygularını şöyle kaleme almıştır;
Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse,
«Bu bir cânî! » dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse.
Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdâna, her hisse,
Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se...
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblîs’e!
Değil kâbusun artık, devr-i devlet intibâhındır.
Gel ey nâzende hürriyyet ki canlar ferş-i râhındır.
Emindir mevki’in: En pâk vicdanlar penâhındır.
Serâpâ mülk-i Osmânî müeyyed taht-gâhındır.
Serîr-ârâ-yı ikbâl ol ki: Bir millet sipâhındır.
Sultan Abdülhamid Hafiye Teşkilatını anlatıyor
Sultan Abdülhamid tahttan edildikten sonra ileride Türk siyasetinde önemli bir rol oynayacak Yüzbaşı Fethi Okyar nezaretinde Selanik’e götürülür. Okyar bu yolculukta Sultan Abdülhamid ile hatıralarını daha sonra kaleme alır. Sultan Abdülhamid Hafiye Teşkilatı için şu ifadeleri kullanır;
Jurnal bir hadisenin izahıdır, yani raporudur, fezlekedir, lahiyadır, izahnamedir. Bunlardan müstağni, bunlara ihtiyaç hissetmeyen hükümdar, devlet ve devlet adamı tasavvur edilebilir mi?.. Yanlışlar, hatalar, hatta haksızlıklar olabilir ve olmuştur. Fakat ben her şeyi öğrenmek mevkiinde ve zaruretinde idim. Jurnal verenler içinde bugün onları telin edenler ve imha etmeye çalışanlar vardır ve çokturlar...
© The Independentturkish