Ömer Seyfettin ile ilgili kelli felli gazetelerin yaptığı dosyalarda okuduğumuz haberler, insanı dehşete düşürecek yanlışlıkta.
Güya merhum yazar, ölünce kimsesi olmadığı için vücudu kadavra yapmış ve gazete fotoğraflarından sevdikleri tanımış.
Bu komplo teorilerini nasıl üretiyorlar, doğrusu anlamak mümkün değil. Sosyal medyada yapılan bilgi kirliliği olsa hadi neyse; GZT, Haber Türk gibi kamuoyuna mâl olmuş medya kuruluşlarının böylesi bir dosyayı hazırlamasını şaşkınlık içerisinde okudum.
Gelin doğrusunu biz yazalım…
Ömer Seyfettin, 1884 tarihinde Balıkesir'e bağlı Gönen'de dünyaya gelmiştir.
Menşei hakkında ihtilaflar bulunmaktadır. Ailesi Kafkas kökenli olduğu bilinmekle beraber, Çerkes mi; yoksa Kafkas Türk'ü mü olduğuna dair tartışmalar daha Ömer Seyfettin hayatta iken başlamıştır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Türk milliyetçiliğine karşı sert bir muhalefet geliştiren İslamcı kesim ve liberaller onun Çerkes asıllı olduğunu öne çıkararak Seyfettin'e ağır eleştiriler yöneltmektedir.
Ömer Seyfettin bu tartışmalar üzerine kendisine yöneltilen eleştirilerin merkezindeki Sebiülreşad dergisine bir mektup göndererek iddiaları cevaplar:
Pederim Sarıyar'da Hüseyinağa Mahallesi'nde 38 numaralı hanede mukim, piyade binbaşılığından mütekait Ömer Şevki Efendi'dir. Kendisi bir kelime Çerkezce bilmez.
(Sebiülreşad, 376, 1918, s. 232)
Kısacası Ömer Seyfettin iddiayı kesin bir dille reddetmekte ve Türk olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. (Sebiülreşat Mecmuası, sayı:376 31 Teşrini Evvel, Mektuplar, 1918)
Ömer Seyfettin, gerek hikâyelerinde gerekse metinlerinde ailesi hakkında net bilgiler vermez.
Yalnız ipuçlarından hareket edildiğinde babası Ömer Şevki Bey'in sert bir mizaca sahip olduğu anlaşılıyor (Alangu Sayfa 19).
Babasının mizacı, Seyfettin'in annesine yakınlaşmasını sağlayacak; bu durum hikâyelerine de yansıyacaktır.
Seyfettin, Gönen'de dünyaya geldiğinde babası yüzbaşı rütbesine sahip redif taburlarında çalıştığı bilinmektedir.
Annesi Fatma Hanım da bir asker kızıdır, ayrıca annesinin dayısı dönemin kudretli sadrazamlarından Kıbrıslı Kamil Paşa'nın damadıdır.
Eğitimi
Kesin tarihi bilinmemekle beraber yazarın "Falaka" isimli hikâyesinden hareketle 8 yaşında Gönen'de bulundukları tahmin edilmektedir.
Sıbyan Mektebini burada başlayan Seyfettin rüştiyeyi başka bir şehirde okuyacaktır.
Seyfettin'in ailesi 1892 yılında İstanbul'a geldiğinde Kocamustafapaşa'da bulunan aile yadigârı konağa yerleşir.
Ömer Seyfettin 13 yaşına bastığında Eyüpsultan Askeri Rüştiyesine yatılı olarak kaydedilir.
Ömer Seyfettin'in annesi Fatma Hanım, babasına göre daha birikimli ve seçkin bir aileye mensuptur.
Yazarın "İlk Cinayet" ve "İlk Namaz" hikâyelerinde annesi hakkında uzunca tasvirler söz konusudur.
Babasıyla arasındaki sert ve mesafeli ilişkinin aksine annesini "İlk Namaz" hikâyesinde şöyle tasvir edecektir:
… Ben gözlerimi açmıştım. Köşedeki küçük yazıhanemin üzerinde küçük gece kandili –ah unu unutamam, bu bir kedi kafası idi- iki pencereli odamın beyaz muşamba perdelerinin esmerliklerini aydınlatıyor ve camdan yeşil gözleriyle bakıyordu.
Yazarın kendisinden küçük ve kuşpalazından ölen bir erkek kardeşi ve yaşça kendisinden büyük bir de ablası bulunmaktadır.
Ömer Seyfettin'in 'Mekteb-i Osmani' macerası kısa sürmüştür. Babası oğlunun daha disiplinli bir eğitim alması için 1884'te onu 'Baytar Rüştiyesi'ne kaydettirmiştir.
Yazarın hayatında dönüm noktası olarak kabul edilebilecek olay 'Edirne Askeri Lisesi'ne gitmesi olacaktır.
Rüştiyede birlikte okudukları Aka Gündüz de Ömer Seyfettin ile beraber bu tercihi yapmıştır. Gündüz kararlarını yıllar sonra şöyle aktaracaktır:
O zaman 'Kuleli' iki kısımdı. Bir aristokrat kısım vardı. Orası zadegân kısmı idi. Sınıf-ı mahsustu. Ama bizim Eyüp'teki gibi sınıf-ı mahsus değil. Bir de haylazlar kısmı vardı. Birinci kısma giremezdik. İkinci kısım da bizim işimize gelmezdi. Edirne'yi daha cazip bulduk. Orası hem bir hudut şehriydi hem de talebesi az sakindi. Öte taraftan Edirneli talebelere nazaran daha görgülüydük… Önce Ömer Edirne'ye gitti. Ben önce Kuleli'ye geçmişken 'Ömer oradadır' diye sonra ben de Edirne'ye gittim.
(Aka Gündüz'le Konuşmalar: 7 Ağusos 1953* Keçiören-Ankara)
Ömer Seyfettin, buradaki eğitiminin ardından 'Mekteb-i Harbiye'ye de yakın arkadaşı Aka Gündüz ile beraber gideceklerdi.
Tahir Alangu'ya göre Ömer Seyfettin eğitim tercihi ve dost çevresini politik kimselerden seçme eğilimi olmasaydı, Seyfettin'in "Edebiyat-ı Cedideciler"in genç kuşağı arasındaki yerini alması kaçınılmaz olacaktı:
Okuldan ve sonra Harbiye'den çıktıktan sonra önce İzmir'deki bazı uyanık çevrelerle sonra da Balkan sınırlarındaki ihtilalci-nasyonalist komitacılarla, Selanik'teki devrimcilerle, sonunda da Ziya Gökalp'le temas etmeseydi, bir kurmay subay olarak İstanbul'un seçkin aydınları arasında kalsaydı, belki de 'Fecr-i Ati'ciler arasında bulacaktık. (Alangu – 61)
Askerlik dönemi
Ömer Seyfettin tahsilini tamamladıktan sonra askerlik hayatına ana karargâhı Selanik'te bulunan 3. Ordu'nun İzmir'deki Redif Fırkasında başlamıştır.
İzmir'deki görevinden önce Pirlepe'de de vazife almıştır.
1907 tarihinde İtalyan Subayı Miralay Thomas ile birlikte Jandarma Alay mektebinin İzmir'deki kuruluşuna yardım eder.
1909 senesinde ise İzmir'den ayrılarak Selanik'teki taburuna dönüş yapar.
Balkan devresi olarak tanımlayacağımız süre zarfında Velmefçe, Pirlepçe, Osenova ve Serez gibi pek çok noktada görev alır.
Balkanlarda bulunduğu süre zarfında hayatında iki önemli gelişme meydana gelir bunlardan birisi 17 Nisan 1909 tarihinde İttihat ve Terakki ile tanışması diğeri de Balkan Harbi sırasında Yunanlılara esir düşmesidir.
Bu devre 'Asker Olarak Ömer Seyfettin' bölümünde ayrıntılı bir biçimde ele alınmıştır.
Ömer Seyfettin'in Askerlikten ayrılışı da tartışma konusudur. Bazı kaynaklarda istifa ettiği belirtilse de Nazım Hikmet Polat ihraç edildiğini tespit etmektedir:
Gazi Ahmet Muhtar Paşa Büyük Kabinesi'nin 8 Ekim 1912'de çıkardığı askerlerin siyasetle uğraşmasını yasaklayan geçici kanuna muhalefetten dolayı hakkında dava açılmış ve 31 Ocak 1914're Divan-ı Harb-i Örfinin oy birliği ile verdiği hükümle ordudan ihraç edilmiştir. Bu hüküm 22 Şubat 1914'te kesinleşmiştir. Yani onun askerlikten ayrılışı istifa değil, ihraç sonucudur. (Polat syf.35)
Evliliği
Ömer Seyfettin'in annesi 1913 senesinde hayatını kaybedince yazar büyük bir boşluğa düşer.
Ali Canip Yöntem, Seyfettin'in ıstıraplı ruhi haletini şu notlarla aktarır;
…Kanserden ölen anneciğimin yavaş yavaş nasıl söndüğünü zavallı, kurtarılamaz bir pençe ile inliye inliye âdeme sürüklenirken nasıl öldürücü elemler duyduğumu uzun uzadıya kaydetmiştim. (Yöntem, syf.26)
Annesinin ölümünden sonra Ömer Seyfettin'in toparlanması için çaba gösteren arkadaşları ve komşuları Doktor Besim Ethem Bey'in kızı Calibe Hanım ile Seyfettin'in izdivacına vesile olacaktır.
Ömer Seyfettin, Calibe Hanım'ı hayallerindeki mahcup edalı kız sanarak evlenmeye ikna olacaktır:
… Evlenmeğe kalkınca bir komşum karımı tavsiye etti. Ailesi için çok güzel şeyler söyledi. Bir gün sabahleyin Fenerbahçe'de buluştuk. Ben onu fena bulmadım. Zaten güzellikte gözüm yoktu. Hayalimde daima bir ev hanımı yaşattığım için onu, sadece çarşafıyla, mahcup halleriyle tam zevkime münasip buldum. Nişanlandıktan sonra evlerinde buluşmaya başladık. (Alangu, syf 268)
Ömer Seyfettin annesinin ölümünden tam iki sene sonra 1915 yılında Calibe Hanım ile dünya evine girdi ve Doktor Besim Ethem Bey'in evine iç güveysi olarak girdi.
Oysa bu evlilik Seyfettin'in tasarladığı gibi sürmeyecek ve 5 Eylül 1918'de nihayete erecekti.
Bu evliliğin sürmemesindeki en büyük neden Ömer Seyfettin ve Calibe Hanım'ın farklı hayat beklentileriydi.
Calibe Hanım Avrupai tarzda yetişmiş ve Ömer Seyfettin'in klasik ev kadını profiline hiç uymayan bir karaktere sahiptir.
Oysa Ömer Seyfettin'in idealize ettiği kadın ne alaturka kaidelere mahkûm kalmıştır ne de alafranga nümayişlerle aileden uzaklaşmış bir tiptir.
Tahir Alangu, Ömer Seyfettin'in ailesinden aldığı bir anı defterindeki notta muharririn konuya yaklaşımını göstermektedir:
…Zihnimde planını hazırladığım hazırladığım 'Ararken' romanına başlasam diyorum. Bu roman azıcık ısmarlama bir şey olacak. Muhitimizde milli Türk kadını yok. Alaturkalarla alafrangalar var. Alaturkalar, hayatta geri kalmış, hala ümmet devrinin zihniyeti ile yaşayan zavallılar… Bunlar, model Türk kadını olamazlar. Medeniyete giren, Avrupalılaşanlarsa, önemli değil! Kimi Fransız, kimi İngiliz, kimisi Alman terbiyesi alan kuklalar… Evlenmek isteyen bir genç kendisine karı ararken bu kuklaları görecek! Bir türlü halis 'Türk emmuzeci' bulamayacak. Kahramanım ararken epeyce gülünç şeyler görecek. (Alangu syf. 269-271)
Ömer Seyfettin bu tespitlerine rağmen Avrupai bir eğitim ve terbiye ile yetişen Calibe Hanım ile evlenmesi onun için büyük bir hata olacaktır.
Nitekim bu evlilik, dostlarının defalarca araya girmesine rağmen sürmeyecektir.
Ömer Seyfettin her ne kadar sorunlu bir evlilik yapmışsa da boşandıktan sonra büyük bir boşluğa düşecektir.
Evliliğin problemlerine rağmen Seyfettin'e sağladığı düzenli hayat ve disiplin boşanmayla beraber yitirilmiş olması yazarın hayatını olumsuz anlamda sarsacaktır.
Ölümü
Ömer Seyfettin, 1918 yılında karısı Calibe Hanım'dan ayrıldıktan sonra hayatını bir daha tam anlamıyla düzen sokmayı başaramamıştır.
Özel hayatında yaşadığı sorunların yanı sıra büyük ümitler bağladığı İttihat ve Terakki'nin hem katı yönetimi hem Dünya Savaşı sırasındaki yönetim hataları oldukça hisli yazarı büyük bir bunalıma sokmuştur.
Tüm bu şartların getirdiği ağır tahribat, 1919 yılından itibaren başlayarak Mütareke yıllarında fiziksel rahatsızlıklara neden olmuştur.
Uzun süreden beri mustarip olduğu şeker hastalığı nüksetmiş ve yanlış tedaviler onu ölüm pençesine itmiştir.
Ömer Seyfettin'in iştahsızlık ve fiziksel yorgunluğunu arkadaşı Hıfzı Tevfik, şahit olduğu bir olay üzerinden şu sözlerle nakledecektir:
Ömer Seyfettin merhumun ölümünden biraz evvel iştahsızlıktan pek müşteki idi. Ağzına bir tek lokma girmiyor ve bittabi günden güne kuvvetten düşüyordu. Birgün Ali Canip Bey ile birlikte Babıali caddesinden aşağıya iniyorlardı. Dilencinin biri Ömer Seyfettin'e elini uzatıp yalvardı:
- Bir sadaka açım!
Ömer Seyfettin, herifin eline beş on para sıkıştırmakla beraber:
- Vallahi cancağızım, dedi, hiç şikâyet etme. İkimiz de fakiriz, ama sen benden bahtiyarsın. Bak maşallah acıkıyorsun!
Ve bunu söylerken biçare Ömer'in gözlerinde ilk olarak bu haset duygusu okunuyordu. (Alangu Syf. 477)
Ömer Seyfettin 1920 yılında iyiden iyiye hastalanınca Haydarpaşa Hastanesine yatırılmıştır.
Bu süreçte yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem onu bir an olsun yalnız bırakmamıştır.
Yöntem, yakın dostu Ömer Seyfettin'in ölüm haberini almasını ise şöyle anlatmaktadır:
Eve gelirken hizmetçiye rast geldim bana doğru telaşla geliyordu.
- Ne var, dedim.
- Sizi Tıbbiyeden istiyorlarmış. Rıdvan Beyler de orada bekliyorlar.
Cevabını verdi.
Soluk soluğa komşumuza gittim. Ortada bir fevkaladelik vardı. Nihayet anlaşıldı: Ömer ölmüştü… (Alangu syf. 482.)
6 Mart 1920 tarihinde Ömer Seyfettin İstanbul'da hayata gözlerini yummuştur.
Cenazesi 7 Mart 1920 tarihinde İstanbul talebelerinin ve dostlarının omuzları üstünde "Mahmut Baba Mezarlığına" defnetmişlerdir.
Hıfzı Tevfik, Ömer Seyfettin'in mezar yerini şu sözlerle anlatacaktır:
Sevgili Ömer'i hayatının neşesiyle en müthiş bir tezat teşkil eden harap mezarlığın bir köşesine bıraktıktan sonra akşam geç vakit perişan bir halde evime dönüyordum. (Alangu 492)
Öte taraftan Ömer Seyfettin'in mezarının bulunduğu yerden tramvay geçecek olması nedeniyle 23 Ağustos 1939 tarihinde na'şı Zincirlikuyu'da bulunan "Asri Mezarlık"taki yerine nakledilmiştir.
Ölümü medyada geniş yer bulmakla beraber yer yer saldırılar da olmuştur.
Bilhassa Peyam-Sabah gazetesinin başyazarı Ali Kemal'in ölümünden hemen sonra Ömer Seyfettin'e saldıran bir yazı kaleme alması üzerine Falih Rıfkı Atay sert bir cevap yazısı yazmıştır:
Dün oldukça hayırhane bir mukaddime ile Ömer Seyfettin için düşüncelerini yazan bir muharririn fikrince; merhum, İttihatçı üdebandanmış. Bu tuhaf töhmet, daha Mütareke iptidalarında birçok şairlere, nasirrlere, hikâyenüvislere isnat olundu.
Hatta bazı garip seciyeli şairlerimiz, hece vezni ile şiir yazmaktan ürktüler. 'Vaktiyle hece vezniyle şiir yazmışız. Ziya Gökalp korkusundandı!' demek küstahlığında bile bulundular… Milli edebiyat, merkez-i umumi edebiyatı imiş, Milli lisan da İttihat Terakki icadı imiş! (Alangu 493)
Ali Kemal, Ömer Seyfettin'i İttihat ve Terakki mensubu ve taraftarı olmakla suçluyordu.
Esasen haksız değildir; ama Ömer Seyfettin İttihat Terakki'ye ciddi eleştiriler getirmiştir ve ilkesel olarak henüz parti dağılmamışken yollarını ayırmıştır.
Bu konu "Siyasetçi Olarak Ömer Seyfettin" bölümünde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.
Öte taraftan Ali Kemal ile Ömer Seyfettin arasında 1919 yılında Ömer Seyfettin'in Tercüman-ı Hakikat'te kaleme aldığı "Ali Kemal Bey Jurnalci değil mi?" yazısından dolayı bir husumet bulunmaktadır.
Ömer Seyfettin bu yazısında Ali Kemal'i haksız kazançla suçlayacaktır:
Ali Kemal Bey'e sorarız Mısır'da binlerce lira kazanacak hıdemat-ı hususiye de çalışırken neden Brüksel sefaretinin ikinci katipliği maaşını alıp duruyorlardı? (Polat syf724)
Bu tartışmadan anlaşıldığı üzere Ali Kemal'in Ömer Seyfettin'in ölümü sonrası yazdığı eleştirel yazı ikili arasındaki sürtüşmenin bir yansımasıdır.
İttihat ve Terakki savunucularını yakından bilen ve takip eden Ali Kemal, Ömer Seyfettin'in Parti ile arasına çok önceleri mesafe koyduğunu ve sert bir şekilde eleştirdiğini bilmektedir.
Sözü uzattık özetle kadavra iddiaları palavradan ibarettir…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish