Fas'ta siyasi otoritenin meşruiyet kaynağı olarak şeriflik

Ömercan Kaçar Independent Türkçe için yazdı

Fas'a özgü mimarî özelliklere sahip kapı / Fotoğraf: https://twitter.com/BaytAlFann

Fas'ta siyasi otorite ile şeriflik (Hz. Peygamber'in soyundan gelme) arasında kuvvetli bir bağ vardır. Denilebilir ki siyasî otoritenin meşruiyet kaynaklarının başında şeriflik gelir.

500 yıldan fazla bir süredir Fas, şerif aileleri tarafından yönetilmektedir: Sa'dîler (1511-1659) ve Filâlîler (1631'den günümüze). Bunun ötesinde Fas'ta şerifliğin iktidar kaynağı olarak algılanmasının kökenleri Hz. Hasan'ın soyundan gelen İdrîsîler'in (789-985) iktidar olduğu döneme kadar geri götürülebilir.
 

1.jpg
Hz. Ali'nin isminin yer aldığı 840 yılında Fes'de basılan İdrîsî dönemine ait bir dirhem

 

Şeriflik her zaman Müslümanlar için saygın bir statü olmuştur. Hz. Peygamber'in soyundan gelenlere özel ilgi gösterilmiş onların sevilmeleri, yüceltilmeleri ve onlara saygı duyulması teşvik edilmiştir. Devlet idarecileri şeriflere ayrıcalıklı bir yer tanımış ve onlara hediyeler ve mansıplar vermiştir.

Fas'ta şeriflerin sahip oldukları ayrıcalıklar sebebiyle kendisinin Hz. Peygamber'in soyundan geldiğini iddia edenlerin sayısının artması ve sahte şeriflerin çoğalması üzerine 14'üncü yüzyılın ilk yarısında "nakîbü'l-eşraf" makamı kurulmuştur.

Bununla bağlantılı olarak şeriflerin kayıtlı olduğu ve doğum-ölüm tarihlerinin yazılı olduğu bir defter tutuluyordu. Bu şekilde sahte şeriflerin önüne geçilmek istendi.

Şeriflik sadece siyasi otoritenin değil toplumsal ve ilmî otoritenin de meşruiyet kaynaklarındandır. Şerif olan ulemâ aileleri nesiller boyu etkinliğini sürdürebilmiştir. 


Şerifliğin yükselişi

15'nci yüzyılın ikinci yarısı ve 16'ncı yüzyılın başları Fas'ta önemli değişimlerin yaşandığı bir dönemdi. Fas'ı yöneten Berberî (Amazigh) hanedanı Merînîler'in (1196-1465) zayıflaması ve akabinde yönetimi kaybetmeleri, Fas'ın uğradığı işgaller ve Osmanlı'nın Cezayir'i fethi (1516) Fas'ın karşı karşıya kaldığı önemli krizlerdi.

Fas'ta siyasi otoritenin yeniden sağlanması, dış tehditlerin bertaraf edilmesi ve içeride bütünlüğün sağlanmasında şerif aileleri önemli rol oynamıştır.

David Powers'ın da dikkat çektiği gibi 1437'de Portekizlilerin Tanca'ya yaptığı saldırıların püskürtülmesinde şerif ailelerin oynadığı büyük rol onların hem toplum nezdinde itibarlarının artmasına hem de siyasi otoritelerinin pekişmesine yol açtı.

Şeriflerin yükselişi sadece siyasi alanda olmadı. Ulemâ sınıfının da belirlenmesinde şeriflik merkeze bir role sahip olmuştur. Bu bağlamda Hz. Peygamber'in soyundan gelen ulemâ aileleri bulundukları şehirlerde yerel otoriteler haline geldiler.

Yönetici aile için bu ailelerle iyi ilişkiler geliştirmek ve onların desteğini almak önemli olmuştur.


Şeriflik bağlamında hanedan-ulemâ gerilimi

Şerif ailelerin sahip olduğu itibar ve yerel güç odağı haline gelmeleri zaman zaman gerilimlere de yol açmıştır. Her sultan tahta çıktığında âlimler ona biat ederek sultanın otoritesini onaylardı.

İdrîsî şeriflerinden olan Kettânî ailesi Fas toplumunun en etkili şerif ailelerinden birisiydi. Bu aileye mensup olan Muhammed b. Abdülkebîr Kettânî (1873-1909) genç yaşta sahip olduğu şöhretle ön plana çıktı.

Onun sahip olduğu nüfuz ve halk üzerindeki etki Mahzen (Fas devleti) çevrelerini rahatsız etti ve Mevlây Abdülazîz'le arası açıldı. Daha sonra araları düzelse de Abdülkebîr'in Fransızlara karşı saldırıları ve başarılarına rağmen Sultan'ın bu konuda sessiz kalması gerilimi artırdı.

Bu olaylar akabinde Sultan tahtan azledildi ve yerine kardeşi Mevlây Abdülhafîz tahta oturdu.


Fransızlara karşı mücadele etmek karşılığında Abdülkebîr, Mevlây Abdülhafîz'e biat etti ancak 1909 sonrasında Sultan'ın Fransızlarla arasının düzelmesi ve iyi ilişkiler geliştirmesi ikilinin arasını açtı.

Abdülkebîr baskılar üzerine önce taşrada münzevî bir hayat yaşamaya başladı sonra da Fas'ı terk etmek için yola çıktı. Ancak yolda yakalandı ve biatinden dönmekle suçlanarak hapsedildi.

Bir aşağılama ve itibardan düşürme yöntemi olarak saç, sakal ve kaşları tamamen kesilerek elleri bağlı halde sokaklarda gezdirildi. Çok ağır işkenceler gördü. 4 Mayıs 1909'da hapisteyken öldü ve naaşı bilinmeyen bir mezara gömüldü.


Bazı anlatılarda Abdülkebîr'in Sultan'dan özür dilemek ve affını istemek için gelenek olduğu üzere bir tespih ve Kur'an nüshasını kendisine gönderdiği yer alır. Ancak hediyeleri taşıyan elçilerin öldürülmesi üzerine bunlar Sultan'a hiç ulaşamaz.

Hikayenin doğruluğu ayrı bir tartışma konusuyken Sultan'ın otoritesine karşı tehdit unsuru gördüğü Abdülkebîr'e uyguladığı işkenceler siyasi otoritenin ciddi bir tehditle karşılaştığında alacağı önlemlerin seviyesini göstermesi bakımından önemlidir.

 

 

Kaynak:

David S. Powers. Hukuk, Toplum ve Kültür - Kuzey Afrika 1300-1500. Klasik Yayınları. 2014.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU