Tanrının kutsallığına karşın onun buyruklarına karşı çıkmak, Adem ile Havva'ya yakışır bir hareket olsa da onların bu karşı çıkışları bir isyan niteliği taşımamaktaydı.
Tanrının kutsal vaatleri onun nazarında bir günah olarak anılmasa da ona inanan hiçbir toplum yoktur ki bu günaha bulaşmamış olsun.
Tanrı bir günah unsuru olarak yüzyıllar boyunca karşımıza çıkarken onun çeşitli yaptırımları yeni dünya düzeni kurulurken doğrudan etki alanına bizleri sürükler.
Antik dünyanın hangi devrini ele alırsak alalım gerek savaş, gerek yıkıntı gerekse kıyım hep var olmuştur.
Bu varoluşlardan sonra şüphesiz yeni bir dünya düzeni ile de karşılaşmak hep mümkün olmuştur.
Adem'in yasak meyve trajedisiyle başlayan ve akabinde dünya hayatıyla tanışıp milletlerin atası olarak kabul görmesi yine Tanrının bir vaadi olarak karşımıza çıkar.
RAB Tanrı, Adem'e, 'Karının sözünü dinlediğin ve sana, Meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için Toprak senin yüzünden lanetlendi' dedi, 'Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.'
Yaratılış 3:17
Egemen sınıf statüsü aniden köylü hayatı haline geldi. Bu geçiş, Adem lehine basit bir propaganda olarak okunabilir.
Eski Güneybatı Asya ekonomileri yeni bir düzene kavuşurken bu bağlamda, İsrail'in "küçük krallığı" ortaya çıkmıştır.
M.Ö. ilk binyılın başlarında varlığı kısa bir süre yanıp söndü ve çoğu devlet için emperyal bir eyalet haline geldi. İsrail'in marjinalliği -ekonomik ve politik olarak- eski Güneybatı Asya'nın daha geniş ekonomik dinamikleri içindeki işlevini anlamak için çok önemlidir.
Mülkler başlangıçta tapınaklara aitti (dördüncü binyıl Sümer'inde veya yüce rahibinde olduğu gibi), bu tür yerlerin kendilerinin olarak adlandırdıkları gibi daha güçlü kasabalarda veya "küçük krallıklarda" faaliyetlerin odağını oluşturuyordu.
Çok geçmeden, mülkler sarayın gücü altına alındı. Mülklerin temel amacı "azınlığa mal" tedarik etmekti, yani kazançlı bir şekilde istihdam edilmeyenlere -rahipler, hükümdarlar ve sürekli akşam yemeği misafirleri- yiyecek, alkol ve tekstil tedarik etmekti.
Bu nedenle, mülkler tapınakların yakınında ve daha sonra doğrudan görevliler tarafından veya mülk sahipleri tarafından mülk sahiplerince yönetilen yönetici merkezlerinde kurulmuştur.
Sürekli işgücü kıtlığı göz önüne alındığında, mülk sahipleri sürekli olarak köy topluluklarından daha fazla işçi çekmeye çalıştılar ve ikincisinin uygulanabilirliğinin devam etmesi konusunda çok az endişe duyuyorlardı.
İlk tarımsal faaliyetlerin Adem tarafından başlatıldığını inanırsak eğer kutsal kitaptan bu bilgiye erişebiliriz.
Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem'i Aden bahçesinden çıkardı. Yaratılış 3:23
Tabii ki, bu tarımsal faaliyet, hayvanlarla bitkilerden daha çok, doğanın tamamını içerecek şekilde biraz genişletilmiştir.
Hayvanlar, evcilleştirilmiş türler için genel bir belirteç olarak "sığır" (hēmah) içerirken, sürünen şeyleri, tarla hayvanlarını, vahşi hayvanları, kuşları, deniz canlılarını, gerçekten de her türlü canlıyı kullanabilme olarak da yorumlanabilir.
Yaratılan dünya ideal olarak tarımsal bir dünyadır; evcilleştirme normdur. Bu düzeyde, evcilleştirilmiş tarım alanı nihayetinde tanrının kendi yaratımı, insanın gelişmesi uğruna dünyanın ilahi bir düzenidir.
Bu evcilleştirme eylemi, ekilmemiş toprakları - biçimsiz ve boş olanları ekili olana dönüştürür.
Eski Güneybatı Asya'da, ekilmemiş toprakların geniş kesimlerinde birtakım sorunların izini bulabiliriz.
Nüfusun küçüklüğü ve sürekli iaşe sıkıntısı göz önüne alındığında, sorun arazi sıkıntısı değil, o araziyi yetiştirme yeteneğiydi.
Söz konusu tarımsal alanın köy toplulukları veya mülkler için geçerli olup olmadığı sorusu devam etmektedir.
Genel olarak, ikisi de öyle görünüyor. Yine de kutsal metindeki diğer mesajlar köy topluluklarından ziyade mülklere yöneliyor.
Toprağı tutma ve toprak işleme görevleri sadece emeğin belirteçleridir, çünkü tanrı, bitkilerin büyümesini ve hayvanların gelişmesini sağlamaktan gerçekten sorumlu olandır.
Her şey kendi isteğiyle büyüyor gibi görünüyor, böylece ilk insanın yapması gereken, bol miktarda üretimden faydalanmak.
Burada mülklere egemen sınıf bakış açısının mecazi izlerini buluyoruz. Bu açıdan bakıldığında, mülk sahipleri kendi istekleriyle üretiyor gibi görünmektedir.
Asıl emek boşa çıkar, çünkü mülklerin üretilebilirliği insan emeğine değil, ilahi bolluğa atfedilir.
Antik Yakındoğu içerisinde özellikle reel ekonomiye geçiş süreçlerinin henüz yaşanmadığı, takas usulü yahut zorbalıkla elde edilen ürünlerin henüz oluşmamış pazarlara sürülemediği bu dönemde klasik anlamda bir mülkiyet anlayışı hakim idi.
Neolitik devrim ile birlikte yerleşik hayata geçiş süreçleri ile bir Pazar piyasası oluşmaya başlasa da ancak arpa boyu kadar yol alındığını söylemek de gerekir.
Adem'den beri ileri gelen tarımsal faaliyetlerin M.Ö. birinci binyıla gelindiğinde bir iktisat halini aldığı yine kaynaklardan elde edebildiğimiz bir başka gerçektir.
Emperyalizm Yakındoğu içerisinde dolaylı etrafında ise doğrudan boy gösterdiği devletler tarafından sıkça kullanılan bir argüman idi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish