Türk devleti ve Yunan tarafı son günlerde Adalar münasebetiyle yeniden karşı karşıya geldi.
Sıcak çatışmanın ihtimal dâhilinde değerlendirildiği bu günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, yüz yıl önce meydana gelen savaşları hatırlatarak gözdağı verdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Tarih ezeli bir tekerrürdür" yazı dizimizde evvela Teselya Savaşı (1897) ardından Balkan Savaşları (1912) sırasında yaşanan acıları gündeme getirdik.
Oysa iki taraftan yaşananlardan hiç ders almamışçasına 1919 yılında büyük bir felaket ile sonuçlanacak yeni bir savaşa tutuşacaktı.
Yunan tarafı, Türk'ün harîm-i namusunu olarak kabul edilebilecek bir Anadolu şehri olan İzmir'i işgal ederek bardağı taşıracaktı.
İşgal sürecine doğru
1 Kasım 1918 günü Cemal, Talat, Nazım ve Bahattin Şakir Paşalar sabık Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın yalısında toplandılar.
Memleketin ahvali ve kendi gelecekleri hakkında uzun uzun konuşan paşalar sabaha karşı firar planını uygulamaya koydular.
Paşaları sabaha karşı herkesin uyuduğu bir vakitte Enver Paşa yalısından alan bir Alman botu İstinye'de bulunan Alman denizaltı torpidosuna götürerek ülkeden kaçmalarını sağladı.
Ülkeden kaçan paşalar Sadrazam İzzet Paşa'ya kaçış sebeplerini anlatan 3 mektup göndermişti:
Talat Paşa'nın mektubu:
Pek muhterem ve mübarek tanıdığım İzzet Paşa Hazretlerine
Memleketin bir müddet ecnebi nüfuz ve tesiri altında kalacağını anladım. Buna rağmen memlekette kalmak ve millet muvacehesinde muhakeme olmak fikrinde idim. Bütün dostlarım bunu âtiye tâlik etmek için ısrar ettiler.
Zat-ı fahîmaneleri ile istişare edemedim. Müşkil mevkide kalacağınızdan, çok düşündükten sonra sarfınazar ettim. Bütün hayat-ı siyasiyemde hedefim memlekete namuskârâne ve fedakârâne hizmet etmek idi.
Bütün servetim Zat-ı Şahane'nin ihsan ettiği otomobil esmanı ile her ay arttırdığım yirmişer liradan müterakim bin altıyüz liralık istikraz-ı dahilî bedelinden ve bir de dört arkadaşımla birlikte isticar ettiğimiz çiftliğin devr-i îcarından hâsıl olan paradan ibarettir.
Bunun bir kısmını aileme terk ederek bir kısmını yanıma aldım. Bundan başka nesneye malik değilim, millete hesap vermek ve muhakeme olarak tayin edilecek cezayı kemal-i cesaretle çekmek isterim. İşte zat-ı fahîmanelerine söz veriyorum, memleketin ecnebi nüfuz ve tesirinden azade kaldığı gün ilk telgrafınıza itaat edeceğim.Baki kemal-i hürmetle ellerinizden öperim. Muhterem Paşa Hazretleri.
Enver Paşa'nın mektubu:
(Ma'ruzdur) Mütareke-i münferide mecburiyeti dolayısıyla vatanımın şimdilik alacağı şekil, yakın zamanlarda bu topraklarda nafi bir iş göremeyeceğime ayan bir alamettir.
Binaenaleyh zaten mevcut olan mezuniyetim zamanında faydalı bir surette iş göreceğimi ümit ettiğim Kafkasya'ya hareket ediyorum. Bu suretle bütün hayat ve mevcudiyetimi iyiliğine vakfettiğim memleketimde kalarak dinime, milletime, padişahıma hizmet edememekten mütevellit tees sürüm pek büyüktür.
Fakat Kafkasya'da bir İslâm istiklalinin husul bulma sına yardım edebilmek ümidi tessürümü biraz tadil ediyor. İlerde hizmet edebilmek imkânı hasıl olunca her halde gelip burada aynı maksatla çalış mayı tercih edeceğim.
Şu müşkül zamanda deruhte buyurduğunuz vazifede muvaffakiyetinizi Allah'tan diler arz-ı hürmet eylerim.3 Teşrinisani 334
İmza Enver
Cemal Paşa'nın mektubu:
Uzunca müddet düşündükten sonra bu aralık memleketten uzaklaşmayı muvafık-ı ihtiyar telakki ettim. Bilirim birçok mahrum-u haya eşhas bu uzaklaşmaya başka manalar vermeye çalışacaklar.
Lakin siz herkesten ziyade bilirsiniz ki benim ef'al ve hareketimde kanundan, kanuni muamelat tan tevekki etmemi icab ettirecek hiçbir şey yoktur. Siyasi ve idari icraat ve ef'alimin kâfesi için birer birer cevap vermeye, efkâr-ı millete bunların hesabatını açık alınla edaya hazırım.
Fakat bu galeyanlı zamanlarda, bulanık suda balık avlamak isteyen garazkâranın ıtlak-ı lisan eyledikleri bu devr-i heyecanda bigayr-ı hakkın dûçar olabileceğim ufak bir tecavüze tahammül edemeyeceğimi zat-ı devletleri de takdir buyurursunuz.
Memlekete yalnız kuvve-i milliyenin hâkim olduğu, mütareke şeraiti icabınca aramıza karışacak olan ecanibin akd-i sulh ile buradan uzaklaştığı zamana kadar münasebetsiz taşkınlıklara hedef olmayacak bir mevkiye çekilmekliğimi tercih ettim.
Paşalar ülkeyi terk ettikten sonra beklenildiği üzere kıyametler koptu. Artık İttihatçılık karşıtlığı daha aleni bir şekilde yapılmaya başlanmış ve neredeyse bütün İstanbul medyası yek bir ağızdan İttihaçılık karşıtlığı yapmaya başlamıştı.
Zamanla İttihat ve Terakki düşmanlığı bir cadı avına dönüşecek ve yalnızca yöneticiler değil, fedaisinden parti üyesine kadar herkes çareyi İstanbul'dan kaçmakta bulacaktı.
Yakalanan isimlerin çoğu İtilaf Devletlerinin kontrolü altında bulunan Malta Adası'na sürgüne gönderilecekti.
İttihat ve Terakki karşıtlığında ise en kuvvetli kalem İkdam gazetesi yazarı Ali Kemal olacaktı.
Sonraları kendisi de Mustafa Kemal tarafından sürgüne gönderilen Refik Halit Karay payitahtı terk eden paşalar hakkında şu meşhur dizeleri yazmıştı:
Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye?
Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yarı şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye?
Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup başköşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler... Galiba koku aldınız, kedi geliyor; koca fareler nereye?
Dul annelerin haylaz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudi [eskiciye] satarlar ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye?
Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar; astılar, kestiler; kastılar, kavurdular; nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar; memlekete düşmanları sokarak üzerimizden aştılar...
Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye?
Siz âmir olmadınız, sergerdelik [kabadayılık] ettiniz... Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık [polis şefliği] ettiniz... Efelere, taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız...
'As' deyince sıra sıra darağaçları kurulur, 'yak' deyince alev alev meşaleler tutuşur, 'bas!' deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü... Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçları vilâyet vilâyet dolaştınız... Beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz; akbabaları çocuk ölüsü ile besleyip kartalları artık Âdem etinden tiksindirdiniz.
Muhalif mi? Al aşağı... Muharrir mi? Vur başına... Türk mü? Sür ölüme... Rum mu? İste parasını... Ermeni mi? Kes kafasını... Arap mı? Çek ipe... Kadın mı? Gönder eve... Haydut mu? Buyurun köşeye... Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma... Yahudi mi? Sor fikrini... Kalan kimseye at sopayı... Paraları koy cebine... İşte sizin programınız bu!
Palalarla sopalarla işe giriştiniz; sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz; babaları, evlatları yoktan yere harcayarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız. Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti? Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacaktık, Mısır'a sultan mı olacak, Hind'e şah mı gidecektik?
Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri... Şam'da, Halep'te az daha namınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz. Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt zavurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi... Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye?
Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadârete, meyhane peykesinden bir basışta nezârete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular... Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, hulâsa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler.
İşte milleti artık büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar... kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı, yakalarından yapışır öcümüzü alırdık... Halbuki kollarını sallıya sallıya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler.
Aşkolsun! At da size yaraşır; meydan da. Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz...
Biz size: 'Kırk katır mı, kırk satır mı?' diye soramadık; yarın sizin bize:
- 'Ölümlerden ölüm beğen!' demek artık hakkınızdır. Lâyıkımız olan paşalar!
Topumuzun başını bir kılıçla çıkarmadan [uçurmadan] nereye?
İstanbul'da İttihatçı avını başlatıyor
Damat Ferit Paşa'nın 1919 yılında Tevfik Paşa'nın istifa etmesinden sonra kurduğu hükümet bir savaş kabinesidir; ama intikam alınacak kişiler ülkeyi işgal edenler değildir.
Damat Ferit Paşa yaklaşık 10 yıl mecliste muhalefet ettiği İttihat ve Terakki Partisi üyelerini memleketin içine düştüğü korkunç durumdan sorumlu tutuyordu ve bedelini ödetmek konusunda son derece kararlı olarak işe başladı.
İngilizlerle koordineli olarak başlatılan tutuklamalar sınır boylarındaki subaylardan başlayarak İstanbul'da saklanan İttihatçılara kadar uzanıyordu.
Tutuklanan sayısız İttihatçı, Harbiye Nazırlığı'nda bulunan ve Bekir Ağa Koğuşu olarak anılan hapishanede toplanıyordu.
Burada işkenceler ve kötü muameleyle pek çok subay hayatını kaybederken tutuklamalar her gün hız kaybetmeden genişletiliyordu.
Yargılamaların siyasi ayağı işleri çığırından çıkardı
Damat Ferit Paşa "Cinayet Erbabı" olarak tanımladığı İttihatçıların süratle yargılanmaları ve infaz edilmeleri için elinden geleni yapıyordu; ama 10 Mart 1919 yılında İngilizlerin verdiği liste dava seyrinin farklı bir noktaya varmasına sebep oldu.
Bu noktadan sonra tutuklamaların siyasi ayağı devletin önemli isimlerine uzanmış ve bu da devlet mekanizmasının felç geçirmesine sebep olmuştur.
Sadrazam Halim Paşa, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi, Meclis-i Mebusan eski Başkanı Halil Menteşe, Ayan Meclisi eski Başkanı Rıfat Bey, Maarif eski Nazırı Şükrü Bey, Adliye Nazırı İbrahim Bey, Hariciye Nazırı Ahmet Nesimi ve Fethi Okyar gibi önemli isimler İngilizlerin verdiği listeler sonrası Damat Ferit Paşa hükümeti tarafından tutuklanması istendi.
Birçok önemli isim İttihat ve Terakki ile ismi yan yana getirilerek tutuklandı. Sonrasında İngilizler bu kez farklı bir istekte daha bulundu. Buna göre tutuklular İstanbul'da tutulmayacak ve Malta'ya intikal ettirilecekti.
Damat Ferit Paşa bu isteği de yerine getirmiştir. Refik Halit Karay'a yaşanan gelişmeleri şöyle yazacaktır:
Tevfik Paşa'nın askerler ve adliyecilerden geniş yetkili Divan-ı Harb-i Örfi teklifini reddeden padişaha, inanılmaz dönüşte, Damat Ferit Paşa'nın sadece askerlerden kurulu ve adi suçluları muhakeme edecek bir divan-ı harp kurulmasını kabul etmiş, Sadrazama tam salahiyet vermişti. Bizler Malta'ya sürülünceye kadar ve sonrasına kadar bu mahkemenin başına getirilen kindar, cahil, merhametsiz kimselerin benzerlerinin bulunabileceğine ihtimal vermiyordum.
İttihatçılık tanımı genişletilmiş, önceleri bu cemiyete ılımlı bakanlar, arkasından da Millî Mücadeleye destek veren herkes İttihatçılıkla suçlanmıştır.
Doktor Esat Paşa ve Mustafa Kemal'in çocukluk arkadaşı Fethi Bey de İttihatçılıkla suçlanarak tutuklanmıştır.
Tutuklama listelerinin ortak noktası, kısa bir süre sonra gerçekleşecek İzmir İşgaline karşı sert tepki göstermesi olası olarak görülen isimlerden oluşmasıydı.
Bu gelişmelerin yanında toplum tarafından sevilen bir kişi olan Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in tutuklanarak idam edilmesi ülke genelinde tepkilere neden oldu.
İzmir İşgali
Türk halkı kendi içinde bu sorunlarla çalkalanırken 13 Mayıs 1919'da Müttefik donanmalarına mensup gemiler İzmir şehrine yanaştı.
Düşman, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. Maddesi gerekçesiyle İzmir'i resmen işgal edeceğini 14 Mayıs'ta işgal edeceğini açıkladı.
İstanbul hükümeti işgalin geçici ve önemsiz olacağını düşünerek herhangi bir mukabelede bulunmama kararı aldı.
İstanbul'un tek gündemi "İttihatçı avı" olması münasebeti kamuoyu İzmir işgalini tam olarak idrak edememişti.
Ali Nadir Paşa, tüm devlet yetkilileri ve askerlere işgale karşı durmamaları konusunda kesin talimat vermesi hükümetin tutumunun en somut örneğiydi.
İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti üyesi gençler hükümetin bu kararını tanımayarak karakolların cephaneliklerini ele geçirerek direniş örgütleri kurdu.
Kordon'da toplanan Yunan gemileri 15 Mayıs 1919 sabahı bir Türk ve Anadolu şehri olan İzmir'e resmen girdi.
Yaklaşık 50 bin Yunan askerinin karşısında birkaç yüz milliyetperver Türk dışında karışı çıkacak yoktu.
Yunanlılar, karaya çıktıklarında Hukuk-ı Beşer gazetesinden Osman Nevres Bey (Hasan Tahsin) Yunanlara ilk kurşunu atarak Efzon Taburu'nun başında bayrak taşıyan kişiyi vurarak telef etmeyi başardı.
Sonuç olarak Yunanlılar Türk'ün Türk'ün harîm-i namusunu çiğnemeye başladı; İsrafil suru üflemiş ama henüz kıyamet kopmamıştı.
Kemal Tahir, Türk halkının kimsesizliğini ve son ümidini şöyle aktaracaktı:
Ortada ordu olmayınca Mustafa Kemal ne yapabilir?
Orasını bilmem ama bir şey yapılabilirse, bunu başka hiç kimse Mustafa Kemal'den daha iyi yapamaz.(Yorgun Savaşçı)
Devam edecek…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish