Sultan Abdülhamid bu yapıyla zaman zaman ilişki kurup önemli bir kısmının ülkeye dönmesini sağlamış makam ve mevki tahsis ederek kendi gözetiminde tutmuştur.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Ülkeye dönmeye ikna edemediği birçok kişiye ekonomik olarak zor duruma düştüğünde maddi destek sağlamıştır.
Öte taraftan Mısır'ın elden çıkması, Kıbrıs'ın İngilizlere bırakılması, Tunus'un Fransızlar tarafından işgal edilmesi, Ermenilerin taşkınlıkları, Duyun-ı Umumiye İdaresi ve ağır vergiler Abdülhamid'e yönelik muhalefeti başka bir boyuta taşımıştır.
1889 yılına gelindiğinde ise Tıbbiyeliler olarak bilinen Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane okulunun öğrencileri İbrahim Temo isimli hocalarının yönlendirmesiyle Sultan Hamid'e karşı gizli toplantılar yapmaya başlamışlardır.
Hamamönü ve Rumelihisarı'nda gizli bir biçimde bir araya gelen öğrenciler devletin kurtuluşu adına çareler aramaya koyulmuşlardır.
Bu toplantılar sırasında Rusya ve İran'da meydana gelen meşruti hadiseler ciddi bir biçimde konuşuluyor ve Namık Kemal'in şiirleri ile ateşli nutuklar icra ediliyordu.
Toplantılara katılım süratli bir biçimde artıyor ve yapı kendi içinde hiyerarşik bir düzen alıyordu. 1896 yılında örgütün İstanbul ayağı ortaya çıkarılmış; Suriye kolu, 1897 yılında ciddi bir darbe girişimine hazırlanırken tespit edilerek sorumluları tutuklanmıştır.
Örgüt deşifre edilmiş sorumluları cezalandırılmış olsa da memleketin her bölgesinde kendisine taraftar bulmaya devam etmiş ve yükselişi engellenememiştir.
1907 yılına gelindiğinde özellikle Selanik ve çevresinde güçlü bir örgütlenme meydana getirmiştir. Kendi içinde farklı fraksiyonlara bölünmüş hareket bu süreçte tek çatı altında birleşmeyi başarmıştır.
İttihatçılar dağa çıkıyor
Sayıları neredeyse 10 bin civarına yaklaşan İttihatçılar, Sultan Abdülhamid'i devirmek için fırsat kolluyordu. Beklenen fırsat Reval Görüşmeleri sonrasında elde edilmiştir.
1908 yılında Ruslar ve İngilizler Osmanlı'ya karşı atılacak adımları müzakere etmiş ve iki taraf büyük ölçüde anlaşmıştır.
Reval Görüşmelerinde Osmanlı'nın adeta paylaşılması sonrası İttihatçılar, Abdülhamid yönetimini duruma karşı basiretsiz kalmakla suçlamıştır.
Bu zor durumdan kurtuluş yolunun meclisi tekrar açılarak fiili olarak meşrutiyet sistemine dönmekle mümkün olacağını iddia etmiştir.
Bu doğrultuda 3 Temmuz gününde önce Niyazi Bey, ardından da Enver Paşa dağa çıkarak devlete isyan etmiştir.
Suikastlar başlıyor
İsyancıların devlete karşı dağa çıkması sonrası Yıldız Sarayı'na memleketin dört bir tarafından telgraflar gönderiliyor, bir an önce meşrutiyete dönülmesi telkin ediliyordu.
Sultan Abdülhamid ilk olarak Balkanlar'da başlayan isyanın yayılmasını engellemek için Ferik Şemsi Paşa'yı bölgeye gönderdi.
Şemsi Paşa, isyan bölgesine varmasından kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti mensubu Atıf Bey tarafından vurularak öldürülmüştür.
Bu haber Yıldız Sarayı'nda bomba etkisi yaratırken İttihatçıların önü arkası kesilmeyecek suikastlarının da başlangıcı olacaktır.
Kısa sürede kendisini toparlayan Yıldız Sarayı, Ferik Şemsi Paşa'nın yerine Müşir Osman Paşa'yı gönderdi. Bu kez gelen haber daha korkunçtu, Osman Paşa görev yerine vardıktan kısa bir süre sonra esir edilerek İttihatçı isyancıların eline geçmişti.
İstanbul'da da olaylar kontrolden çıkmış, topçu birlikleri Yıldız Sarayı'nın bilgisi dışında yüz bir pare top atışı gerçekleştirmişti.
Bu, padişah değişikliğinde yapılan bir gelenekti; olaylar giderek kontrolden çıkmak üzereyken Selanik'ten gelen haber bardağı taşıran son damla olacaktır.
İsyancılar Sultan Abdülhamid'in emri dışında Selanik'te meşrutiyetin yeniden ilan edildiğini duyurdular.
Sultanın iradesini hiçe saymak anlamına gelen bu kararı normal şartlar altında kabul etmek mümkün değildi, ama olayların daha fazla kontrolden çıkmasını istemeyen Yıldız Sarayı bu durumu tanımak zorunda kaldı. İttihatçıların bu zaferi Sultan Abdülhamid için sonun başlangıcıydı.
İttihat ve Terakki tek başına iktidar olur
23 Temmuz 1908 yılında İkinci Meşrutiyet ilan edilmiş ve kısa bir süre içinde milletvekili seçimlerine gidilmiştir.
Yurdun büyük bir bölümünde gizli bir şekilde teşkilatlanmış İttihat ve Terakki Cemiyeti seçimlerde de bu gücünden yararlanmıştır.
Yapılan seçimlerde yaklaşık yüzde 99 oy olarak devlet yönetiminde söz sahibi olan tek merci konumuna yükselmiştir.
Ülkede esen hürriyet ortamında kadın hakları güçlendirilmiş, dernek ve siyasi parti açma hakkı tanınmış ve en önemlisi medyaya büyük bir serbestlik sağlanmıştır.
Halk gelişmeleri başlangıçta pek anlayamasa da yapılan yeniliklere ciddi bir tepki göstermemiştir. Kurulan meclisin en büyük çıkmazı tıpkı ilk mecliste olduğu gibi mebusların kısa bir süre içinde kendi bölgelerinin menfaatlerini ülke menfaatlerinin önüne taşıması olacaktır.
Gücünü büyük ölçüde İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne kaptıran Sultan Abdülhamid kolayca pes edip kenara çekilecek biri değildi, zaten İttihatçılar da Sultanı devirmeyi göze alamamış yalnızca gücünü sınırlayabilmişlerdi.
Sultan Abdülhamid zaman zaman mebusları Yıldız Sarayı'na davet edip onlarla istişare etmeyi deniyordu; ancak tüm teşebbüsleri karşılıksız kalıyordu.
Medyada ise kendisine yönelik ağır ithamlar yapılıyor, Sultan Abdülhamid toplum karşısında küçük düşürülüyordu.
Bir karşı darbe teşebbüs: 31 Mart Vakası
İttihat ve Terakki'nin uygulamaları kısa süre içinde belli kesimlerin tepkisini çekmeye başladı.
Mektepli subayların alaylı subayları tasfiye etmesi ve ulemanın rencide edildiği bazı eylemler hoşnutsuzluğa sebep olmaya başlamıştı.
6 Ekim 1908 günü Kör Ali isimli bir şahıs peşinden sürüklediği ulemadan küçük bir grubu Yıldız Sarayı'nın önünde topladı.
Ateşli bir biçimde "Şeriat isteriz!" naraları atması üzerine Sultan Abdülhamid balkona çıkıp kalabalığı dağıtmak için "Merak etmeyiniz, istekleriniz yerine getirilecek" cevabını verdi.
Bu cevap sonrası cesaretlenen taşkın kalabalık eylemlerini daha sonraki günlerde de devam ettirmiştir. Karagöz oynatılan salonları basmış ve sokakta dolaşan kadınlar tartaklamıştı.
Kör Ali ile başlayan olaylar zinciri orduya da sirayet etmişti. Abdülhamid'e yakın Hassa ordusu Cidde'ye gönderilmek istenmiş; ama Hassa ordusu kuvvetleri bu durumu kabul etmeyince Balkanlar'dan getirilen Avcı Taburları, Hassa ordusunu çapraz ateşe tutmuştur.
Haber kısa sürede İstanbul'da yayılmış, Mahmut Muhtar Paşa'nın Hassa ordusunda hayatını kaybeden çavuşların cesetlerini ibret-i alem olması için asmak istemesi bir karşı darbenin fitilini ateşlemiştir.
İsyan ateşi kısa sürede İstanbul'da bulunan bütün askeri birliklere yayılmış, üstelik kalkışmaya sebep olan Avcı taburları da İttihatçılara karşı başlatılan isyana destek verip Sultan Ahmet Meydanı'nda toplanan kalabalığa dâhil olmuştur.
İttihatçılar kendi silahıyla vuruluyor: Mecliste peş peşe suikastlar
İttihat ve Terakki Cemiyeti, gerçekleştirdiği suikastlarla gücünü pekiştirmişti; ama bu kez terör rüzgârı aleyhine dönmüştü. İstanbul'da hızla yayılan karşı darbe şehri adeta kaosa sürüklemişti.
Sokağa çıkan kadınlar linç ediliyor, gazete binaları basılarak yağmalanıyor ve yakalanan mektepli subaylar hemen oracıkta öldürülüyordu.
Bu saldırılarda en nihai hedef ise meclis ve hükümetti. Şeriat yanlısı olduğunu söyleyen darbeciler Adliye Nazırı (Bakanı) Nazım Paşa'yı İttihatçıların önemli ismi Ahmet Rıza Bey zannederek öldürdü.
Olayın şoku atlatılmamışken bu kez Hüseyin Cahit zannedilen Lazkiye Mebusu Hüseyin Arslan Bey'in öldürüldüğü duyuldu. Olaylar giderek kontrolden çıkmış, şehir teröre tamamen teslim olmuştur.
15 Nisan 1909 sabahında darbe Yıldız Sarayına sıçramış, Asar-ı Tevfik savaş gemisin toplarını Yıldız Sarayı'na doğru çevirmesi isyancıları daha da öfkelendirmiş, gemiye baskın yapılarak geminin kaptanı Ali Kabuli Yıldız Sarayı önüne getirilerek Sultan Abdülhamid'in engelleme teşebbüslerine rağmen linç edilerek katledilmişti.
Esasen bu olay, darbenin Sultan Abdülhamid'in kontrolünde olmadığı ve çığırından çıkan bir hareket olduğunu ortaya koyuyordu.
Tüm bunlara rağmen Sultan Abdülhamid'in olayları yatıştırmak için tüm ordunun saygı gösterdiği Edhem Paşa'nın öncülüğünde gönderdiği heyet de olayları yatıştırmayı başaramamıştır.
İsyancılar meclisi de tamamen ele geçirmiş, yanlarına Şeyhül İslam Ziyaeddin Efendi'yi de alarak meclis kürsüsünden taleplerini okumuşlardır.
Karşı darbeyi bastırmak için Hareket Ordusu yola koyulur
Dükkânlar kapatılmış, fırınlar açılamamış ve İstanbul büyük bir sıkıntı içine düşmüştü.
İttihat ve Terakki, İstanbul'daki sınırlı birliklerle olayı yatıştıramayacağını anlayınca dışardan destek istemiş ve bunun üzerine Hareket Ordusu Çatalca önüne gelerek burada konuşlanmıştı.
Bu sırada Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, Abdülhamid'in huzuruna çıkarak istifasını sundu.
Durumu haber alan darbeciler büyük bir sevince kapılarak neredeyse tüm teçhizatını sevinçle havaya sıkıyordu.
Çatalca önünde konuşlanmış Hareket Ordusu ise şehre girip isyancılar teslim almak için artık son hazırlıklarını yapıyordu.
Çoğu çetelerden, henüz öğrenci olan askerlerden, memur hatta tüccarlardan oluşan Hareket Ordusu'nun başında Mahmut Şevket Paşa vardı.
Ordunun iki numaralı ismi olarak da Enver Paşa bulunuyordu. Her geçen gün sayısı artan bu orduya donanmanın da destek vereceğinin anlaşılmasından sonra şehre müdahale etmek için tüm şartlar oluşmuştu.
Abdülhamid son cuma selamlığında
Hareket Ordusu 23 Nisan 1909 Cuma günü İstanbul'a girmeye başladığında Sultan Abdülhamid son kez cuma selamlığına çıkmıştı.
Kaosa teslim olmuş şehirde Sultan'ın hiçbir ağrlığı kalmamıştı. Selamda kendisini karşılamaya gelenlerin sayıca azlığı artık Sultan Abdülhamid'in Osmanlı siyasetinde de bir gücünün kalmadığının işaretiydi.
Yine de başıboş isyancıların dışında Sultan Abdülhamid'e bağlı Hassa ordusu ve Kürt taburları şehirde uzun sürecek bir direniş için yeterli teçhizata sahipti.
Sultan Abdülhamid ise kısa süre içinde gerçekleşen elim olaylar sonucu İstanbul halkının büyük zarar gördüğüne şahit olmuştu.
Ayrıca tabiatı itibarıyla naif bir kişiliğe sahip olan Sultan şehirdeki terör havasının artık bir son bulmasını istiyordu. Bu yüzden kendisine yapılan direniş tekliflerini reddetti.
Buna rağmen kendisine bağlılığını bildiren Hassa ordusundan üç tabur teslim olmayı reddederek Hareket Ordusu'na karşı silahlı mücadeleyi tercih etti.
Son derece kanlı çatışmalardan sonra bu taburların tamamı yok edildi ve Hareket Ordusu kısa bir süre içinde şehre hâkim olmayı başardı.
Ve Sultan Abdülhamid tahttan indiriliyor
Sultan Abdülhamid, 31 Mart 1909 yılında gerçekleşen hadiselerin tarafı değildi. Olayların önüne geçmek için de elinden geleni yaptı; ama isyancılar onu dinlememişti.
27 Nisan 1909 yılına gelindiğinde işgal altında bulunan Yıldız Saray'ında yapılacak son bir iş kalmıştı: Sultan Abdülhamid'i tahttan indirmek.
Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilmesi için öncelikle bir fetva hazırlanması gerekiyordu. Fetvayı daha sonraları Cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı için önemli görevler üstlenecek İttihat ve Terakki mebusu Elmalılı Hamdi Yazır bizzat kaleme aldı.
Bu metin, Hal Fetvası Emini Hacı Nuri Efendi'nin önüne geldiğinde büyük bir şaşkınlık yaşayan Nuri Efendi metne fetva vermek yerine derhal istifasını sundu.
Fetvaya göre Abdülhamid'in tahttan indirilmesi için üç büyük suç işlemişti: 31 Mart'a sebep olmak, Kur'an yaktırmak ve israf suçları.
Sultan Abdülhamid'e yöneltilen suçlar inandırıcı değildi. Sultanın 31 Mart'ı engellemek için gösterdiği çabayı neredeyse tüm İttihatçılar biliyordu.
Kur'an yaktırdığına dair iddialar doğru ama eksikti; Sultan, Almancadan tercüme edilen Türkçe mealleri toplatmıştı. Bu eserler son derece kötü tercüme edilmişti ve yanlış bilgilerle doluydu.
İsraf konusu ise inandırıcılıktan son derece uzaktı, çünkü Abdülhamid cimri denilecek düzeyde tasarrufluydu.
Hacı Nuri'nin istifasından sonrası İttihatçıların onu ikna çabaları sonuç vermiş; ama Nuri Efendi son maddeyi değiştirmiş ve hal etmek yerine Sultan Abdülhamid'in tahttan çekilmesini istemenin ya da kararı meclise bırakmanın daha doğru olacağını tavsiye etmiştir.
Fetva çıkarıldıktan sonra meclis kararı hızlıca onaylamış ve geriye durumu Sultan Abdülhamid'e tebliğ etmek kalmıştır.
Balkan Savaşları öncesi büyük kriz: Trablusgarp'ın işgali
1911 Agadir krizi olarak nitelendirilen bu hareketle İtalyanlar aslında Fransızların tepkisini ölçmeye çalışıyordu.
Fransızlar ellerindeki bölgeleri riske atmak yerine İtalyanların Trablusgarp üzerindeki siyasi emellere karışmamayı tercih etti. Artık İtalyanların Trablusgarp hayali arasında yalnızca Osmanlılar kalmıştı.
1908 yılında ilan edilen Meşrutiyetten sonra kendi iç siyasetindeki sorunları bir türlü aşamamış Osmanlı Devleti'nde meclis ve Bab-ı Ali sürekli olarak bir gerilim halindeydi.
Kendi iç sorunlarıyla uğraşan hükümet bu sebeple Agadir krizini doğru okuyamamıştı.
İngilizlerin de İtalyanların Trablusgarp üzerindeki haklarını meşru gören bir açıklama yapmasından sonra işgal hazırlıklarına başlayan İtalyanlar için yalnızca bir sebep bulmak gerekiyordu.
Bu konuda ciddi bir gerekçe üretilemeyince Osmanlı Devleti'ne Trablusgarp'ta yaşayan İtalyanların kötü muameleye uğradığını iddia eden sert bir nota verildi.
İlerleyen aylarda İtalya işgale başlamış; ama beklemediği bir direnişle karşılaşmıştı. İtalyanlar ilk şoku atlattıktan sonra Trablusgarp komutanı General Caneva'yı görevden aldı.
Fakat bu da İtalyan ordusunun durumunu değiştirmedi; ama savaş bölgesinden çok uzakta yaşanan gelişmeler direnişin kaderini değiştirecekti.
İtalyanlar İstanbul'u işgal etmek tehdidiyle bölgeye savaş gemileri göndermiş ve On İki Ada'yı işgal etmişti.
Balkanlar'da patlak verecek bir savaştan çekinen Osmanlı hükümeti İtalyanlarla 18 Ekim 1912 yılında Uşi Antlaşmasını imzaladı.
Buna göre İtalyanlar On İki Ada'dan çekilecek ve Osmanlı Sultan'ı Trablusgarp'ta halife olarak tanınacaktı. Osmanlı'da buna karşılık bölgedeki subaylarını geri çağıracaktı.
Balkan Savaşları
3 Ekim 1912 tarihinde Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ Osmanlı Devleti'ne verdikleri notayla Makedonya, Girit, Arnavutluk ve eski Sırbistan'a üç gün içerisinde muhtariyet verilmesini talep ettiler.
Bu karşılık olumlu sonuç vermeyince Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan sırayla Osmanlı devletine savaş ilan etti.
Osmanlı Devleti savaşa girdiğinde tam bir siyasi kaosun içerisinde bulunuyordu. Ordu İtilafçılar ve İttihatçılar olarak ikiye ayrılmıştı. İtilafçıların başında Nazım Paşa ve İttihatçıların başında da Enver Paşa bulunuyordu.
Ordu siyaseten bölünmüştü. Türk edebiyatının büyük ismi ve savaşırken Yunanlılara esir düşen Ömer Seyfettin'den ordunun sefaletini okuyalım.
"Ordunun savaştan haberi yok"
Diyorlar ki 'Harp başladı...' Fakat kimsenin bir şeyden haberi yok. Ne telgraf geliyor, ne gazete. Bugün nöbetçiyim. Şimdi, yani gece yedide hareket emri verildi. Çavuşlara ve saireye lâzım gelen tembihleri verdim. Yarın Güzeyil'e gideceğiz. Bu küçük bir köymüş. Umumî harekâta dair bize hiç malûmat verilmiyor. Her gün bir alay emir neşrolunuyorsa da anlamak mümkün değil.
(4 Teşrinievvel [17 Ekim 1912], Köprülü)
"Oradan oraya savrulan ordu"
Bütün gece, taşlar ve çamurlar içinde, yağmur altında yürüdük. Darmadağın hâlâ gidiyoruz. Florina'ya. Orada ne yapacağız?... Saat on bir Florina'ya geldik. İki saat oturduk. Şimdi gene kaçıyoruz. Harp etmeyeceğiz. Yalnız esir olmaktan içtinap edeceğiz.
Yunanlılar adaları bir bir ele geçiriyor
Yunanlılar, savaş başladıktan sonra Ege'deki Türk adalarını bir bir ele geçirir ve karada da büyük üstünlük kurar. İstanbul'dakilerin savaşta ne olup bittiğinden dahi haberi yoktur.
İstanbul hükümeti cepheden haber alamadığı için gelişmeleri ya yabancı elçilerden yahut da Fransız gazetelerinden takip etmektedir.
Savaşı daha başlarken kaybettiğimizin itirafı ise Osmanlı ordusunda görevli Mareşal Gustov Von Hochwachter'den gelir;
Her bir kolordunun iaşesi, üç erzak kolu tarafından gerçekleştiriliyor. Bunlar el konulmuş manda koşulu kağnılar. Seyyar fırın kolları ise yok. Buna karşılık Yarbay V.Lossow'un önerisiyle şöyle bir sistem geliştirilmiş: Askere alınan fırıncılardan, fırıncı bölükleri teşkil edilmiş, bunlar köylerdeki fırınların yardımı ile gerekli bölgelerde seyyar fırın kolları veya fırınlar kuruyor. Korkarım bu işe yaramayacak, daha şimdiden iaşe işi zor gözüküyor.
Osmanlı Devleti cephedeki askerlerine iaşe dahi sağlayamamaktadır. Bu sırada Yunanlılar Selanik'i de alır ve az da sabık Sultan Abdülhamid'i esir edecekken Almanların araya girmesiyle Sultan bereket versin kurtarılabildi.
Maceranın sonu
Savaş naraları atan maceraperestlerin galeyanı ile tedbirsiz bir şekilde savaşa giren hükümet İstanbul'u kaybetmenin eşiğine gelmiş, ata yadigârı olan Edirne gibi bir şehri düşman eline vermişti.
Ege'de başta Girit olmak üzere tüm stratejik adalar Yunanlıların eline geçmişti İstanbul'da açlık baş göstermiş, muhacirler şehirde rahatsızlık unsuru olarak görülmüştü.
Hükümet, çözüm olarak birçok gazeteyi kapatma teşebbüsünde bulunmuştu. Balkanlardaki rezalet halktan saklanmaya girişilmişti.
Balkan Devletleri, Osmanlı'dan öyle büyük bir pasta koparmışlardı ki kendi aralarında paylaşamayınca savaşa tutuştular. Bu kriz Edirne'nin kurtarılmasını sağladı.
Sonuç olarak, Yunanlılar, 1897 yılındaki Teselya hezimetinin intikamını Balkan Savaşlarında almayı başarmıştı; ama iki taraf da asıl felaketi henüz yaşamamışlardı…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish