René Descartes ve Gottfried Leibniz ile birlikte 17'nci yüzyıl felsefesinin önde gelen rasyonalistleri arasında yer alan Spinoza, insanın özgürlüğü ancak siyasal bir düzen içinde ve aklın buyruklarına uygun eyleyerek deneyimleyebileceğini düşünüyordu.
Spinoza'ya göre; "Gerçekten de aklın buyruklarına uygun davrandığı zamandır ki devlet kendisinin efendisidir" ve "En güçlü en bağımsız devlet de akla dayanan ve akıl tarafından yönetilendir."
O hâlde yurttaşların kendi akıllarını kullanabilmelerini mümkün kılmak Spinoza'nın idealindeki devletin amaçları arasında yer alır.
Herkesin kendi aklını kullanabildiği bir toplumun kamusal alanında yurttaşlar kendi görüşlerini ifade edebilmelidir.
Görüldüğü üzere Spinoza, yurttaşların akıllarını kullanamadıkları, belirli bir düşünce ya da tek bir hakikatin dayatıldığı yönetim yaklaşımına muhaliftir.
Evet, bir siyasi bütünü düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında şiddetli ya da ılımlı olarak sınıflayan Spinoza'nın gözünde herkesin düşündüğünü söyleme ve öğretme özgürlüğünü elinden alan devlet "şiddetli"; her insana düşünce ve ifade özgürlüğünü tanıyan devleti ise "ılımlı" olarak nitelendirilmeliydi.
Spinoza'nın şiddetli olarak nitelediği devlette belirli bir düşünce ya da "hakikat" topluma dayatılırken korku, insanların söz konusu hakikati ya da düşünceyi kabullenmeleri adına bir araç işlevi görür.
Eğer bir devlette yönetenler belirli bir hakikati tüm topluma kabul ettirmeye çabalıyor, bunun için de korkuyu araç kılıyorlarsa söz konusu devlette özgürlüğün egemen olması mümkün değildir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Spinoza, herkesin düşündüğünü söyleme ve öğretme özgürlüğünün elinden alındığı bir devlette düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlamak için yönetenlerin yurttaşlar üzerinde korkuyu egemen kılmalarının devletin varoluş nedeniyle çeliştiğini düşünmekteydi; çünkü devletin amacı hükmetmek, "İnsanlara korku salarak onları avcunun içinde tutmak ve bir başkasının hakkına tabii kılmak değildir."
Aksine, devletin varlık nedenlerinden biri, "Elden geldiğince güvenlik altında yaşayabilmesi için, her insanı korkudan kurtarmaktır."
Spinoza; ideal olanın, bir devlette "insanların kendi özgür kararlarına göre ve kendi mizaçlarına uygun olarak yaşadıklarına inanacakları biçimde yönetilmeleri" olduğunu düşünmekteydi.
Üstelik, özgürce akıl yürütme ve yargıda bulunma imkânı insanın var kalma çabasında başvurduğu en önemli yetilerdendi.
İnsanı bu yetiden yoksun bırakmakla onu var kalma ısrarından vazgeçirmek Spinoza'nın gözünde aynı anlama gelir.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün işlevi tam da bu noktada önemlidir. Yani, düşünce ve ifade özgürlüğü insanların kendi özgür kararları ve kendi mizaçlarıyla uyumlu bir yaşam sürmelerini mümkün kılar.
O halde her yurttaş düşündüğünü söyleyebilmelidir. Yurttaşların neye inanmaları gerektiğini belirleyen ve şu ya da bu düşünce aleyhinde konuşmasını ya da yazmasını yasaklayan yasaların egemen olduğu bir devlette aslında engellenmeye çalışılan düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan özgür mizaçlı insanlardır.
Sonuçta, belirli bir düşünce ya da hakikatin dayatıldığı her yönetim biçimi devletin varlık nedeni ile çelişen bir duruma işaret eder.
Oysa devletin varlık nedeni "insanları akıllı varlıklardan hayvanlara ya da otomatlara dönüştürmek" değil, aksine, "zihinsel ve bedensel işlevlerini güvenlik içinde yerine getirmelerini mümkün kılmak"tır.
Bu amaç; insanların kinle, öfkeyle, hilekârca rekabete girmeden ve kötü niyetli bir çatışmaya sürüklenmeden, özgür aklı kullanmalarından başka bir şey değildir. Demek ki devletin esas amacı özgürlüktür.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish