ABD, Putin'in yardımıyla Almanları durdurmak için Orta Avrupa'ya mı yerleşiyor?

Prof. Dr. Ali Arslan Independent Türkçe için yazdı

İllüstrasyon: Daily Sabah

2014'ten beri kademeli olarak Kırım'ı ilhak ve Doğu Ukrayna'ya yerleşme faaliyetlerini sürdüren Rusya Federasyonu Başkanı Putin'in, 24 Şubat 2022'de, Ukrayna'ya saldırmadan önce Avrupa güvenlik haritasının yeniden çizilmesini talep etmesiyle başlayan ve tarafsız statüdeki Finlandiya ile İsveç'in NATO'ya müracaatı ile neticelenen süreç dikkate alındığında, "Putin'in, ABD'yi NATO vasıtasıyla Orta Avrupa'ya yerleşmesine yardım mı ediyor?" sorusunu sormamak, stratejik açıdan imkânsız gözükmektedir.

Hele hele taktiksel olarak Kırım ve Doğu Ukrayna'da başarı elde eden Putin idaresindeki Rusya Federasyonu'nun (RF), Finlandiya ve İsveç'in hedef alarak kime hizmet ettiğini tartışmak kaçınılmaz bir mevzu olmaktadır.

Buna ilave olarak, RF tarafından NATO birliklerinin Avrupa'nın doğusundan çekilmesini istenmesi de, bu ülkelere ABD'nin daha fazla yerleşmesi ile sonuçlandığı da hatırdan çıkarılmaması gerekmektedir.


Özellikle, 2000 yılından itibaren Rusya Federasyonu'nu yöneten Putin döneminde, eski Varşova Paktı üyesi Slovakya, Romanya, Bulgaristan ile eski Sovyetler Birliği'ne dâhil olan ülkelerden Estonya, Letonya ve Litvanya'nın NATO üyesi olduklarını ve buna karşı Rusya Federasyonu tarafından ciddi bir işlem yapılmadığını göz önünde aldığımızda, günümüzdeki Putin'in taktiklerinin neye yardım ettiği üzerinde düşünmemizi elzem kılmaktadır.


Rusya Federasyonu'nu batıda Kuzey Buz Denizi'nden Kuzey Denizi'ne kadar sınırlayan ülkelerin Norveç ve Danimarka'nın 1949, Almanya'nın ise 1955 tarihinde NATO üyesi olduğu da malumdur.

Hal böyle iken Baltık Denizi'nde bile Ruslara pek zarar verme ihtimali olmayan Finlandiya ve İsveç'in doğrudan Putin tarafından tehdit edilmesinin bir cevabı olmalıdır.

Bunu anlamamıza katkı sağlamak üzere, Orta ve Doğu Avrupa'yı tek bir gücün kontrol etmesi ile küresel bir aktör olarak ortaya çıkması arasındaki ilişkiler tarihine kısaca göz atılması gerekmektedir.


Tarihte Orta ve Doğu Avrupa'yı kontrol eden devletlerin stratejileri 

Tarihi bir bütün olarak nazara alarak, Orta ve Doğu Avrupa'da kurulan büyük devletlerin stratejilerinin neredeyse aynı özellikler taşıdıklarını tespit etmekteyiz.

Günümüzdeki Almanya-Kazakistan arasındaki coğrafyada kurulan bütün devletler mutlak Baltık, Karadeniz ve Hazar denizlerine ulaşır; Avusturya-Slovenya üzerinden Adriyatik'e, Romanya-Bulgaristan-Yunanistan üzerinden Akdeniz veya Türkiye üzerinden Marmara Denizi'ne, Kafkasya üzerinden ÖnAsya'ya doğru bu boylamaları kullanarak Bitişik Kıtaların ve dünyanın merkezinde üstünlük elde etmeye çalışırlardı.

Hatta bu coğrafyadaki devletlerin Türkistan-Horasan-Belucistan üzerinden Hint Okyanusu'na açılmaya da gayret ederlerdi. Bu hususta çarpıcı dört örnekle yetineceğiz.


Orta ve Doğu Avrupa'da Kimmer hâkimiyet ve Ön Asya'yı tehdit etmesi

AsyAvrupa'da kurulduğu bilinen stratejik devletlerden ilki Türk-Turan kökenli Kimmerlerdir. M.Ö. 2000-800 arasında AsyAvrupa Hâkimiyet Sahası'nın süper gücü konumunda olan Kimmer Devleti, Balkanlardan Marmara Denizi'ne, Kafkaslardan da Önasya'ya doğru saldırılar yapmışlardı.

Kimmerler, M.Ö. 800'de Kafkasya üzerinde Önasya'ya inerek Başkenti Ninova olarak Önasya'da kurulan Asurlular (M.Ö. 2500-609) ile büyük bir mücadeleye girmiş, Güney Kafkasya ve Doğu Karadeniz'i de ele geçirmişlerdi. 


Orta ve Doğu Avrupa'da hâkimiyet kuran balkanlar ve ÖnAsya'yı tehdit etmesi

İskitler, M.Ö. 8'inci yüzyıl ile M.Ö. 3'üncü yüzyıl arasında AsyAvrupa Hâkimiyet Sahası'nın merkezinde Kimmerlerden daha geniş bir alanda hüküm sürmüş, büyük bir stratejik devlet kurmuşlardır.

İskitlerin güney sınırları, doğudan batıya doğru; Kansu-Tanrı dağları, Fergana Vadisi, Hazar civarı, Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlara ve oradan da Baltık'a uzanmaktaydı.

İskitler; Balkan, Kafkasya ve Türkistan'dan güneye doğru genişleme akınları yapmışlardı. Mesela Asurbanipal'ın M.Ö.626'da ölümünden sonra bu defa Kafkaslardan gelen İskitler, Asur topraklarına girmiş ve onları mağlup etmişlerdi.

Bir süre Doğu ve Güney Anadolu'ya hâkim olan İskitler, Doğu Akdeniz sahilindeki İskenderun-Filistin arasını da ele geçirmişlerdi.

Ülkesini tehlikede gören Mısır Kralı Psemmetikos İskit ordusunu Filistin'de karşılamış, anlaşma yoluna gitmiş ve İskitlerin Mısır'a girişine mani olmuştu. Daha sonra İskitler, MÖ 6'ncı yüzyılda, Doğu Anadolu, Suriye, Irak ve Güney Azerbaycan, dâhil bugünkü İran'da büyük bir devlet kurmuş olan Medlerle Kafkasya ve Horasan'da büyük mücadeleler yapmışlardı.

Med Kralı Astiyag'ı saray darbesi ile yıkan Kiros,  Ahameniş hanedanlığını yani Pers İmparatorluğu'nu M.Ö. 550'de kurmasından sonra Medlerin mirasına konan Perslerle de aynı şekilde mücadele devam etmişti.

Daha sonra Anadolu'yu ele geçiren Pers Kralı Darius, İstanbul boğazını geçerek M.Ö. 513-510 tarihleri arasında Tuna Nehri'ne kadar Doğu Balkanları işgal ettiklerinde karşılarında İskitleri bulmuşlar ve Persler İskitler karşısında mağlup olarak geri çekilmişlerdi. 


Balkanlarda Makedon Krallığı'nın güçlenmesi üzerin İskit-Makedon savaşları başlamış ve topraklarını genişletmek isteyen Makedon Kralı II. Filip, M.Ö. 4'üncü yüzyıl ortalarında İskit Hükümdarı Ataes arasında Tuna Nehir boyunca şiddetli savaşlar yaşanmıştı.

II. Filip'in ölümü üzerine tahta geçen İskender, Trakların yaşadığı toprakları işgal etmiş ve Kuzey Balkanları elinde tutan İskitlerle savaşmaya mecbur kalmıştı.

İskitler, Makedonları Trakya'dan çıkarmak için saldırıya geçmelerdi. Bunun üzerine, İskender de Komutanı Zopyrion'u İskitler üzerine göndermişti.

İskitler beklemedikleri bu saldırı üzerine mağlup olmuş ancak zayiat vermemek için geri çekilmişlerdi. Makedon kuvvetleri Olbia'ya kadar İskitleri takip etmiş ancak savaş gerçekleşmemiş ve Zopyion komutasındaki kuvvetler geri dönmeye başlamışlardı.

Hızlı davranan İskit Ordusu, dönüş yolunda Makedon ordusunu tuzağa düşürerek tamamen imha etmişti.

Bunun üzerine Büyük İskender'in kendisi de M.Ö. 334 yılında, Çanakkale Boğazı'ndan Anadolu'ya geçerek Perslerle savaşmaya başlamıştı.

M.Ö. 330'da Persleri yıkan İskender, Güney Kafkaslarda İskitlere karşı bir başarı gösterememiş, Türkistan'ın güney kısımlarını işgal ederek, AsyAvrupa Hâkimiyet Sahası'nın güçlü devleti İskitlerle mücadeleye girişmişti.

İskender, M.Ö. 329 kışında Helmand Irmağı vadisinden ilerleyerek, Hindikuş Dağlarını aşarak, Türkistan'daki Siriderya'ya kadar ulaşmıştı.

Ancak İskender, Doğu Balkanlarda olduğu gibi Türkistan'da da hâkimi İskit Devleti ile karşı karşıya gelmişti.

Makedonya'dan buraya kadar çok hızlı gelen İskender M.Ö. 328 sonbaharında İskitlerin karşısında başarısız olarak bugünkü Afganistan'a, Belh'e çekilmişti.

Böylece Orta ve Doğu Avrupa'yı elinde tutan İskitler karşısında İskender liderliğindeki Makedonlar başarısız olmuşlardı.

Orta ve Doğu Avrupa'da büyük bir gücün dünyada nasıl etkin olabileceğini ortaya koyması açısından İskitler ilk ve çok önemli bir örnektir.


Orta ve Doğu Avrupa'da hâkimiyet kuran hunların Roma İmparatorluğu'nu parçalaması ve etkisizleştirmesi

Orta ve Doğu Avrupa'da hâkimiyet kuran bir devletin küresel ölçekte etkisini göstermesi bakımından Hunlar çok iyi bir örnektir.

Zira Hunlar Güney Avrupa, Akdeniz ve ÖnAsya'da hâkimiyet kuran Roma İmparatorluğu'nu çökertmişlerdi.

Asya'dan Avrupa'ya göçen Hunlar, Avrupa Hun Devleti'ni başkent Etzelburg(Macaristan'da) olarak 375 tarihinde Balamir tarafından kurmaları Avrupa'daki bütün dengeleri değiştirmişti.

Kabaca Tuna Nehri, Roma ile Hunlar arasında bir sınır haline gelmişti. Orta ve Doğu Avrupa'ya yerleşen Hunlar dört boylamdan hareketle güneylerindeki Romalıları perişan etmişlerdi.

  1. Balkanlar üzerinden Marmara Denizi'ne doğru yayılmışlardı. Şöyle ki, 378 tarihinde Tuna Nehri'nin güneyine geçen Hunlar, Trakya'ya kadar ilerlemişlerdi. Hunlar yüzünden 395'de Roma İmparatorluğu ikiye parçalanmıştı. Rau komutasındaki Hunlar, 422'de, Balkan seferine çıkmışlar ve Doğu Roma vergi ödemek zorunda kalmıştı. Doğu Roma'nın anlaşmaya uymaması üzerine Atilla ve Bleda, 441 tarihinde, Birinci Balkan Seferine çıkmışlardı. 446 yılda Atilla, Plevne'de Doğu Roma ordusunu imha etmiş, ordusunun bir kısmını Mora'ya doğru gönderirken, kendisi esas ordusuyla İstanbul'a doğru hareket etmişti.  Küçükçekmece'ye kadar gelen Hunlar ile Doğu Roma arasında 447 tarihinde anlaşma imzalanmıştı. Doğu Roma'yı etkisiz hale getiren Atilla liderliğindeki Hunlar, Avrupa'nın da en güçlü devleti haline gelmişlerdi. 
     
  2. Hunlar, Almanya-Adriyatik boylamında güneye ilerlemişlerdi. Güneybatı Avrupa'da mutlak üstünlük için hareket geçen Atilla, Alpleri geçerek, 452 tarihinde, bugünkü İtalya'nın içlerine kadar ilerlemiş ve Papa Leo ile yapılan anlaşma ile vergi ödemek şartıyla İtalya'yı terk etmişti.
     
  3. Hunlar, Atilla(Bleda ile birlikte 434/445–453) döneminde Fransa içlerine kadar ele geçirerek, Avrupa'nın en devleti haline gelmişlerdi.  Fransa üzerine yürüyen Atilla, Paris yakınlarındaki 451'de zor durdurulmuştu. İber yarımadasına doğru ilerlemeyi hedeflediğini gördüğümüz Atilla, Avrupa'da tam hâkimiyet kurmayı hedeflediği anlaşılmaktadır.
     
  4. Hunların stratejik akılla hareket ettiklerinin en önemli göstergelerinden birisi Danimarka'yı da ele geçirmeleridir. Böylece Hunlar, Baltık Denizi'nin giriş-çıkışını da kontrol etme imkânına da sahip olmuşlardı.
     
  5. Hunların Kafkasları kullanarak Önasya'ya yayılmak istediklerini de anlamaktayız. Mesala Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrıldığı 395 yılında, I. Theodosius'un (379-395) ölümü üzerine, Avrupa Hun Devleti'nin doğu kanadından Basık ve Kursık adlı iki başbuğ komutasındaki birlikler, Don Nehri havzasından hareket ederek, Kafkaslar- Erzurum - Malatya - Çukurova -Sur'a (Lübnan'da) kadar varmışlar ve bu şehri ablukaya almışlardı. 

470'te dağılan Hun Devleti, Orta ve Doğu Avrupa'da ortaya çıkan bir süper gücün nasıl çalışacağını ortaya koyan harika bir örnektir. Rusların yayılmasının da Hunlarınkine çok benzediğini göreceğiz. 


Orta ve Doğu Avrupa'da Rus hâkimiyetinin küresel etkisi

Orta ve Doğu Avrupa'da hâkimiyet kurarak dünyada etkin olmaya örnek olarak üçüncü örneği de Ruslardan vermek, günümüze anlamamıza da yardımcı olacaktır.

Doğu Avrupa ve Türkistan'ın önemli bir kısmını hâkimiyetinde bulunduran Altınorda Devleti'nin 1502'de tamamen yıkılmış ve Moskova Knezliği de bağımsızlığını kazanmıştı.

Ruslar,1552'de Kazan Devleti ortadan kaldırmışlar daha sonra kuzeyden güneye doğru hareket ederek 1556'da Astrahan Devleti'ni işgal emişler ve tarihlerinde ilk defa, Hazar Denizi'ne ulaşmışlardı.

Kafkasya'ya doğru istila hareketine başlayan Ruslar, 1723'te, Deli Petro döneminde, Doğu Kafkasya'da Terek, Derbend ve Bakü'ye yerleşmiş, 1800'de Gürcistan'ı ilhak etmiş ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda da Kars'a el koyarak İskenderun'a doğru projeler yapmaya başlamışlardı. Bu Hunların ÖnAsya'ya yayılma stratejisinin aynısıdır.


Rusların ikinci yayılma yönü Baltık istikametindeydi. 17'nci yüzyılda iyice güçlenmeye başlayan Ruslar, Ukrayna üzerinde de işgallerini yoğunlaştırmışlardı.

Ruslar, 1667'de Polonya ile yaptıkları Andrusova Antlaşması ile Ukrayna'yı aralarında paylaşım ile bu istikamette önemli bir adım atmışlardı.

Baltık Denizi'nin doğusunda İsveçliler ile uzun süren bir savaşlar sonunda 1700'de Navra'yı ve 1703'te İngriya'yı alarak Baltık Denizi'ne adım atmışlardı.

Ruslar, 1721'de İsveç'le imzaladıkları Naystad Anlaşması ile Letonya, Estonya, Navra, İngriya ve Doğu Karelya'nın sahibi olmuşlardı.

Baltık Denizi kenarına daimî olarak yerleşmek isteyen Ruslar, 27 Mayıs 1703 İngriya'da daha sonra başkent yapacakları Petersburg şehrini kurmaya başlamışlardı.

Bu stratejide Hunlar kadar başarılı olamasalar da aynı stratejiyi uygulamaya çalışmışlardı.


Rusların üçüncü yönü Balkanlar üzerinden Marmara ve Akdeniz'di. Ruslar, 1736'da, Azak Kalesi'ni geri almış 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım'ı Osmanlı Devleti'nden ayırmış ve 1783'de de Kırım'ı ilhak etmişlerdi.

1828-1829 savaşında Edirne'ye kadar gelen Ruslar, Yunanistan'ın kurulmasına yardımcı oldukları gibi Osmanlı Balkanlarını istedikleri zaman işgal edebileceklerini görmüşlerdi.

Küçük Kaynarca Anlaşması'ndan itibaren Romen prensliklerini himaye etmeye başlamışlar, 1862'de Eflak ve Boğdan prensliklerini birleştirerek Romanya devletini bağımsızlığa hazır hale getirmişler ve 1878 Berlin Anlaşması ile Romanya'nın bağımsızlığını Osmanlı'ya kabul ettirmişlerdi.

Balkanlarda nüfuzunu gittikçe arttırın Ruslar, 1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, Hunlar gibi İstanbul yakanlarına kadar gelmiş ve himayelerinde Bulgaristan'ı kurdurmuşlardı Balkan Savaşları (1912–1913) sonunda; Batı Trakya da Bulgaristan'a verilmiş ve Ruslar Akdeniz'in bir ucunu ulaşmışlardı.

Ancak dönemin küresel gücü İngiltere Rusların ilerlemesini sınırlamayı başarmış ve 1917 İhtilali de Rusları bir müddet pasif hale getirmişti. 


Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sürecinde İngilizlerin Alman-Rus ittifakı korkusu ve kara hâkimiyeti teorisin ortaya çıkısı

Mackinder'ın Kara Hâkimiyeti Teorisi, Birinci Dünya Savaşı öncesindeki İngilizleri mağlup edebilecek tek ittifakın Alman-Rus işbirliğini olduğunu apaçık ortaya koymuştu.

Zaten Mackinder, o dönemde İngiliz İmparatorluğu için en büyük stratejik tehdit olarak Alman-Rus ittifakını görmekteydi.

İngilizler buna uygun olarak strateji uygulamış ve Rusları yanlarına almışlardı. Bu sayede Rusların İngiltere liderliğindeki İtilaf Devletlerine dâhil olması Orta ve Doğu Avrupa'yı ikiye bölmüştü.

Bundan da İngilizler kazançlı çıkmışlardı. Ancak İkinci Dünya Savaşı öncesinde Alman-Rus yakınlaşması İngilizleri çok korkutmuştu.

Hitler ve Stalin'in bu işbirliğini 17 Eylül 1939'de, Polonya'yı Sovyetlerle birlikte işgal ve paylaşmaya kadar götürülmüştü.

Ancak Hitler, 22 Haziran 1941'de, SSCB'nin işgalini başlatmış ve İngilizleri rahatlatmıştı. Almanlara karşı Sovyet Rus-İngiliz ve ABD işbirliği Almanların savaşı kaybetmesi ile neticelenmişti. Bu defa Orta ve Doğu Avrupa Sovyet Rusların kontrolüne geçmişti. 


Orta ve Doğu Avrupa'da Sovyet Rus hâkimiyetinin oluşturduğu tehdide karşı ABD'nin çevreleme stratejisi

1945 yılında İkinci Dünya Savaşı biterken Doğu Almanya, Çekoslovakya, Bulgaristan'ı ele geçiren Ruslar, Balkanlarda Yugoslavya(Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Slovenya, Kosova) ve Arnavutluk'un da Çin Halk Cumhuriyeti'nin komünist yönetimi benimsemeleri ile daha da güçlenmişlerdi.

Özellikle, 1 Ekim 1949'da, Mao önderliğinde Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra, 14 Şubat 1950'de, Stalin ve Mao tarafından Çin Halk Cumhuriyeti ile SSCB arasında bir İttifak ve Dostluk Anlaşması imzalanması AsyAvrupa'da dengeleri değiştiren bir gelişme olmuştu. 


Sovyet Rusların Doğu Avrupa'dan sonra Orta Avrupa'ya yerleşmesi ve Batı Avrupa'ya da yayılma ihtimaline karşı, 4 Nisan 1949'da, ABD öncülüğünde kurulan NATO'ya dâhil edilen Norveç, Danimarka, Belçika, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Türkiye vasıtası ile Sovyet Rusların öncülüğünde kurulan Varşova Paktı coğrafyası yani Orta ve Doğu Avrupa, batı ve güneyden çevrelenmişti.

Kafkaslar ve Asya'ya doğru da, NATO çevrelemesinin bir devamı olarak Türkiye, Irak, İngiltere, İran, Pakistan tarafından Bağdat Paktı 1955'te kurulmuştu.

Böylece Kuzey Buz Denizindeki Sovyet Rus-Norveç sınırından başlamak üzere Varşova Paktı ülkeleri batı ve güneyden Türkistan'a kadar çevrelenmişti.

Böylece ABD, Orta ve Doğu Avrupa ile Türkistan'ı kontrol eden Sovyet Rusların Afganistan, Kafkaslar, Balkanlar ve Baltık'tan dışı açılma çabaları boşa çıkarmıştı. Ancak Sovyetlerden sonra bu defa Almanlar Orta Avrupa'da yeni bir güç olarak çıkmışlardı.


Orta Avrupa'yı AB vasıtasıyla kontrol eden Almanlara karşı Rusya Federasyonu ve ABD'nin ortak korkusu

Küresel ölçekte ABD-Sovyet Rus rekabetinin şiddetli yaşandığı 1946-1971 arasında Batı Avrupa'da yeni bir oluşum meydana gelmişti.

Fransa, Batı Almanya, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg tarafında 1951'de Kömür ve Çelik Birliği ile başlanılmış, Avrupa'nın birleşmesi için 1957'de kurulması kararlaştırılan AET de AAET ile devam edilmesi kararlaştırılmıştı.

Ekonomik entegrasyon ile başlayan süreç, Avrupa Birleşik Devletleri kurulması yönünde önemli bir dönüşüm yaşamış AET, AKÇT ve AAET'nin birleştirilmesi ile 1965-1967 tarihleri arasında AT'ın (Avrupa Topluluğu) kurulması gerçekleştirilmişti.

AT, bir devlete zemin hazırlayan kurumlar oluşturarak gelişmesini Soğuk Savaş'ın bitmesi döneminde daha ileri bir seviyeye taşımıştı.

1985'te Tek Avrupa için harekete geçen ve üye ülkeler arasında bir iç pazar oluşturmayı hedefleyen AT, 1992'de Avrupa Birliği Anlaşması'nı imzalayarak Avrupa Birleşik Devletleri'nin kurulması aşamasına geçmişti. Bu süreçte AB'nin liderliği de Fransa'dan Almanya'ya geçmişti.


Fransa-Almanya eksenine oturan bu oluşuma önceleri karşı çıkan İngiltere Danimarka ve İrlanda 1973'te, Yunanistan 1881'de ve İspanya ve Portekiz 1986'da,  1991'de Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra da çoğunluğu Orta Avrupa ülkesi olan Avusturya, Finlandiya İsveç, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Estonya, Letonya, Lituanya, Slovenya, Malta, Romanya, Bulgaristan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Hırvatistan AB'ye katılmıştı. 

Bu genişlemeyi AB'nin lideri Almanya'nın belirlediğini söylemek gerekir. Şöyle ki İkinci Dünya Savaşı sonunda ilkönce Vestpolitik ile AT'ın kurulmasına katkı veren Almanlar, 1969'da başbakan olan Willy Brandt'ın Ostpolitik diye adlandırılan siyaseti uygulamaya koymaya başlamışlardı.

İlk önce Sovyet işgalindeki Doğu Almanya ile ilişkileri başlatan W. Brandt, kısa sürede SSCB ve Polonya ile sınır anlaşmazlıklarına son vermişti.

Batı Almanyalılar; 1973'de Doğu ve Batı Almanya'nın ayrı birer devlet olarak BM'ye alınmasından sonra, hem Doğu Almanya hem de Varşova Paktı üyesi Doğu Avrupa ülkeleri ile iktisadi ve kültürel ilişkiler geliştirilmeye başlanmıştı.

Esasında bu Ostpolitik; Almanların AsyAvrupa Hâkimiyet Sahası'nda yeniden etkin olma stratejisine hizmet eden bir politikaydı.

Gerçekte de 20 sene sonra da bu stratejinin ilk kısmı gerçekleşmeye başlayacaktı. Zira Sovyetler Birliği'nin dağılması ile Soğuk Savaş dönemi resmen biterken, Batı Avrupa'da bir güç olarak ortaya çıkan ve AB'nin liderliğini yapan Batı Almanya, Doğu Almanya ile birleşmişti.

1992'de resmen kurulan AB, Varşova Paktı'nda Sovyet uydusu olan Macaristan, Polonya, Çekya, Slovakya, Romanya, Bulgaristan ile eski SSCB cumhuriyetlerinden olan Letonya, Litvia, Estonya'yı bünyesine katmıştı. Ayrıca Ukrayna ve Gürcistan ile de çok özel ilişkiler kurulmuştu. Böylece Soğuk Savaş döneminde Almanya'nın liderliğinde gelişen AB'nin sınırları, günümüzde Karadeniz'e kadar genişlemiştir.

Almanya daha ileri bir hamle yaparak Gürcistan-Ukrayna- Azerbaycan –Moldovya'dan oluşan ve bir ara Özbekistan'ın da katıldığı GUAM örgütünün kuruluşunu da desteklemiştir.

Esasında bu, Almanların Karadeniz-Hazar-Türkistan hattındaki tarihî hedeflerine uygun iktisadî nitelikli bir projedir. AB liderliğini yapan Almanlar, AsyAvrupa Hâkimiyet Sahası'nda egemenlik ve nüfuz kurma stratejisini kademeli olarak uygulamak isteyeceklerdir.

Almanlar, zayıflayan Rusya Federasyonu'nu bir bütün veya en azından Avrupa kısmının kendileri ile entegrasyonu için çalışacakları anlaşılmaktadır.

Almanların Orta Avrupa'dan sonra Doğu Avrupa'ya yerleşmesi ABD ve Rusya Federasyonu'nu birbirine farklı bir nitelikte yakınlaştırmıştı.


Soğuk Savaş sonrası zayıflayan Rusya Federasyonu'nu Almanları durdurmak için ABD'ye muhtaç mı?

1991'de Sovyet Rusya'nın dağılması sonrasında Almanların, AB'ye aldığı Doğu Avrupa ülkeleri ile doğuya doğru nüfuzunu yaymasına karşı olan ABD de, bu coğrafyadaki ülkeleri, NATO'ya dâhil etmeye başlamıştı.

ABD'nin söylemi her ne kadar Rus tehdidi olsa bile, Çekya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Slovakya ve Romanya'nın NATO üyeliğine Rusya Federasyonu'nun ciddi bir karşılık verdiği görülmemiştir.

Ancak Doğu Avrupa'nın kilit ülkesi Ukrayna'nın AB ile entegrasyonunun ciddi olarak başlaması Putin liderliğindeki yönetimin saldırıya geçmesine sebep olmuştur.

Şöyle ki, AB'nin Doğu ortaklığı çerçevesinde, AB ile Ukrayna'nın ekonomik birlik ve siyasi işbirliği ile Ukrayna'yı AB coğrafyasının bir parçası haline getirecek AB-Ukrayna Ortaklık Anlaşması, Rus taraftarı Ukrayna taraftarı Viktor Yanukoviç tarafından, 21 Kasım 2013'de, askıya alınmıştı.

Aslında Ukrayna'da, 25 Şubat 2010'da, Rus taraftarı Viktor Yanukoviç'in cumhurbaşkanı seçilmesi ile büyük bir başarı şans yakalayan Putin yönetiminin desteklediği Yanukoviç'e karşı, 21 Kasım 2013'te, Kiev'in Bağımsızlık Meydanı'nda başlayan protesto hareketleri sonunda, 23 Şubat 2014'de, Yanukoviç görevden azledilmişti.

Böylece AB taraftarları Ukrayna'da yönetime gelmişlerdi. Bunun üzerine Putin yönetimi strateji değişikliğine gitmişti.

Ukrayna'nın siyasi sınırları içinde olan Kırım, 18 Mart 2014'te, Ruslar tarafından işgal ve sonrada ilhak edilmişti.

Rusların bu işgali üzerine Ukrayna'nın başbakanı Arseniy Yatsenyuk da AB ile Ortaklık Anlaşması siyasi kısmını 21 Mart 2014'te imzalamıştı.

Ukrayna'dan daha fazla parça almayı hedefleyen Ruslar, 6 Nisan 2014'te Donbass'ta kendi ırkdaşlarını hareket geçirmiş ve Ukrayna'nın hükümet binalarını işgal edilerek Donetsk ve Lugansk'ta cumhuriyetleri kurulduğu ilan edilmişti.

Görüldüğü gibi Putin yönetimi NATO'nun genişlemesine karış göstermediği tepkiyi, AB'nin Ukrayna'yı kendi alanına dahil etmesi üzerine, Kırım'ı işgal ederek vermişti. 


Tabi bu arada Rusya'nın Kırım'ı işgaline göz yuman ABD'nin tavrına dikkat çekmek gerekmektedir. AsyAvrupa politikalarında ÇHC'nin yanında yer alan Putin yönetimi, Almanların Orta ve Doğu Avrupa'yı AB üzerinden kontrol etmeye başlaması üzerine, bu konuda ABD ile yardımlaşmaya başlamıştı.

Zira Rusların Kırım'ı işgalinden önce 1 Mart 2014'te dönemin ABD Başkanı Obama yaptığı açıklamada, şöyle demişti:

Ukrayna'nın egemenliği ve toprak bütünlüğünün ihlali, müthiş istikrarsızlaştırıcı bir adım olur ve bu Ukrayna, Rusya ya da Avrupa çıkarına olmaz. ABD Ukrayna'da herhangi bir askeri müdahalenin bedelleri olacağını göstermek için uluslararası toplumla dayanışma içinde olacaktır.


Obama'nın bu ifadeleri düz bir okumayla, ABD'nin Rusların askeri müdahalesine karşılık vereceği gibi anlaşılsa da stratejik olarak Rusya Federasyonu'nun Kırım'ın işgalinin önünü açmaktaydı.

Zira en üst uluslararası kuruluş olan BM'de Rusya Federasyonu'nun veto hakkı bulunması dolayısıyla işgalci Ruslar bedel ödemeyeceklerdi.

ABD Dışişleri Bakanı Kerry de, "21'inci yüzyılda, başka bir ülkeyi uyduruk bir bahaneyle işgal ederek 19'uncu yüzyıldaymışız gibi davranamazsınız" ifadesiyse, ABD'nin Avrupa'da Rus korkusunu büyütülmesi stratejisine uygun düşmekteydi.

Kısacası Putin'in Kırım'ı işgal taktiği ABD'nin Orta Avrupa'ya yerleşme stratejisine hizmet etmeye başlamıştı. 


Putin yönetiminin ABD'ye son hizmetini de, 24 Şubat 2020'de, Ukrayna'ya saldırarak yapmıştır. Rus korkusundan faydalanın ABD, Orta Avrupa ile Doğu Avrupa arasına iyice yerleşmeye başlamıştır.  

Mesela 24 Mayıs 2022'de 47 ülkenin kıtımı ile yapılan Ukrayna Savunma Temas Gurubu toplantısının akabinde bir açıklama yapan ABD Genelkurmay Başkanı Milley, Rusların Ukrayna'ya saldırısından sonra ABD'nin Avrupa Kuvvetleri (EUCOM) bünyesinde görev yapan asker sayısının yüzde 30 artışla 78 binden 102 bine yükseltildiğini açıklamıştı.

Ayrıca Milley, Akdeniz ve Baltık'taki 6 olan savaş gemisinin de 24'e yükseldiğini belirtmişti. Tabi ABD'nin Orta Avrupa ülkelerinin askeri kurumları ile entegrasyonla elde ettiği yerleşme faaliyetleri bu sayısal rakamların dışındadır.


ABD'nin Ukrayna'yı değil İsveç ve Finlandiya'yı NATO'ya dâhil etmek istemesinin sebebi nedir?

Soğuk Savaş döneminde güçlü Sovyet Rusları durdurmada Finlandiya ve İsveç'e ihtiyacı olmayan NATO, günümüzde zayıf Rusya Federasyonu'nun önünü set çekmek için mi bu ülkeleri NATO üyesi yapılmak isteniyor?

Buna muhakeme-i akliye ile evet diyebilecek kimse olamaz. Ayrıca AB üyesi olmayan ve ABD müttefiki olarak NATO'ya dâhil olan Norveç, hem Baltık Denizi'nin çıkışını, hem de Danimarka'dan Rusya Federasyonu'na kadar Kuzey Buz Denizi sahillerinin sahibidir.

Yani Petersburg üzerinden Baltık Denizi'ne açılabilen veya Kalingrad'tan hareket eden Rusların Baltık Denizi'nden Atlas Okyanusu'na serbestçe çıkabilmeleri pek mümkün değildir.

Zira Baltık Hedef Alanı'nda en stratejik devlet olan Norveç ABD'nin yanında olduğu gibi, Norveç'le birlikte Danimarka Kilit Mekânını kontrolde büyük öneme sahip Danimarka da NATO üyesidir.

Yani Finlandiya ve İsveç'in Rusları durdurmak için fazla bir önemi yoktur. Ancak NATO üyesi olmayan bu iki ülkenin AB üyesi olması ve Almanların kuzey-doğudan Rusya Federasyonu topraklarına açılması için çok elverişli konumda bulunmaktadırlar.

İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyesi olması ABD'ni buraya yerleşmesini sağlayacağı gibi Almanların da serbest olarak bu iki ülkeyi kullanmasına bir engel oluşturma şansını ABD'ye verecektir.

Diğer bir ifade ile Orta Avrupa'ya sahip olan Almanların Kuzey-Doğu Avrupa'ya girişini engellemede Ruslar yetersiz kaldığı ve kalacağı için buraya yerleşmektedir.


Sonuç

Elhasıl, Doğu Avrupa'da, Soğuk Savaş sonrasında zayıflayan Rusya Federasyonu'nun yerini, çeşitli vasıtalarla Almanlar doldurmaktadır.

Sovyetler Birliği dönemindeki gibi bu konuyu tek başına çözmede acziyeti ortaya çıkan Putin yönetimi, güçlenen Almanlardan korkusundan dolayı ABD'lilerin Doğu Avrupa'ya yerleşmesine bile razı olmaktadır.

Zira Almanların, tarihteki Kimmerler, İskitler, Hunlar, Avarlar, Altınordalılar, Ruslar gibi Orta ve Doğu Avrupa'da hâkimiyet kurmalarından korkmaktadır.

ABD ise, Orta ve Doğu Avrupa'ya AB vasıtasıyla hâkim olacak Almanların kendi küresel hâkimiyetini tehdit edeceğinden korkmaktadır.

Almanların doğuya doğru yayılmasını engellemek için ABD, NATO'yu kullanmaktadır. Ancak NATO'nun Orta Avrupa'ya yerleşmesi için, ABD'nin bir tehdide ihtiyacı vardır. Bu görevi de, kendi sınır ve nüfuzunu koruma bahanesi ile Putin yerine getirmektedir. 


ÇHC-RF ittifakına şiddetle karşı olan ABD, Almanların genişlemesine karşı, kendi stratejisine uygun olarak Doğu Avrupa'da RF'na dolaylı olarak destek vermektedir.

Putin yönetiminin Ukrayna'yı tamamen ele geçirerek Orta Avrupa'da nüfuzunun da artması da yine ABD'nin işine gelmeyeceğini belirtmeye bile gerek yoktur.  

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU