Sultan Abdülhamid kendisini tahttan indiren meclis kararını öğrendiğinde herhangi bir muhalefette bulunmadı.
Çoktandır, devlet işlerinden ayrılmayı düşünüyordu. Kendisine bu karar tebliğ edildiğinde yalnızca İstanbul'dan sürgün edilmesine içerlemişti.
Hükümetten Çırağan Sarayı'nda kalmak için ricacı olmuştu; fakat hükümet derhal İstanbul'dan ayrılması için kesin bir emirle cevap vermişti.
Sultan Abdülhamid'in İstanbul'dan gidişi İstanbul gazetelerine şöyle yansımıştı:
...Abdülhamid'in ikameti için Selanik'te Alatini biraderlerin köşkü tahsis edilmişti. Bu köşk Selanik'in en güzel binasıdır.
Abdülhamid'in yanında orta büyüklükte üç çanta bulunuyordu. Sirkeci İstasyonunda bir bardak Taşdelen suyu istemiş, suyu getirene 30 kuruş kadar bahşiş vermiştir. Tren nısfülleyli bir saat elli dakika geçerek hareket etmişti ve dün gece Selanik'e varmıştır. Abdülhamid'i Selanik'e götüren zat Binbaşı Fethi (Okyar) Bey olup maiyetinde bir miktar asker vardır.
Selanik'e sanıldığı kadar kolay varılmamıştı. Hem yolculuk hem de yolculuk sırasında karşılaşılan kötü muamele sabık Sultan Abdülhamid ve maiyetinde bulunanları perişan kılmıştı.
Vardıkları konak gazetede anlatıldığı gibi değildi. İzbe bir bölgede bulunan konak neredeyse harabe denecek kadar eski ve temel ihtiyaçların görüleceği malzemeler konakta bulunmuyordu.
Bu biçareliğe sürgüne refakat eden Fethi Bey de dayanamamıştı;
Fethi Bey uyumak için odasına gitmek üzere yanımızdan ayrılırken, bir kanepenin üzerinde baygın baygın uyuyan iki yaşındaki kardeşimi gördü ve ona yaklaştı, başını eğdi ve çocuğu öptü. 'Zavallı yavrucak' diye söylendiğini ve gözünden akan yaştan bir damlanın çocuğun yüzüne düştüğünü gördüm.
(Şadiye Osmanoğlu,
Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri)
Sultan Abdülhamid'in yatacak yatağı bulunmadığı için Alatini Köşkü'nde iki koltuğu birleştirerek kendisine yatak yapmıştı.
Maiyetinde bulunanların duruma üzülmemesi için tebessümle koltukları göstererek "İşte yatağım" diyerek kötü havayı dağıtmaya çalışsa da köşkteki korkunç günler henüz yeni başlıyordu.
Sultan Abdülhamid'e kurşun sıktılar ve oğluna babasına 'Eşek' dedirtmeye çalıştılar
Hürriyet furyası bütün ülkeyi geçici bir bayram havasına soktuğu sırada Sultan Abdülhamid, Alatini Köşkü'nde tam bir tecrit hayatı yaşıyordu.
Ailesinin ilk zamanlar dışarı çıkması yasakken; Abdülhamid günün belli saatlerinde terastan yalnızca gökyüzüne bakabiliyordu.
Alatini Köşkü sürgününde henüz küçük bir çocuk olan Abid Efendi yazdığı bir mektupta yaşanan dramı gözler önüne seriyor:
"...Alâtini Köşkü'ne duhûlümüzü (girişimizi) hatırlamıyorum. Annemin kucağında uykuda imişim. Sonradan işittiğime nazaran, beni taşımaktan annemin yorgun düştüğünün nasılsa farkına varan bir zabit (subay),-ki Emniyet-i Umumiye Müdürü Miralay Galib Bey (sonra paşa) imiş- beni annemin kucağından almak nezaketini göstermiş ve alırken de anneme 'Verin bana şu yılan yavrusunu!' demiş. Anlaşılan, tam mânâsıyla bir centilmenmiş bu kahraman-ı hürriyet!
Bunu söyleyen Hareket Ordusu'nun genç ve toy subaylarından biri olsaydı affederdim, lâkin bu adam o zaman miralay (albay) idi ve en az kırk yaşında idi.
O arada Ali Fethi Bey de (yıllar sonrasının başbakanı Fethi Okyar) 'Zavallı çocuk!' diyerek beni kucağına aldı, hattâ gözünden bir damla yaş düştü...
...Alâtini Köşkü'ne yerleştiğimiz ilk zamanlarda, bahçenin etrafında gayet alçak bir demir parmaklık vardı, sonra tuğla duvarlar yapıldı. Karaburun'a giden cadde, bu parmaklığın önünden geçerdi. Ben, ikide bir bahçeye fırlayıp parmaklığa yapışır, caddeyi seyrederdim.
Bunu, pedere haber vermişler. Beni yakalayıp pedere götürdükleri vakit, fena halde tekdire uğradım. 'Bir daha oraya gitmeyeceksin! Bir daha oraya gitmeyeceksin!' diyerek elindeki kalın bastonu kaldırıp indirmesi hâlâ gözümün önündedir. Korkutmak için, bastonu sadece kaldırıp indirmekle yetinmiş, bir tarafıma vurmamıştı.
...Muhafız subaylar, pek saygısızca hareket ederlerdi. Bunlardan Salim isminde bir teğmen, pencereden bakmakta olan babama ağaçların arkasına saklanıp kurşun bile sıkmıştı!.. Diğerleri de bir hayli saygısızlık yaptılar. Meselâ, bir hadiseyi gayet iyi hatırlıyorum:
...Bir vekilharç Hasan Efendi vardı. Haremin çarşıdan aldırdığı şeyler, onun vasıtasıyla gelirdi. O da, dışarıdan getirdiğini zâbitlerin (subayların) huzurunda harem ağalarına teslim eder, onlar da hareme götürürlerdi. ...Birgün bana yeşil, mavi, sarı, rengârenk oyuncak bastonlar getirmiş. Zâbitlerin yanında bana verecek. Ben de her nedense bu değneklere pek imrenirdim. Bahçedeyiz, tam değnekler bana verileceği sırada, zâbitler tutturdular: 'Git babana 'eşek' de. Demezsen, değnekleri vermeyeceğiz'.
Ben de bu sözün fena bir şey olduğunu hissediyordum. Fakat, değneklerde de gözüm var. Nihayet, ağlaya ağlaya köşke gidiyorum. Hareme girdim. Bereket versin, karşıma Gülşen Kalfa çıkıyor, bana 'Efendi, niçin böyle ağlıyorsun?' diye soruyor.
Ben de meseleyi anlatıyorum. O da beni 'A, hiç öyle şey olur mu? Sana yakışır mı?' diye bir güzel haşlıyor. Ben de o sayede babama gidip o hezeyanı etmiyorum. Maamafih, sonunda değnekler yine elime geçti.
Galiba zâbitler nihayet yaptıklarına utandılar ve değnekleri verdiler. Maalesef zabitlerden hangisi idi bana bunu söyletmek isteyen, hatırlamıyorum.
...Alâtini Köşkü'nün bahçesinde yuvarlak, çiçekli bir tepecik vardı... Subaylar, bu tepenin etrafına çiçeklerle 'Hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik' yazmışlardı. Okuyabiliyordum ama, bu sözlerin ne demek olduğunu bilmiyordum. Köşkün pencerelerinden, tepenin yalnız bir tarafı görülürdü...
Babam öbür tarafta ne yazdığını merak etmiş; beni çağırdı, 'Oğlum, git bir bak bakalım, öbür tarafa ne yazmışlar' dedi. Gittim, okuyup döndüm, söyledim. Sadece bir 'Yaa!..' dedi, başka tek söz etmedi. İttihatçı subaylar, 'Hürriyet, adalet, eşitlik, kardeşlik' sözlerini toprağa yazmakla işi olmuş bitmiş zannediyorlardı.
...Haklarını yememek için şunu da ilâve edeyim: Pederime karşı bu derece saygısızlık edenler, benim iyi bir tahsil yapmamı istediler, içlerinden bazılarını beni okutmakla görevlendirdiler.
İlk hocam, Nâzım Bey isminde bir yüzbaşıydı, beni altı-yedi ay okuttuktan sonra tayin olup gitti. Ondan sonra, Cumhuriyet zamanında Siirt Milletvekilliği yapan ve Milliyet Gazetesi'ni çıkartan Mahmud Bey (Soydan) hocam oldu."
Ahlaksız zabitler Sultan Abdülhamid'in kızlarının iffetine göz koyar
Sultan Abdülhamid'in gönlünü ve aklını en çok meşgul eden konuların başında izdivaç çağına gelmiş kızlarının durumu geliyordu.
Bu durum onu öylesine bunaltmıştı ki İstanbul'a yazdığı bir mektupta sarayın bu durumla ilgilenmesini rica etmişti.
Sultan Abdülhamid'in bu konuda yüreğinin darlandığını iyi bilen zabitler, sabık Sultanın kızlarına oldukça ahlaksız bit teklif yaptılar:
Harem ağalarından birini zabitler odalarına davet ederler ve bana şu haberi yollarlar:
'Bu gece odalarının altına gaz koyduk. Açıkta duran Musudiye zırhlısı köşkü bombandırman edecek. Babaları ve köşk mahvolacak.Kendileri gençtir, acıyoruz. Gece yarısı kardeşleriyle beraber bizim dairemize gelsinler. Biz onları muhafaza ederiz.'
Bunun ne kadar çirkin bir plan olduğunu anlamak için insanda biraz izan olması kafidir. Zavallı harem ağası bunu gerçek zannederek, babamın başına gelecek felaketten derin bir endişe duymaya başlamıştı.(Şadiye Osmanoğlu,
Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri)
Sultan az daha esir düşecekti
Sultan Abdülhamid sürgün hayatı yaşadığı sırada tüm Rumeli'nin kaybedilmesine neden olan Savaşları meydana geldi.
Hükümet Sultanı, İstanbul'a getirmek için bir kurtarma operasyonu hazırladı; ama tam o sırada hükümet değişince plan iptal edildi.
Düşman şehri dört koldan ablukaya alması üzerine İstanbul'daki idareciler endişeye kapıldı ve Almanya İmparatorluğu'ndan Sultan Abdülhamid'i kurtarması için yardım istedi.
Almanlar bu teklifi kabul etti; ama bu kez Sultanı Almanya'ya götürüp orada İttihat ve Terakki Cemiyeti aleyhine muhalefeti örgütlemesi bu kez başka bir endişeyi meydana getirdi.
Gazeteci Süleyman Tevfik, o günlerdeki kaosu şu şekilde aktarır:
"Selanik sükût edince, orada, Alâtini Köşkü'nde bulunan Abdülhamid'in müttefiklerin ellerine geçmesi, bu yüzden de devlet için büyük sıkıntıların doğması ihtimalini göz önüne alan hükümet ile partiler onu İstanbul'a getirmeye karar verdiler. Fakat nasıl ve hangi yoldan getirilecekti? Selanik-Dedeağaç demiryolu Bulgarların ellerinde olduğundan bu yoldan gitmeyi düşünmek bile uygun değildi.
İtalyanlarda bulunan 'On iki Ada'dan başka bütün adalarımızı işgal eden Yunanlıların, filoları ile Akdeniz'de bulunduğu cihetle bahren de getirilmesi imkânı yoktu. O zaman hükümetin, daha doğrusu Cemiyet'in hatırına Almanya sefaretine başvurmak geldi.
Abdülhamid'in şahsi dostu ve sevgilisi olan Kayser Wilhelm'in onu esirlik tehlikesine düşmekten kurtarmak isteyeceği şüphesizdi. Almanya sefarethanesine giden bir heyet, Abdülhamid'in İstanbul'a getirilmesi için yardım istedi.
Sefaret, telgrafla Berlin'den sorup olur cevabını aldıktan sonra İstanbul sefareti maiyet vapuru olan Loreley Yatı'nın bu işe tahsis edildiğini bildirdi. Çünkü Alman sancağı altında bulunan bir geminin Yunan filosu tarafından durdurularak aranmasına cesaret edilemeyeceği şüphesizdi.
Abdülhamid'i getirmek üzere hükümet ve Cemiyet tarafından memur edilen üç zat ile Almanya General Konsolosu, Loreley Yatı'yla Selanik'e gidip Abdülhamid'i aldılar ve İstanbul'a getirdiler. Yat; Beylerbeyi Sarayı'nın önünde durarak, evlatları ve ailesiyle beraber Abdülhamid oraya çıkarıldı. Artık eski padişah o sarayda oturacaktı.
Loreley'in dönmesine kadar Cemiyet ileri gelirleri büyük telaştaydılar. Çünkü yatın, Yunan filosu tarafından çevrilmesinden ziyade Abdülhamid'i alıp Almanya'ya götürmesinden korkuyorlardı. Bu vakadan İstanbul halkı, Abdülhamid gelip sarayda taht-ı muhafazaya alındıktan sonra haber aldılar."
(Süleyman Tevfik [Özzorluoğlu],
II. Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Elli Yıllık Hatıralarım)
Osmanlı Devleti'ni 33 sene idare eden, icraatları ile bugün dahi siyasi polemikleri belirleyen Sultan Abdülhamid, beceriksiz idareciler sebebiyle az daha Yunanlılara esir düşecekti.
Bereket versin, Almanlar, Sultan Abdülhamid ile geçmişe dayanan hukukları ve siyasi çıkarları hasebiyle Sultanı kurtarıp sağ salim İstanbul'a getirmişlerdi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish