Sultan Abdülhamid tahta oturduktan kısa bir süre sonra, 1876 Aralık ayında Osmanlı Devleti de ilk defa meşruti sistemle tanışmış; ama beklenmeyen olaylar Sultan Abdülhamid'i meclisi kapatmaya zorlamıştır.
Büyük beklentilerle açılmış mecliste Müslüman mebuslar çoğunluğu elinde bulundursa da Ermeni, Rum ve Bulgar mebuslar yalnızca kendi milletlerinin çıkarlarına öncelik veren politikalar izlemeyi tercih etmiştir.
Kısa bir süre sonra Müslüman mebuslar içinde Arnavut ve Arapların da kendi gündemine öncelik vermesi meclisi kilitlemiştir.
Rusların Yeşilköy'e kadar dayandığı bir atmosferde Sultan Abdülhamid, Kanun-i Esasi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak meclisi süresiz olarak kapatmış ve hanedanlığa karşı büyük bir tehdit olarak gördüğü Mithat Paşa'yı görevinden azletmiştir.
Daha sonra Yıldız Sarayı'nda yapılan mahkemede Mithat Paşa, Sultan Abdülaziz'in ölümünden sorumlu tutularak ölüme mahkûm edilmiştir.
Sultan Abdülhamid, Mithat Paşa'nın ölüm hükmünü sürgüne çevirerek Paşa'yı Taif'e göndermiştir. İddiaya göre; Mithat Paşa burada da darbeye hazırlandığı istihbaratı üzerine zindanda boğdurulmuştur.
Fiili olarak meclis kapatılmış ve Sultanın otoritesi artırılmış olsa da resmi olarak devlet idaresi kendisini meşrutiyet olarak tanımlamaya devam etmiştir.
Sultan Abdülhamid dış politikada güçlü devletlerin birbiriyle olan çekişmelerinden yararlanmış ve dengeli bir siyaset izlemiştir.
Aynı zamanda hocalığını yapmış Edhem Paşa, Plevne Kahramanı Osman Paşa ve iç politikada büyük yararlılıklar gösteren Mazlum Paşa gibi önemli devlet adamlarının desteğiyle işleri büyük oradan yoluna koyan Sultan Abdülhamid iç siyasette de taviz vermekten kaçınmıştır.
Her türlü tehdidi henüz ortaya çıkmadan engelleme yoluna gitmiştir. İstibdat rejimi olarak nitelendirilen bu politika devletin yıkılışını engellemek isteyen aydınların Avrupa başkentlerine iltica etmesine sebep olurken, içeride muhalefet yürüten özellikle ordu mensubu subayların yer altında gizli teşkilatlar kurmasına sebep olmuştur.
Sultan Abdülhamid'in dışarıdan bakıldığında basit ama idare etmesi oldukça güç olan yönetim şekli devleti uzun bir istikrar dönemine kavuşturmuş olsa da artan dış baskılar ve iç muhalefet Sultan Abdülhamid'i Meclisi tekrar açmaya zorlamıştır.
Siyasi perde aralanıyor
Sultan Abdülhamid'i deviren Hareket Ordusu 23 Nisan 1909 bir cuma günü İstanbul'a girmeye başladığında padişah son kez cuma selamlığına çıkmıştı.
Kaosa teslim olmuş şehirde Sultan'ın hiçbir ağrılığı kalmamıştı. Selamda kendisini karşılamaya gelenlerin sayıca azlığı artık Sultan Abdülhamid'in Osmanlı siyasetinde de bir gücünün kalmadığının işaretiydi.
Yine de başıboş isyancıların dışında Sultan Abdülhamid'e bağlı Hassa ordusu ve Kürt taburları şehirde uzun sürecek bir direniş için yeterli teçhizata sahipti.
Sultan Abdülhamid ise kısa süre içinde gerçekleşen elim olaylar sonucu İstanbul halkının büyük zarar gördüğüne şahit olmuştu.
Ayrıca tabiatı itibariyle naif bir kişiliğe sahip olan Sultan şehirdeki terör havasının artık bir son bulmasını istiyordu. Bu yüzden kendisine yapılan direniş tekliflerini reddetti.
Buna rağmen kendisine bağlılığını bildiren Hassa ordusundan üç tabur teslim olmayı reddederek Hareket Ordusu'na karşı silahlı mücadeleyi tercih etti.
Son derece kanlı çatışmalardan sonra bu taburların tamamı yok edildi ve Hareket Ordusu kısa bir süre içinde şehre hâkim olmayı başardı.
Ve Sultan Abdülhamid tahttan indiriliyor
Sultan Abdülhamid, 31 Mart 1909 yılında gerçekleşen hadiselerin tarafı değildi. Olayların önüne geçmek için de elinden geleni yaptı; ama isyancılar onu dinlememişti.
27 Nisan 1909 yılına gelindiğinde işgal altında bulunan Yıldız Saray'ında yapılacak son bir iş kalmıştı: Sultan Abdülhamid'i tahttan indirmek.
Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilmesi için öncelikle bir fetva hazırlanması gerekiyordu. Fetvayı daha sonraları Cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı için önemli görevler üstlenecek İttihat ve Terakki mebusu Elmalılı Hamdi Yazır bizzat kaleme aldı.
Bu metin, Hal Fetvası Emini Hacı Nuri Efendi'nin önüne geldiğinde büyük bir şaşkınlık yaşayan Nuri Efendi metne fetva vermek yerine derhal istifasını sundu.
Fetvaya göre Abdülhamid'in tahttan indirilmesi için üç büyük suç işlemişti: 31 Mart'a sebep olmak, Kuran yaktırmak ve israf suçları.
Sultan Abdülhamid'e yöneltilen suçlar inandırıcı değildi. Sultan'ın 31 Mart'ı engellemek için gösterdiği çabayı neredeyse tüm İttihatçılar biliyordu.
Kuran yaktırdığına dair iddialar doğru ama eksikti, Sultan Almancadan tercüme edilen Türkçe mealleri toplatmıştı. Bu eserler son derece kötü tercüme edilmişti ve yanlış bilgilerle doluydu.
İsraf konusu ise inandırıcılıktan son derece uzaktı, çünkü Abdülhamid cimri denilecek düzeyde tasarrufluydu.
Hacı Nuri'nin istifasından sonrası İttihatçıların onu ikna çabaları sonuç vermiş; ama Nuri Efendi son maddeyi değiştirmiş ve hal etmek yerine Sultan Abdülhamid'in tahttan çekilmesini istemenin ya da kararı meclise bırakmanın daha doğru olacağını tavsiye etmiştir.
Fetva çıkarıldıktan sonra meclis kararı hızlıca onaylamış ve geriye durumu Sultan Abdülhamid'e tebliğ etmek kalmıştır.
Sultan Abdülhamid'e yapılan tebliğ
Sultan Abdülhamid'e hal edildiğine dair tebliği yapan heyet Ermeni Aram, Laz Arif Hikmet, Selanik mebusu Yahudi Karasu ve Draç mebusu Arnavut Esad Toptani'den oluşuyordu. Heyettekilerin neredeyse hiçbiri Türk değildi.
Kararı hüzünle dinleyen Sultan Abdülhamid'in Çırağan Sarayı'nda kalma isteği de reddedilerek Sultan Abdülhamid mahiyetinde bulunan 38 kişiyle beraber aynı günün gecesi İstanbul'dan Selanik'e gönderildi.
33 yıllık uzun İkinci Abdülhamid saltanatı sona ermiş, devlet ise tam bir kaos ortamına sürüklenmiştir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Şairler ve Sultan Abdülhamid
Sultan Abdülhamid tahtta iken ve sadaretten indirildikten sonra hakkında pek çok şiir yazılmıştır. Bunların içerisinde sert eleştiriler olduğu gibi övgüler de bulunur.
Mehmet Akif ve Sultan Abdülhamid
İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un İslamcı bir dünya görüşüne sahip olmasına rağmen Ümmetçiliği resmi bir ideoloji olarak benimseyen Sultan İkinci Abdülhamid'e karşı sert muhalefeti büyük bir tartışma konusudur.
Akif'in Sultan'a yazdığı şiirler genellikle menfi özellik taşır;
Ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin
Fasl-ı dâva eylemekçün rûz-ı mahşerde kıyam!
Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd!
Diyor ecdâdımız makberlerinden: Ey sefil ahfâd,
Niçin binlerce ma'sûm öldürürken her gelen cellâd,
Hurûs etmezdi, mezbûhane olsun, kimseden feryâd?
Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek,
33 yıl bizi korkuttu ‘Şeriat!' diyerek
Neyzen Tevfik ve Sultan Abdülhamid
Asıl adı Mehmet Tevfik Kolaylı olan şair Neyzen Tevfik, ney üflemedeki mahareti nedeniyle Neyzen olarak bilinir. Babası, Darulmuallimin okulunun ilk mezunlarından Hasan Fehmi Efendi'dir.
Neyzen Tevfik de iyi bir medrese eğitimi almış, Mısır sürgünü sırasında Ezher Üniversitesinde eğitimini sürdürmüştür.
Neyzen Tevfik; Şehzadebaşı'nda Hacı Mustafa'nın ocağında bir sofra kurdurup demlenen Neyzen, kendisine hâkim olamayarak Zaptiye Nazırı Ahmet Şefik Paşa'ya sert bir hicviye okudu. Bu sırada sofrada bulunan bir hafiye onu jurnalledi.
Hapse atılan Neyzen, bir süre sonra Zaptiye Nazırı Ahmet Şefik Paşa'nın huzuruna çıkartıldı.
Paşa, sorduğu sorulara samimi cevaplar veren Neyzen'i affederek serbest bıraktı; ama Neyzen dışarı çıktığında artık peşinde hafiyeler vardı ve eski dostları ondan bir vebalıymışçasına kaçıyordu.
Bunun üzerine İstanbul'da artık barınamayacağını anlayan Neyzen, İstanbul'dan kaçarak Mısır'a iltica etti.
Burada bulunduğu süre zarfında da sarhoşluğu sebebiyle defalarca hapse düştü. Mısır'da haksız yere hapse atıldığını düşünerek hâkime karşı kullandığı sözler sebebiyle 6 ay hapse mahkûm edildi.
Mısır'da başına gelen en büyük felaket ise sarhoş bir anında Sultan Abdülhamid aleyhine yazdığı bir şiir sebebiyle olacaktı.
Bu şiirden sonra idama mahkûm edilmiş ve Türk yetkililer onu Mısır'dan getirmek için bir hayli çaba sarf etmişti.
Neyzen'in Abdülhamid'e yazdığı ve idam kararına sebep olan şiir şöyleydi:
Kal'a-i âsâr-ı zulme verdim istihkâm-ı tam
Ettim istibdad ile tarihe ibka-ı nâm
Öyle tarsîn eyledim olsa cihan zir ü zeber
Attığım üss-i mezâlim haşre dek eyler devam
Ben o cellâdım, vatanda açtığım her yârenin
İltihâbı bir zaman etmez kabul-i iltiyâm
Nerde Cengiz, Engizisyon, nerde Haccac ü Yezid,
Nerde Timur, Hülâgû, nerde ecdâd-ı izâm
Nerdedir Şeddâd ü Nemrûd, nerdedir
Ad-u Semûd Her cihetçe zâlimân-ı dehre ben oldum imâm
Ben ölürsem mülk-ü millet bitmeden volkan gibi
Ka'r-ı lâhdimden tüter eflâka dûd-i intikam!
Ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin
Fasl-ı dâvâ eylemek'çün rûz-i mahşerde kıyâm!
Bir şekilde Mısır'da kalmayı başaran Neyzen, yurda ancak İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra dönebilecekti.
Namık Kemal ve Sultan Abdülhamid
Namık Kemal, meşrutiyet yanlısı bir Jön Türk'tü. Başta Hürriyet Kasidesi olmak üzere yazdığı şiirlerle kavganın ve mücadelenin manevi temsilcisi konumundadır; ama o da Sultan Abdülhamid ile zaman zaman yakınlaşmıştır.
Hatta bir kısım tarihçinin iddia ettiği üzere Mithat Paşa'nın sonunu hazırlayan "Al-i Osman yerine Al-i Mithat olsa ne çıkar" sözünü Sultan Abdülhamid'e bizzat Namık Kemal ilettiği bazı kaynaklarda geçer.
Bu iddiaların dışında en ilginci ise muhalefetin en yoğun olduğu zamanda yazılmış teşekkür mektubudur, Namık Kemal mektupta şunları söyler:
Oğlum Ekrem hakkında şerefsudur eden inayet-i senniye-i veliyyünimet aile-i kemteranem hakkında meşhud ayni iftihar olan hezar emsali gibi mukabelei şükran olmağla arzı mahmedetten başka söyleyecek bir şey olmadığını arzına ictisar olunur.
KEMAL, 18 Teşrinevvel 1304
Yazar, Sultan Abdülhamid muhalifi olmakla beraber; padişaha övgü dolu sözler içeren birçok şiiri bulunur.
Bunlardan biri "Osmanlı Tarihi" eserinin başına koyduğu şiirde şu ifadeleri kullanır:
Senâ-vü hamd o sultan-ı cihan ârâ-ya şayandır
Ki her vak'a nizamül adline bir başka burhandır.
Tevarihi cihanın mekteb-i ibretde her bahsi,
Fünün-i hikmetinden bir mükemmel ders-i irfandır
Resul-i ekrem'e şayestedir enva-ı teslimat
Ki, şehrâb-ı selamet şer'i pâkinden nümâyândır;
Mukaddes hulk-ı rabbanisine ins ü melek meftun
Mübarek zat-ı nurânisine mevlâ senâhandır.
Tevfik Fikret ve Sultan Abdülhamid
Türk edebiyatının en büyük şairlerinden birisi olan Tevfik Fikret'in hayattaki en büyük nefretinin Sultan Abdülhamid olduğunu okuyucularının malumudur. Sultan'ın aleyhine yazdığı sayısız şiir bulunur.
Oysa Tevfik Fikret'in dahi Sultan Abdülhamid'e övgüler içeren "Sitâyişnâme" isimli bir şiiri bulunur. Genç bir şair olarak Sultanı kaleme alan Fikret, padişahı yere göre sığdıramaz;
Nedir bu feyz-i meserret ki ruha sâridir
Nedir bu neş'e ki ayn-ı zülâl-i câridir
Bu feyz ü neş'eye bâis o zıll-ı Bâridir
Ki sâyesinde gönüller berî mesâibden
Duâ-yı devlet ü ikbâlidir vecâibden
Bugün safâsı cihânın taşar cihanlardan
Bugün sürûr-ı sitâyiş bütün lisanlardan
Bu gündüzün hele seyret ne şanlıdır gecesi
Evet subh-ı bahârîden de anlıdır gecesi
Eyâ veliyyüniam dâdkârımız sensin
Yegâne melce-i vâlâ- tebârımız sensin
Medâr-ı muhteşem-i iftihârımız sensin
Senin vücuduna muhtacız ey veliyyüniam
İlelebet sana densin Halife-i ‘âlem
Liste çok uzun… Ömer Seyfettin'den tutun da Yahya Kemal'e varıncaya değin sayısız şair Sultan Abdülhamid'in hakkında şiir kaleme almıştır.
Bu şairlerin bir kısmı Sultan'a kimi zaman hakaret etmişse de çoğu sonradan bu dizelerinden pişmanlık duymuştur. Elbette şairlerin dizelerinden hareketle hakikat yorumlanamaz.
Fuzuli'nin dediği gibi;
Aldanma ki şair sözü elbette yalandır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish