Ömer Seyfettin: İttifak-ı İslam taraftarı bir milliyetperverim; ne vakit Mehmet Akif'i okusam İttihad-ı İslam taraftarı bir ütopist oluveririm

Türk milliyetçiliğinin Ömer Seyfettin gibi bir dehayı ya da İslamcılığın Mehmet Akif Ersoy gibi bir abideyi düşünce dünyasında çıkaramamasının belki de en önemli nedeni düşünsel anlamda bu centilmenliğin kaybedilmiş olmasıyla açıklanabilir

Kolaj: Independent Türkçe

Bir edebiyatçı olarak, başta "Yeni Lisan" (1911) tartışmaları ile başlayan süreçte Ömer Seyfettin'in meselelere yaklaşımında zaman içerisinde önemli değişimler meydana gelir.

Bir asker ve aydın olarak, Osmanlı'nın içerisinden geçtiği olağan üstü koşullarda önemli roller üstlenen yazar, devrin önemli hadiselerinin göbeğinde yer alır. 

Bir aydın ve politikacı olarak ise, İkinci Meşrutiyet'e (1908) giden süreçte üstlendiği misyon, istibdat dönemine yaklaşımı ve hürriyet sonrası siyasi hadiselere bakış açısı hem siyaset bilimcilerinin hem de edebiyat tarihçilerinin gündemini bugün de işgal eder.

Hikâyeciliği ile tanınan müellif, Türk edebiyatının en önemli kilometre taşlarından birisidir.

Ömer Seyfettin'in yalnızca hikâyecilikle uğraştığını düşünmek eksik bir bilgidir. Yazar; politika, aile, eğitim, askeriye ve spora varıncaya değin birçok mesele ile yakından ilgilenmiştir.

Tüm bu konuları ele alırken üstün körü bir okumadan ziyade derinlemesine araştırmalar yapar ve dile getirdiği yeni görüşler okuyucuyu son derece şaşırtmaktadır.

Müellif, kısacık ömründe sistematik bir çalışma yöntemi ve disiplinli düşünce dünyasının yansımaları olan görüşlerini çoğunlukla köşe yazıları ve mektuplarında dile getirmiştir. 
 

Ömer Seyfettin.jpg
Ömer Seyfettin / Fotoğraf: malumatfurus.org


Fikirleri ile içinde yaşadığı toplumu değiştirerek ilerletmeyi misyon edinen Ömer Seyfettin, fikri yazılarında da hikayeciliğinde olduğu gibi son derece sade ve anlaşılır bir biçem tercih etmiştir.

Dili sade olmasına rağmen son derece cesur ve hatta kavgacı bir üslupla toplumun ilerlemesine karşı gördüğü grup ve kişilerle tartışmaya girmekten çekinmemiştir.

Ömer Seyfettin, toplumun tekâmülünde en büyük engel olarak hem siyaset hem de edebi sahada 'Eskiler' olarak isimlendirdiği güruhu görmektedir.

Bu güruh, siyaseten hürriyete ve edebi olarak da lisanın sade/anlaşılır olmasının karşıdır. 


İçinde yaşadığı toplumun çağın gerisinde kaldığını düşünen yazar, çağdaşlığı ise Batıcılık olarak görenler ile şedit bir kavgaya tutuşur.

Siyaseten hürriyetin ve edebi olarak anlaşılır bir lisanın ancak kimlikle kaim olduğu tezini ortaya atar.

Hatta bu anlamda dilde sadeleşmeyi savunsa da kimliksiz bir Batılılaşma sürecine giren aydınları eserlerinde sert bir eleştirmektedir.

Başka bir deyişle Ömer Seyfettin'e göre sade bir dil, milli kimliğin önemli bir unsuru olsa da kimliksiz sade bir dil milli bilincin önüne engel oluşturabilir.


Öte yandan toplumun kimlik inşasında 'eskinin' tamamen tahribini 'intihar' olarak yorumlayan yazar, toplumsal kimliğin fikri bir tecdit ile mümkün olduğunu ama bunun eski olan her şeyin tahribi anlamına gelmediğini vurgular.

Yazar; hürriyet ile özgür bir toplumun fikri bir restorasyonla kendi benliğini inşa edebileceğini söyler.

Örneğin; lisanda sadeleşmenin Arapça ve Farsça kelimelerin çıkarılıp yerine Asya bozkırlarından atıl Türkçe muadillerinin alınması anlamına gelmediğini belirtir. 
 


Bugün çarpık bir zihniyet ile bilhassa Arapça ve Farsça kelimelere düşmanlık yapan ve bunu milliyetçilik olarak gören güruha en güzel cevabı Türk milliyetçiliğinin esas kahramanlarından olan Ömer Seyfettin cevap verir.

Yaşadığı dönemde birçok önemli gazete ve dergilerde fikirlerini kamuoyu ile paylaşan Ömer Seyfettin, toplumun gündelik hayatından politik meselelere varıncaya değin birçok hususu yazılarına taşımıştır.

Tıpkı hikâyelerinde olduğu gibi toplumsal faydayı öncelemiş ve doğru olduğuna inandığı fikirleri katı politik zemine rağmen açıkça dile getirmekten imtina etmemiştir.

Meseleleri ele alırken kelimelerin altının doldurulması hususunda büyük bir ciddiyet söz konusudur.

Müellife göre bunun için evvela yazarın okuma edimini bir ödev olarak telakki etmesi ve ardından düşünce iklimine eklediği fikirleri mutlak surette mütalaa etmesini önerir:

Kim yazmışsa kim yazıyorsa mutlaka okumuştur. Deha-yı tahririrn menbaı mütalaadır, hava-yı nesimi kitaplardır. Bilmeliyiz ki eserleri hala nazar-ı ihtiramımızda zi-hayat duran Rousseau, yazmandan Montaigne'i, Platurque' tekrar tekrar okumuştu. Fransızca'ya sülük etmezden evvel Latince yazan ve tekellüm eden Montaigne'nin mütalaası darb-ı mesel hükmüne girmiştir. Chateaubriand bila-fasıla Bernardin de Saint-Pierre'i okuduğunu itiraf ederdi. Hâsılı bütün muharrirler okumayı tavsiye etmişlerdir. Sanat-ı tahrir için mütalaa en büyük bir sırr-ı esraridir ki her şeyi, imladan cümle teşkiline varıncaya kadar bize öğretir.

(Haftalık İzmir; Sayı:18.
1 Kasım Kanun-ı evvel 1323 (14 Aralık 1907) s. 2-3


Ömer Seyfettin, ele aldığı her meselenin evvela ciddi bir hazırlığını yapmıştır. Kişilerle giriştiği fikri tartışmalarda dahi muhatabına bayağı bir dille saldırmamış kıvrak zekâsı ve çalışkanlığını kullanarak muhatabını tesiri altına almıştır.

Örneğin 'ihtiyarlar' olarak tanımladığı eski lisan taraftarlarına saldırırken keskin bir zekânın yansıması olan şu sözleri sarf edecektir:

Şüphesiz ihtiyarlar mevcudiyetlerini muhafaza etmek hissine mağlup olacaklar, ölümlerini tahakkuk ettirecek henüz altında kımıldandıkları kabirlerinin üzerine bir nisyan abidesi dikecek olan teşebbüs tenezzül etmiyorlarmış gibi – hücum etmezlerse bile- düşman kalacaklardır.

(Genç Kalemler; C. 2, Sayı: 1, 8 Nisan)

 

Ömer Seyfettin'in metinlerindeki bilgileri yalnızca bireysel okumaları ile sınırlı değildir.

Ordudan ihraç edilmiş eski bir asker, olarak devletin askeri stratejileri hakkında kaleme aldığı yazılarında teknik uzmanlığa son derece hâkim olduğunu görüyoruz.

Ayrıca, cephede savaşmış ve esir düşmüş olması münasebetiyle meselelerin yalnızca teknik boyutu ile değil, askeri psikolojiyi de derinlemesine tahlil edebilmiştir.

Askerlik vazifesinden ayrıldıktan sonra bir sivil olarak savaşların neden olduğu tahribatı ve toplumsal yozlaşmayı da eserlerine büyük bir ciddiyetle aktaracaktır.


Siyasi yazılarında ise cereyan eden hadiseleri dışardan izlemediğini rahatlıkla görebiliyoruz.

Sultan Abdülhamid döneminin istibdat rejimine açıkça cephe alarak İttihat ve Terakki'yi desteklediğini biliyoruz.

Ayrıca İttihat ve Terakki içerisinde de önemli eleştiriler yaparak ilkesel duruşunu koruma gayretini açık bir biçimde tespit etmek mümkündür.

Meclis seçimlerinde mebus profili üzerinden tartışmalara girebilecek kadar siyasi meselelerin tarafı olan yazar, ikili tartışmalardan da kaçınmayacaktır.

Öte taraftan Cihan Harbi'nin başlarında ve sonlarına doğru İttihat ve Terakki'ye ciddi eleştiriler getirerek başta bireylerin neden olduğu hataların bedelini toplumun ödemesini eleştirecekti.

Ayrıca İttihat ve Terakki'nin iktidar hırsı ile başta 'Turan Ülküsü' olmak üzere Türk ideallerine zarar veren politikaları yazarın tepkilerine neden olacaktır. 


Eserlerindeki aydın profili ise Tanzimat aydınlarının görüşleri ile tutarlılık arz etmektedir.

Yanlış Batılılaşmanın merkezde olduğu aydın eleştirisinde bohem tipoloji ve kimliğine yabancılaşmış karakterler, ironi yüklü bir dille karikatürize edilmektedir.

Hikâyelerinde işlediği toplumsal aksaklıklar diğer metinlerine de sirayet etmiş ve bir aydın olarak halkın sorunlarına çözüm arayışı içerisine girmiştir.

Bu bazen iktisadı ilgilendiren meseleler olduğu gibi çocukların eğitimini ilgilendiren pedagojik hususlar da olmuştur.  
 

Mehmet Akif Ersoy2.jpg
Mehmet Akif Ersoy / Fotoğraf: Wikipedia

 

Türk kültürünün önemli isimlerinden İslamcılık ideolojisinin gür sesi Mehmet Akif hakkında ise şu değerlendirmeleri yapar:

Acem aruzuyla yazanlar içerisinde bugünün en büyük şairi Mehmet Akif'tir. Safahat'ta umman bazen dalgalanan bazen sakin fakat son derece muhteşem duran bir ruhun akislerini görürüz. 'Süleymaniye Kürsüsünde' itiraz kabul etmez bir şaheserdir. Ben 'İttifak-ı İslam' taraftarı bir milliyetperver olduğum halde ne vakit bu şaheseri okusam heyecanım değişir, 'İttihad-ı İslam' taraftarı bir ütopist oluveririm.


Bu örnekteki maksudumuz şu dur ki, iki farklı ideolojisinin mensubu Ömer Seyfettin ve Mehmet Akif Ersoy gibi isimlerin birbirlerine yaklaşımındaki nezaket ve letafeti okuyucuya göstermektir. 

Bugün Türk milliyetçiliğinin Ömer Seyfettin gibi bir dehayı ya da İslamcılığın Mehmet Akif Ersoy gibi bir abideyi düşünce dünyasında çıkaramamasının belki de en önemli nedeni düşünsel anlamda bu centilmenliğin kaybedilmiş olmasıyla açıklanabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU