Siyaset ve ihtiras

Dr. Kerem Yavaşça Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Pixabay

Hikâye odur ki, yolları, çölleri sabırla ve azimle geçen deve, dikenli harese otunun lezzetine pek düşkündür.

Dikenli otu yedikçe, dikenler ağzında ve dilinde yaralar açar, kanatır. Deve, otun lezzetine karşı koyamadığı için yedikçe yer ve eğer engel olunmazsa kan kaybından ölür.

Harese, Arapçadaki "hrs" kökünden türeyen bir kelimedir. Hırs, ihtiras, muhteris kelimeleri de aynı kökten türer. Yani harese, karşı koyulamayan hırs ve ihtiras ile kendi sonunu getirmektir.


Siyasette bu hikâyeden çıkarılması gereken dersler vardır. Zira siyaset nihayetinde bir "iddia" alanıdır.

İktidarı kazanmak için kıyasıya rekabet edilen, mücadelenin hiç bitmediği ihtiras yüklü bir sahnedir.

Kazanmak için itici güç ise kaynağını bu ihtirastan alır. Ne var ki siyasette "hırs veya ihtiras" kelimeleri pek sevilen ve benimsenen kelimeler değildir.

Onlara yüklenen pejoratif anlam sebebiyle, siyasetçiler arasında "iddia sahibi olmak", "iddialı olmak", "davası olmak", "dava sahibi olmak" daha çok kullanılan tanımlamalardır.


Esasen hırslı olmak, yani siyasette tercih edilen şekliyle "iddialı olmak" siyasetçinin olmazsa olmaz sermayesidir.

Ancak bu sermaye "zehirli" bir sermayedir. Eğer zamanında ve ölçülü biçimde kullanılmazsa, siyasetçinin kendi sonunu da hazırlayabilir.

Bu gerçekliğin birçokları tarafından bilinmesine rağmen, devenin harese otu cazibesine kapılması gibi, siyasetçi de iddiasının esiri olur ve ihtiras içinde gerçeklikten kopabilir.

Nihayetinde ise siyaset oyununun sıradan bir malzemesi olarak tarihin tozlu raflarına kaldırılmaya mahkûm olur.


Peki, siyasetçilerin bu sona mahkûm olmamak için iddiasını dengeli ve ölçülü biçimde kullanması mümkün değil midir?

Şüphesiz ihtirasını, akıl ile törpüleyerek bu sondan kaçınmak siyasetçi için pekâlâ mümkündür.

İhtirası dengelemenin yegâne yolu ancak "mantık ve aklıselim" sayesinde olabilir.

Zira siyasetçinin iddiası, gerçeklerden kopuk hale gelmeye başladığında zehirlenme gerçekleşmeye başlamış demektir.


Maalesef Türkiye'deki cari siyasi pratik, bu tür zehirlenmelere oldukça açık bir zemin arz etmektedir.

Keza siyaset alanı astronomik ölçüde "liderler" üzerine inşa edilmektedir. Liderin üstün meziyetleri ile ülkenin sorunlarına çözüm üretebilecek tek kişi olduğu sanısı, liderlerin/siyasetçilerin zamanla "tek gerçeği" olarak kodlanmaya başlar.

Bu sanı öyle büyük hale gelir ki, siyasi yapılar içinde bu hüküm dışında kalan herhangi başka bir düşünce, -spesifik olarak liderin görüşlerine muhalefet eden fikirler- hain ve düşman olarak addedilmeye başlanır.


Hakeza, partileri esir alan "tek gerçek" algısının teşekkül etmesinde partilerin dar yönetici kadroları oldukça kritik bir rol oynamaktadır.

Siyaset sosyolojisinin önde gelen fikir insanlarından biri olan Robert Michels'in "oligarşinin tunç yasası" olarak adlandırdığı kavram, Türkiye'deki siyasi partiler ya da siyasi oluşumların işleyişini açıklamak için oldukça kullanışlıdır.

Michels'e göre sendika, dernek, siyasi parti gibi örgütler, kurulmalarının ardından kısa süre içinde oligarşik bir yapıya bürünürler ve fiiliyatta birkaç kişi tarafından yönetilirler.


Türkiye'deki siyasi partilerde/oluşumlarda liderin çevresini kuşatan bu oligarşik yapılar genel olarak, kurumsal yapının işleyişini zayıflatmasının yanı sıra, liderin siyasi koşulları bağımsız biçimde değerlendirmesini oldukça zor hale getirir.

Partideki birkaç "etkili ve yetkili" tarafından habire "kahraman" olarak nitelenen lider ise zamanla kendisinin "rakipsiz bir kahraman" olduğuna gerçekten inanmaya başlayabilir.

Dahası, liderin çevresini kuşatan bu kişiler siyasi kurumun işleyiş mekanizmalarını tahrip ederek, liderin ve diğer karar alıcıların mevcut siyasi atmosferi sağlıklı analiz etmesini neredeyse imkânsız kılarlar ve gittikçe gerçeklerden daha fazla kopmalarına neden olurlar.

Liderin çevresinde ona itiraz edecek tek kişi kalmayana kadar süren siyasi kadrolardaki homojenleşme süreci, genelde parti içi disiplin tehditleri çerçevesinde işletilir.


Çevresindeki kişilerin yüceltmelerine aşina hale gelen lider, gerçeklerden gittikçe uzaklaşır ve onun koşulsuz destekleyicilerinin oluşturduğu kalabalıklar arasında giderek "yalnızlaşır".

Gerçekleri görmesi perdelenen lider, aslında "lideri kutsallaştırarak, parti içi güç savaşında en güçlü kişi olarak kendinin bertaraf edildiğini" anlayamaz hale gelip, onları -Schmittyen tanımıyla- "siyaseten dostları" olarak kabul eder.

İşte gerçeklikten koparak, oligarşik yapının prangalarına hapsolmayı niteleyen "lider körlüğü" ya da "siyasetçi körlüğü" üç aşağı-beş yukarı böyle işleyen bir süreç sonunda neşet eder.


Gerçeklerden kopmuş, analiz kabiliyeti körelmiş, kendinin yüksek meziyetlerine kendi de inanmış bir liderin/siyasetçinin bu "mağrur ve makus" vaziyete bürünmesi, iddiasını daha da büyütmesine ve akabinde "akıl tutulması" yaşamasına yol açan son adım olur.

Ve nihayetinde devenin, dikenli otu yeme hırsı ile boğulması gibi, siyasetçinin gerçeklerden kopuk iddialı varlığının başarısız bir sona varmasına neden olur.


Hasılıkelam, "hırs, iddia, dava" adına ne derseniz deyin, akılla dengelenmeyen bu motivasyon kaynağının bir müddet sonra "zehrin" bizatihi kendisi haline geldiği siyasi tarihimizde birçok örnekte aynıyla vakidir.

Yeni siyaset ise ancak "aklın ihtirasın önüne geçmediği", "ortak aklın ve istişarenin öncelendiği", "demokratik ilke ve değerlerin bir pusula haline getirildiği" bir yönetim anlayışının hâkim kılınmasıyla mümkün olabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU