Türkiye'de sağın hizalanışı: Neo-Con Momenti

Dr. Gökhan Çınkara Independent Türkçe için yazdı

Türkiye kamuoyunda son günlerde yoğun olarak, adına ne derseniz deyin bir konu başat konumda: mülteci ya da sığınmacı sorunu.

Sıradan insanlar için kamusal alanlarda karşılaştıkları vaka-i adiyeden hadiseler bir anda sosyal medyanın kartopu etkisiyle toplumsal yaşantının güncel normu haline dönüşüyor. 

Burada olayların yaygınlığını, aktörlerin gündemlerini ve iç siyasi hesaplaşmalarını tartışmak istemiyorum. Çünkü bunları ölçümleyecek ve sonrasında doğrulayacak bir veri havuzunun en azından benim elimde olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Ben de şuna karar verdim: yüzeye çıkan birtakım baskın gerçeklikler üzerinden genel toplumsal eğilimlerin Türkiye siyasetini ne yöne çekeceğini ve bu sürecin küresel siyasi eğilimlerle bağlantılarına bakmaya çabalayacağım.

Türkiye'nin toplumsal (Müslüman, Yahudi ve Hristiyan), jeopolitik (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) ve kültürel (Akdeniz ve Doğu dünyası) olarak yoğun ve derinlikli bir şekilde iletişim içinde olduğu Ortadoğu'da 2011'de ivmelenen Arap Baharı sonrası bir dizi önemli gelişme yaşandı.

Suudi Arabistan merkezli görülen, fakat bölgenin irili ufaklı birçok ülkesinde gözlemlenen bu eğilim gün geçtikçe popülerleşiyor ve kurumsallaşıyor. Stil olarak tepeden inmeci bir modernleşmeyi andırsa da arkasında güçlü bir halk desteği olduğu son anketlerdeki rakamlara bakılınca anlaşılıyor. 


Kişisel inisiyatiflerle başlatılan bir süreç olmadığı anlaşılan bu dönüşüm projelerinin arkasında hem güçlü bir halk desteği hem de ilgili ülkelerin yönetici liberal elitlerinin olduğunu eklemek mümkün.  

Suudi Arabistan'da böyle bir siyasal eğilimle karşı karşıya iken, İsrail'in de benzer bir oluşumla siyasi kültürünü yeniden revize ettiğini söyleyebiliriz.

Dinsel Siyonizm, İsrail'de siyasetin temel belirleyeni olarak öne çıkmaya başlıyor. Hem milliyetçilik hem dindarlık kendini yeni bir alaşım ideolojisinde harmanlıyor.

Bunun yanında şunu eklemek gerekiyor. Dinsel sosyalleşme üzerinden milliyetçilikle karşılaşma ve ona dahil olma tecrübeleri bölgenin yeni politik belirleyeni oluyor denebilir. 


Türkiye'de de benzer toplumsal ve siyasal gelişimleler kendini son günlerde belirgin kılıyor. Her ülkede bu siyasal eğilimleri konsolide eden ve zaman zaman iktidara getiren kendi iç dinamikleri var.

Bu özel/partiküler toplumsal dinamiklerin üzerinde şekillenen güncel siyasal gelişmeler mevcut. Özetle dinselliğin milliyetçilik içerisinde eridiğini üç ülkede görüyoruz: Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye.

Bu yeni ideolojik hattın politik süreçlere etkisi herkesin merak konusu. 

Küresel siyasette görülen popülizm dalgası bölgemizde kendisini farklı şekillerde gösteriyor. 

Benim altını çizmek istediğim bir diğer önemli gelişme ise, bu politik transformasyonun dış politikada görülen kaymalarla eş anlı gerçekleştiğidir. 

Başkan Trump görevine veda ettiğinde Ortadoğu'da İbrahim Anlaşmaları belli bir aşamaya ulaşmış ve Katar'ın Körfez'in diğer ülkeleriyle olan soğukluğu El-Ula Zirvesi ile aşılmıştı.

Bölgede Arap Baharı sonrası oluşan anlaşmazlıkların yönetilebilmesi noktasında ilk adımlar da böylece atılmıştı. 


Fakat ülkeler arası ilişkilerde temel belirleyenin bir ideoloji (İslamcılık) ve o ideolojinin örgütlü toplumsallığı (İhvan-ı Müslimin) olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.

Bu sebeple ülkeler hem bölgenin yeni dış politika konseptine ayarlanıyorlar yani İbrahim Anlaşmalarını göz önüne alıyorlar.

Öte yandan milliyetçiliğin beslediği yeni ulusal kimliklerini bölgesel arenada ulusal çıkarları etrafında sınırlarını test ediyorlar.

Birinci ve ikinci talepler İsrail ve ABD ile ilişkilerde belirli bir düzeyi zorunlu tutuyor. İşte tam bu noktada dış politika konseptini besleyecek toplumsallığın yönlendirilmesi konusu ortaya çıkıyor.

Ben bu yeni oluşuma bugünlerde "Ortadoğu'nun Neo-Conlaşması" diyorum. 

Neo-Con esasında İngilizce Neo-Conservative; yani Yeni-Muhafazakar kelimesinin kısaltılmış hali.

Yeni-Muhafazakarlık 1960'larda ABD'de ortaya çıkan siyasi bir hareketti. Bu ideolojik akım esasında soğuk savaş döneminin ideolojik ve jeopolitik pasifizmine bir tepki olarak doğdu.

Öncüllerinin Demokrat Parti içerisinden çıktığını hatırlatmakta fayda var. 


Türkiye siyasetinde de benzer bir eğilimi farklı bir bağlamda gözlemliyoruz. Göçmen/sığınmacı sorununa dönük partilerin konumlanışı entegrasyon ve uzlaşı eksenlerinde gidip geliyor.

Fakat toplumsal tabandan gelen ölçülmesi şu an için zor bir dip dalga ise kurumsal partilerin bu pozisyonlarının aksi yönde bir politik tercihe akıyorlar.

Türkiye'de de kendine özgü ideolojik ve politik pasifizm ve bunun yarattığı statükoculuğa dönük bir tepki yükseliyor ve organize oluyor. 


A kişisi veya B kişisinin güncel konjonktür içerisindeki çıkışları ve inisiyatifleri haricinde görünen o ki şimdilerde ivme kazanan fakat ne kadar büyüyeceğinden emin olunamayan "grassroots movement" yani tabandan gelen halk hareketi gerçeği var.

Sosyal medya akışlarında aldığım izlenim internetle haşır neşir toplumsallığın gündeminin ilk sırasında göçmen/sığınmacı konusunun olduğudur.

Bu endişe kümesinin politizasyonunun ise temsilinin merkez siyasetin liderlik stilleriyle, örgütlülükleriyle ve söylemleriyle olmayacağı aşikar.

Küçük ama etkisi büyük bu yeni fenomenin potansiyeli kendisini burada gösteriyor: hizalama.


Türkiye siyaseti, dinamik toplumsal yapı ve akışkan jeopolitik kayışlarla yeni bir dengelenme sürecine giriyor.

Beklentiler ve stratejilerin hızlıca eriyeceği günlere giriyoruz. Muhalefet entelektüellerinin kurguladığı Post-Post Kemalist İttifak ise anlamını her geçen gün yitiriyor.

İktidar blokunun konsolide etmek istediği toplumsal taban ise anlam dünyasını ve değer setlerini hızlıca değiştiriyor. 

Türkiye'de siyasetin en azından sağ formları yeni bir rotaya giriyor: Türk-Tipi Neo-Con fikri.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU