"Ve ben beş yıl Ürdün'de hem baytarlık
hem de saray doktorluğu yaptım."
1910'lu yıllarda istihbaratçı olarak görevlendirilip, Cumhuriyet iktidarında da bu göreve devam ettirilen Baytar Nuri'nin, Koçgiri ve Dersim'e yapılan tüm askeri harekâtlarda rol aldığına dair bilgi, Dersim toplumsal belleğinde ağırlıklı bir yer tutar.
İlginç ve trajik olan; Dersim toplumsal belleğine ve kendisinin örtülü itiraflarına rağmen, siyaset odakları tarafından onun bir "Kürt kahramanı" olarak tanıtılıp, Dersim'e yönelik tarihi, kültürel, sosyal, siyasal belirlemelere referans gösterilmesidir.
Dersim sözlü tarih çalışmalarından, devlet arşivinden, özellikle de kendisinin yazdıklarından referansla hazırlanan, "Dersim'de Yok Edilişin İnşası 1- Yalanın Mimarı-" 1 adlı kitap; Dersim'in Kızılbaş/Kırmanc (etno-dinsel) kimliğine ışık tutarak, Baytar Nuri'nin gerçek yüzünü/kişiliğini ve resmi misyonunu gizleyen yalan örtüsünü aralamaya çalışır.
Kitabın son paragrafı, "Zamandaşı Kürt aydınlarının -yazılı- metinlerinde adı geçmeyen Baytar Nuri'nin bir Kürt kahramanı(!) olarak sahneye çıkıp kendisini alkışlattırma başarısı düşündürücüdür. Bugün hala alkışlanıyor olması bir bilmezlikten değilse, 'demokratik siyaset, toplumsal kimlik ve hak' bağlamında, yalanın gücünden beslenen milliyetçi inkâr paradigmasının bir gereğidir" denilerek noktalanır.
Bir istisna olarak; Baytar Nuri'yle, (bir defalık görüşme dışında) sosyal ve siyasal ortamlarda bulunmamış Musa Anter, "Hatıralarım" 2 kitabında ona/onun anlatımlarına yer verir.
Ancak Baytar Nuri'nin Musa Anter'e anlattıklarıyla, kendi "Hatıratım" 3 kitabında yazdıkları arasındaki fark, ona atfedilen "Yalanın Mimarı" sıfatını onaylar niteliktedir.
Musa Anter 1951 yılında gazeteci olarak gittiği Suriye'de (kaldığı on gün içinde) Baytar Nuri'yle de görüşür. Onun kendisine, "Oğlum ben, dedim ya, İstanbul'dan Abdullah Şerif Hüseyin ile tanışıyordum. Felek beni yurdumdan mahrum etti, onu ise Arap çöllerine Emir yaptı. Memleketimden kaçınca Ürdün'e geldim." (M. Anter, S. 104) dediğini anlatır.
"Hatıratım" kitabında Ürdün Emiri'yle olan tanışıklığından söz etmeyen Baytar Nuri, Emirle aralarında geçen bir diyalogu, "(…) 25.10.1939'da Emir Abdullah tarafından huzura istenilmiştim. Huzura vardığımda, Emir Abdullah 'Kuzum galiba siz Kürt imişsiniz?' (…) 'şu halde Türk konsolosunu görüp meselenizi halletmelisiniz' dedi" (N. Dersimi, s.200) şeklinde yazar.
Ürdün'e gelişinin "24.12.1938" ertesi günü ona önemli bir görev verecek kadar "tanış" olan Emir, Baytar Nuri'nin Kürt olduğunu görev verdikten tam on ay sonra öğreniyor (!)
Olabilir mi? Olabilir diyelim.
Baytar Nuri anlatmaya devam eder:
Abdullah beni iyi karşıladı. Sarayda bana yer verdi. Ve dedi ki 'Doktor Ürdün'de hayvanlara verdiğimiz değer, insanlara verdiğimizden daha fazladır. Onun için Allah seni bana gönderdi. Ürdün'ün devesine, atına, koyununa yararlı olacağın gibi; ne de olsa sen tıp kitapları okumuşsun, sarayımın sağlık işlerine de bakarsın. Ve ben beş yıl Ürdün'de hem baytarlık hem de saray doktorluğu yaptım.
(M. Anter, s.105)
Onu hayvanların sağlığıyla görevlendiren Emir, Ürdün'de hiç tıp doktoru yokmuş gibi, sarayın, yani kendisinin ve ailesinin sağlığını da Arapça bilmeyen bir veterinere teslim ediyor (!)
Emir ve sarayı bir yana, zekâsı ve yaşam olanakları ortalamanın (biraz) altında olan herhangi bir insan bile, kendisinin ve ailesinin sağlığını bir veterinere teslim eder mi?
Kasabın hastanede genel cerrah olarak görevlendirilmesine benzeyen bu duruma Musa Anter inanmış olabilir mi?
Dinleyelim.
Musa Anter'e, "…ben beş yıl Ürdün'de hem baytarlık hem de saray doktorluğu yaptım" diyen Baytar Nuri'nin "Hatıratım" kitabında yazdıkları çok farklıdır:
24.12.1938'de Suriye'den ayrılmış ve pasaportsuz olarak Şarki Ürdün'e dahil olmuştum. (…) 25.12.1938 tarihinde devlet reisiyle görüşmüş ve iki senelik bir mukavele [sözleşme] tanzim ederek, Emir hazretlerini de ziyaretten sonra vazifeye başlamış ve Şarki Ürdün Hükümeti Baytar Doktoru reisliğine deruhte etmiştim [üstlenmiştim]. Maalesef Arapça konuşmak ve yazmak bilmiyordum.
(N. Dersimi, s.199)
Yapılan iki yıllık bu sözleşmeye rağmen, Türkiye'nin baskıları sonucu Ürdün'den ayrılmak zorunda kalır (!)
Ürdün'den ayrılışını, "… bazı arkadaşlarımla helalleşip elveda ederek 27.10.1940 tarihinde Amman'dan ayrılarak Şam'a ve oradan Halep'e eşimin yanına gelmiş ve Halep'te Paşa mahallesinde karım Feride'nin yanında ikamet etmiştim" (N. Dersimi, s.207) şeklinde tarih vererek yazar.
24 Aralık 1938'de Ürdün'e gelip ertesi günü başladığı görevden 27 Ekim 1940 tarihinde ayrıldığını yazan Baytar Nuri'nin, orada "beş yıl" değil, "bir yıl on ay…" kaldığı görülüyor. Yani kitabında yazdıkları doğruysa, Musa Anter'e yalan söylüyor demektir.
Anlattıkları bu kadarıyla sınırlı kalmaz:
1931'de Emir Abdullah İstanbul'a Atatürk'ün davetlisi olarak gitti. O vakit adı Mustafa Kemal olan zat, Abdullah'ı iyi karşılamış…
(M. Anter, s. 105)
"1931" tarihi ilk etapta bir baskı hatası kanısı oluşturuyor. Ancak, "O vakit adı Mustafa Kemal olan zat" ifadesi, bir hatanın/yanlışın olmadığını gösteriyor.
Dolayısıyla, Baytar Nuri'nin 1931 yılından önce yurt dışına çıktığı anlaşılıyor.
Türkiye'de 1934 yılında çıkarılan soyadı kanunuyla ilk soyadın "Atatürk" olarak Mustafa Kemal'e verildiğini hatırlatalım.
Oysaki Baytar Nuri'nin, "Hatıratım" ve "Kürdistan Tarihinde Dersim" adlı her iki kitabında Türkiye'den Suriye'ye "11 Eylül 1937" tarihinde gittiği yazılıdır.
Musa Anter'e anlattıklarından; Türkiye'den 1931 yılından önce çıkmış olduğu doğru kabul edilirse, Baytar Nuri'nin (her iki kitabında) Dersim'e ve Dersim direnişindeki kendi öncü rolüne yönelik yazdıklarının tümden yanlış olduğunu kabul etmekten başka bir yol ve seçenek kalmaz.
Onun Ürdün'den ayrılışı "iki ayrı tarih" ve "iki ayrı öyküyle" karşımıza çıkar:
Yıl 1931.
Abdullah İstanbul'dan döndükten sonra beni çağırdı ve dedi ki;
'Doktor sen arkadaşımsın, durumu biliyorsun. İstanbul Emirgan'da büyük miktarda malım, mülküm ve akrabalarım var. Kemal Paşa beni bunlarla tehdit etti. Ve seni yanımdan uzaklaşma şartına bağladı. Kusura bakma, ben sana yine yardımcı olurum, ama Ürdün'de tutamam'
Bunun üzerine önce Beyrut'a gittim. Ve o gün bu gündür, Halep'te Kürt ve Ermeni hemşerilerimle yaşıyorum.(M. Anter, s. 105-106)
Atatürk'ün Emir Abdullah'ı "tehdit" etmesi üzerine Ürdün'den çıkarıldığını söyleyen Baytar Nuri, "Hatıratım"da bu çıkarılmaya İsmet İnönü'nün neden olduğunu yazar:
Yıl 1940.
(…)[Emir Abdullah] oğlu Emir Naif'i Türkiye'ye göndermiş ve Reisicumhur İsmet Paşa'ya bazı hususi taleplerini iletmişti.
(…)İsmet Paşa'nın benim hakkımda 'Kardeşim, babanıza söyleyin, biz dostuz; fakat yurdumuzdan firari hain Dersimli Baytar Nuri'ye bizdeki bir miralayın maaşını vererek vazifede istihdam ediyorsunuz. Ve devletler nezdinde Türkiye aleyhindeki yalan yanlış suçlama ve iftiralarına da açıktan açığa meydan veriyorsunuz' diyerek son derecede dargın bulunduğunu ilave etmişti.
Emir Naif İsmet Paşa'nın bu sözlerini pederine söylemiş olmalıdır ki Melik Abdullah bir aralık beni istemişti. Huzuruna varmış ve saygıyla ayakta durmuştum. Melik bir heyecan ve sert bir lisanla bana hitaben:
'İsmet Paşa sizin için bizimle didişmektedir. Binaenaleyh [bundan böyle] konsolosluğa müracaatla meselenizi halletmeniz icap eder. Başka söz dinleyemem' dediğinde (…) dışarı çıkmıştım.(N. Dersimi, s.205-206)
Baytar Nuri'nin, yazdıklarıyla Musa Anter'e anlattıkları birbirini yalanlıyor.
Dolayısıyla; "Kitabında yazdıkları mı, yoksa Musa Anter'e anlattıklarımı doğru?" diye sormak gerekir.
Baytar Nuri'nin yazdıklarının doğru olduğunu söylemek, Musa Anter'in "yalancılığına" açık bir gönderme olur.
Bedelle noktalanan 72 yıllık ömrü boyunca 'yalan söylemekle' itham edilmemiş olması, Musa Anter'in yalana başvurmayacağının teminatı olmaya yeter.
Yine de cevabını okuyucunun muhakemesine bırakarak, soralım:
Hangisi yalan söylüyor?
Yakın ve orta dönem Türk ve Kürt tarihini çok iyi bilen, insan sağlığının bir veterinere emanet edilemeyeceğinin bilincinde olan Musa Anter, bu anlatılanlara inanmış olabilir mi?
O gün 31 yaşında olan genç Musa Anter'in, "amca" diyerek hitap ettiği 58 yaşındaki Baytar Nuri'ye duygusal bir atmosfer içinde inanmış olması düşünülebilir.
Ancak, ondan dinlediklerine yıllar sonra da inanıyor olması, kendi hayat deneyimi ve kişiliğiyle örtüşmezlik gösteriyor.
Öyleyse…?
Musa Anter, o gün dinleyip tuttuğu notları 39 yıl sonra kitaplaştırarak, Baytar Nuri'nin yalan söylediğine dair, tarihe "ironik bir not" armağan etmek istemiş olamaz mı?
Özcesi:
Pusulası Baytar Nuri olan bir hayalin ufkundan güneş doğmaz.
Baytar Nuri referans alınarak "Dersim Kürt'tür" belirlemesiyle yapılan siyasetin, (niyet her ne olursa olsun) pratik sonucu asimilasyondur.
Dersim üzerine kurgulanan asimilasyon içerikli siyaseti 'sürdürme' ya da bu siyasetten 'vazgeçme' tercihi; Kürt siyasal odaklarının önünde bir samimiyet ve demokrasi sınavı olarak durmaktadır.
Dersim'e ve toplumsal haklara karşı ilgi ve sorumluluk duyan aydın, sanatçı, araştırmacı, akademisyenin vb. siyasal odakların tercih(ler)ine gösterecekleri yaklaşım; kendileri için bir liyakat ölçütü olacaktır.
Toplumsal/etnik kimliklere yönelik doğru bir belirlemeyle (asimilasyona seyirci kalınmayan) perspektif sunma sorumluluğu; komünist/sosyalist, sol ve demokratik yapıların siyasal varoluş nedenlerinden biridir.
1. Şerafettin Halis,"Dersim'de Yok Edilişin İnşası 1- Yalanın Mimarı" Notabene Yayınları,2021
2. Musa Anter, "Hatıralarım", Doz Yayınları,1990
3. Nuri Dersimi, "Hatıratım", Özge Yayınları,1992
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish