1821 yılında Birleşik Krallık'ta dünyaya gelen Richard Burton esasen "Binbir Gece Masalları" serisini 16 cilt halinde İngilizceye çeviren seyyah olarak tanınır.
1886 yılında devrinin kudretli Kraliçesi Victoria tarafından "Sir" unvanı verilecek kadar değerli bir seyyahtı.
Gezgin Burton, daha önce hiçbir seyyahın başaramadığı bir şeyi yapmaya karar verdi. Gayrimüslimlerin girişinin yasak olduğu kutsal beldeler olan Mekke ve Medine'ye bir seyahat…
Sir Richard Burton, bu tuhaf ve bir gayrimüslim için son derece tehlikeli olan seyahatini "Personal Narrative of a Pilgrimage to Al-Madinah and Meccah" isimli eseriyle de yayımladı.
Seyyah Burton, İngiliz sömürgesi olan Hindistan'da yıllarca Müslümanları gözlemlemiş ve bir Müslüman gibi görünmek için gereken tüm ayrıntıları dikkatle not almıştı.
Tüm bu hazırlıklar 1853 yılında yapacağı çılgınca seyahat içindi, Burton Mekke ve Medine'ye girebilmek için yaklaşık 7 sene hazırlık yaptı.
Müslüman bir Hacı kılığına bürünen Seyyah Burton, kendisini bir Afgan olarak tanıtır.
Zorlu çöl yolculuğundan sonra Mekke'yi ilk kez görüşünü şöyle aktarır:
Yaklaşık iki mil aşağımızda tüm heybeti ile Medine şehri uzanıyordu. Mesafeleri kat ettikçe görüşümün beni yanılttığını anladım. Harra'dan şehre pek dolambaçlı bir yol uzanıyordu, kenar mahalleler kerpiçten yapılmış ve dökülmeye başlayan bir kapıya bağlanıyordu. Ambar ismi verilen girişten şehre girdiğimizde Türklerin inşa ettikleri minareler şehrin görkemli süsüydü.
Her şey Seyyah Burton'un hayal ettiği gibidir.
Binaların tamamı daha evvel gördüğü İslam şehirlerinden farklı ilk dokusu korunarak muhafaza edilmiştir.
İslam Peygamberinin yaşadığı yıllardaki şehir atmosferi özenle ve tamamen korunmuştur. Şehirde tek yeni bina Vali Konağı'dır. Burton, bunu şöyle nakleder:
Şehrin kuzey batısında bulunan ve tarihi doku ile örtüşmeyen bina hemen dikkati çekiyor. Surları, kalesi ve mimarisi ile bir çıkıntı üzerine inşa edilmiş bu yapı bir Avrupa şatosunu andıran Vali Konağı'dır.
Seyyah Burton bölgeyi yalnızca mimari özelliklerine göre değil, en sıradan ayrıntısına kadar irdeler. Örneğin Medine köpeklerinin karakteristik özelliklerini dahi büyük bir özenle nakleder:
Medine'nin köpekleri doğrusu atlardan daha hırçınlar. Kahire'nin başıboş ve çelimsiz köpeklerini düşününce Medine köpekleri son derece yapılı ve karakteristik hayvanlar. Bu köpekler Medine'de bir çeşit polis vazifesi üstlenirler. Benim şampiyon köpeğim 'Mübariz' güvenliğimiz için hiçbir fedakârlıktan kaçınmazdı.
İyi derecede Arapça konuşan bu seyyahın ilk planı Hazreti Muhammed'in kabrini ziyaret etmekti.
Doğruluğu tartışma konusu olsa da Seyyahımız Evliya Çelebi'nin iddiasına göre daha evvel de Avrupalılar Hazreti Muhammed'in kabrini çalmak için gelmiş; ancak büyük Türk komutan Zengi bunu engellemişti:
...Şam Atabeyi Nureddin, Şam'ın hâkimi iken Papa dedikleri dinin düşmanı dinsiz ve lânetlenmiş herif, ruhbanları ile biraraya geldiğinde 'Muhammed'in yolunu takip edenlerin dinlerini ve devletlerini yaralayalım. Birkaç adamımızı Firavun'un hazinelerinden de fazlasını vaadi ile Medine'ye gönderelim, orada bir eve yerleşsinler. Sonra lâğımlar kazıp Muhammed'in cenazesini çalıp Roma'ya getirsinler' dedi.
Derken, işi yapabilecek yirmi kişi buldular. Bu veled-i zinaların (piçlerin) herbiri bütün lisanları mükemmel şekilde konuşabiliyordu. Papa mel'unu herifleri karşısına aldı, 'Eğer Muhammed'in cenazesini buraya getirirseniz kılıcınız Arş'a asılır ve Hazreti İsa ile beraber haşrolursunuz; isminiz de tarihe yazılır' dedi ve adamları Medine'ye gönderdi. Kıyafet değiştirip yola çıktılar ve Mısır üzerinden geçip nurlarla dolu Medine'ye vardılar.
Burada ikiye ayrıldılar, içlerinden on kişi harem şeyhini ziyaret ederek hediyeler sundu, şeyh de 'Safâ geldiniz' diyerek bunları Harem-i Şerîf'in bir köşesindeki hücreye yerleştirdi. Geri kalan on kişi de Medine'de çöpçülük, hamamcılık ve hammallık yapmaya başladı.
Papa'nın kâfirleri Medine'de üç sene kaldılar ve Hazreti Muhammed'in mezarına giden uzun bir tünel kazdılar.
Türbeye yaklaşmışlardı ki, Hazreti Peygamber o sırada Şam'da bulunan Nureddin'in rüyasına girdi ve 'Yâ Nureddin! Bu mel'unlar benim kabrimi kazıp cenazemi Kâfiristan'a götürmeye çalışıyorlar' dedi ve adamları birer birer gösterdikten sonra 'Yetiş yâ Nureddin! Bu vazife sana verildi.
Medine'ye gelmende sırrullah vardır. Gel, mezarımın her tarafını tunçlarla ve Horasan işi kâgir binalar ile çevir. Hizmetinin karşılığında sana şehitlik müyesser olacak, kıyamet günü benim bayrağımın altında olacaksın' buyurdu. Nureddin geceyarısı uykusundan uyandı, baştan aşağı nûra bürünmüş olduğunu gördü ve sabaha kadar on iki bin deve ve at topladı ve yanına da altı bin asker alarak Şam'a doğru yola çıktı.(Sadeleştirme: Murat Bardakçı
Papa, Peygamberimizin naaşını çaldırmak için
Medine'ye 20 ajan papaz göndermişti)
Bu hikâyeyi doğru kılabilecek en önemli ayrıntılardan birisi Papalık ajanlarının halkın arasına karışabilmek için meslek, dil ve kültürü öğrenerek kendilerini kabullendirmek için sabırla uğraşmalarıdır.
Seyyah Burton da Müslümanları kendisine inandırmak adına tıp ilmine sarılmış batıl inançlardan koca karı ilaçlarına kadar tüm Müslüman tıbbi adetlerini öğrenmiş uygulamıştı.
Seyyah Burton'un nitelikleri bunlarla da sınırlı değildi.
Harika denilecek şekilde Kuran-ı Kerim okur ve namazlarını aksatmadan kılardı. Hatta İskenderiye'de bulunduğu sırada bir tarikata girerek tarikat adam ve kurallarını da kusursuz bir biçimde öğrenmişti.
Burton, bu coğrafyaları ziyaret ettiğinde notlarını aldığı yalnızca kutsal beldelerdeki mimari yapılar ve adetler değildi.
Askeri misyonlara hizmet edecek coğrafi belirlemeler, stratejik yollar ve su kaynaklarını dikkatle not alması gösteriyor ki ileride Avrupalıların burayı işgal edebilmeleri için ön ayak olmaya çalışmaktadır.
Burton, Hazreti Muhammed'in yanı sıra Hazreti Hamza gibi öncü Müslümanların da kabrini ziyaret etmeyi ihmal etmez.
Ardından rotasını Mekke'ye çevirir.
Kâbe'yi ilk kez gördüğünde uzun uzadıya süzen Burton, Müslümanların en mahrem beldesindeki tüm ayrıntıları dikkatle inceler.
Sonunda tüm gördüklerini yazdığı eserini bitirirken kendisine Hacı unvanını vermeyi de ihmal etmeyerek Sir Richard Burton el-Hac Abdulvahid imzasıyla eserini yayımlar.
Eser Avrupa'da büyük yankı uyandırır.
Yıllar sonra bu kitabı okuyarak etkisinde kalacak ve Burton'un izinden gidecek bir isim daha vardır: Arabistanlı Lawrence.
Sir Richard Burton el-Hac Abdulvahid 'in izini takip eden bir diğer isim David George Hogart'tır.
Hogart İngiliz İstihbaratı için kritik bir isimdir. Yalnızca arkeolojik kazı çalışması görüntüsü altında yürüttüğü faaliyetler ile değil; Lawrence ve Gertrude Bell'i de İngiliz istihbaratına kazandırması açısından kritik bir isim olarak öne çıkar.
Lawrence, Oxford'ta eğitime başladığında Ashmolean Müzesi Müdürü olan Hogart, ondaki potansiyeli kısa sürede fark eden kişiydi.
Lawrence'a arkeoloji zevki kazandıran Hogart, Ortadoğu'daki birçok kazı çalışmasında onu yanında götürmüştür.
Lawrence bu çalışmalarda Arap dili, kültürü ve yaşam şekli hakkında geniş bir birikim elde etmiştir.
Lawrence, Birinci Dünya Savaşı başladığında en büyük destekçisi Gertrude Bell ile beraber bu birikimi Kahire Ofisinde fazlasıyla sahaya yansıtacaktı.
Elbette Burton'un macerasının etkilediği bir diğer isim Gertrude Bell'di. O, hakkında sayısız efsaneler üretilmiş bir kişiliğe sahiptir.
Arap Milliyetçileri için "el Hatun", "Çöl Kraliçesi", "Müminlerin Annesi" gibi sıfatlara nail görülürken özellikle "biz Türkler" için "Çöl Tilkisi", "Çölün Cadısı" gibi hitaplar kullanılmıştır.
Bu onun siyasi faaliyetlerinin bir sonucu olarak ideolojik bir ayrışmaya göre değişkenlik gösterir.
Sir Richard Burton'un bu tuhaf yolculuğu Müslümanların haremine yapılan bir tasallut olduğu gibi ileride İngiliz istihbaratına Ortadoğu'da dengeleri değiştirecek parlak bir fikir vermişti.
*Daha ayrıntılı bir okuma için Sir Richard Burton'un "Personal Narrative of a Pilgrimage to Al-Madinah and Meccah" isimli eseri incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish