Siyasi partilerde daha geniş anlamda bütün örgütlerde çatışma, uyumsuzluk ve geriliği üreten temel faktörlerin başında, insana ve yeteneklerine karşı olan duyarsızlık vardır.
Başarısız kuruluşlar, insanların beyin gücünden yararlanmak yerine, onları güdük ve etkisiz bırakmayı strateji olarak benimserler.
Beyin gücünü önemsemeyen örgütler konformist insanı özendirirler. Örgütlerin konformistliği (aşırı uyumculara) kutsaması bireyleri rahatlarına düşkün kişiler yapar.
Onların anlayışına göre en iyi siyasi partili, suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye karışmayan, "evet efendim" geleneğine sahip kişilikte olanlardır.
Siyasiler çalışanlarının konformist olmalarını arzulamanın ötesinde emrederler.
"Evet efendim", "doğrudur efendim", "baş üstüne efendim", "emredersiniz" diyen bir kişi ile "hayır efendim", "yanlış düşünüyorsunuz efendim" ya da "doğrusu şöyledir efendim" diyebilen bir kişinin yaratıcılık yeteneği de aynı değildir.
Siyasi parti mensuplarındın istenen yaratıcılık değil uyumluluktur. Yaratıcılıksa herkesin gördüğünü görmek, ancak daha önce hiç kimsenin düşünmediğini düşünmek, hiç kimsenin yapmaya cesaret edemediğini yapmaya teşebbüs etmek anlamına gelir.
Türkiye'deki siyasi parti yöneticilerinin en önemli çıkmazlarından birisi yukarıda ifade ettiğimiz siyasetçi tipini ideal olarak topluma sunmasıdır.
Orada liyakat değil biat, itiraz değil itaat, hayır değil evet biçiminde bir anlayış gelenekselleşmiştir.
Bu mantıkta olanların nezdinde itiraz isyan ile; dalkavukluk itaat ile; fikirlerin özgürce ifadesi ihanet ile özdeşleştirilir.
Bu aslında siyasi partilerin cemaat, onların liderlerinin de şeyh gibi düşünülmesinden ileri gelmektedir.
Hâlbuki kişilerin "hayır" deme özgürlüklerini ellerinden alırsanız, onları "et ve kemik" yığını haline getirmiş olursunuz.
Siyasi geriliğin hâkim olduğu yerde siyasi oligarklar tam dc bunu isterler. Onlar muhataplarına "sizin göreviniz yap denileni yapmak, yapma denileniyse yapmamaktan ibarettir. Sizin adınıza düşünmek, planlamak, karar vermek bizim işimizdir" derler.
Türkiye'de siyasi lider her şeyin en iyisini bilir, kerametleri kendilerinden menkuldür. Onların mutlaka bir bildiği vardır ve onlar yanılmazdır.
Bu anlamda konformist düşünce ve "evet efendimci" tavırlar Türkiye'deki siyasi partilerin en büyük handikaplarıdır.
Siyasi partilerin içerisinde monotonluk, tek düzelik, tek seslilik yaşanırken, dışarıdaki değişimi anlamaları ya da kavramaları mümkün olmamaktadır.
İçeride her kafadan aynı ses çıkarken, değişik bir sesin koroyu bozmasına imkân tanımayan bir siyasi organizasyonun, dışarıdan gelen sesleri ve sinyalleri de algılaması mümkün olmamaktadır.
İşte madem ki konformizm, tek seslilik, suskunluk ve monotonluktur. Ancak bir deli, bir haddini bilmez, bir ayrık otu bu havayı bozabilir.
O, herkesin "kör" olduğu yerde "şaşı" olmayı kabul etmeyecek kadar yürekli biridir.
Yöneticinin her sözünü büyük bir vecd içinde yasa olarak kabul eden kişilerin olduğu bir yerde, "evet efendim" söylemlerinden ve "emredersiniz" lakırdılarından başka bir ses duyulmaz.
Böyle bir toplulukta birisi, büyük bir cesaretle ortaya çıkıp, gerçekleri yönetimin hoşuna gitmeyecek biçimde de olsa ortaya koyuyorsa o, ya ayrık otudur ya da had bilmez bir dik baştır.
Bu tür kişilerin yumuşak başlılar kurulunda yeri yoktur. Bu durum siyasi krallarca "ayakların baş olması" olarak nitelenir!
Dahası siyasi liderlerin fikirlerinin karşıtını savunmak kudret elitleri için delilikten başka bir şey değildir.
Mevcut statüsünü kaybetmemek için yönetimin her söylediğini alkışlamak, onaylamak ve kutsamak gelişmemiş kafaların işidir.
Türkiye'deki bütün siyasi partiler bu tür liderliklerle ağzına kadar doludur! Siyasi partiler bu yönleri itibarıyla konformist örgütlere dönmüşlerdir.
Konformist örgütlerde "antikonformist" dalgalanmalara, yaratıcı fikirlere önderlik etmek, demode ve yozlaşmış görüşlere karşı çıkmak cinayet derecesinde yanlış görülür!
Orada hemen herkes sessiz, iktidarsız, sözsüz, yumuşak başlı olmalıdır. "Azcık aşım kaygısız başım" stratejisi izlemek zorundadır.
Aksi strateji izleyenler istenmeyen adam ilan edilmek kaderinden kendilerini kurtaramazlar.
Yönetimleri rutin, standart ve klasik bir biçimde elleri patlayıncaya kadar alkışlayarak onaylamak durumundadırlar. Onlar yaratıcı değil onaylayıcı olmak zorundadır.
Varsın bugün dünyada "en etkin" ve "en güçlü" olan memleketler; kaynakları zengin olan ülkeler değil, toplumsal aklını en özgür kullanan ülkeler olsun.
Bizde siyasi parti mensupları şeyhin müritleri gibi olmalıdır.
Cemil Meriç'in bu konuda verdiği hükmü kesindir:
Hür olarak düşünmek, hür olarak yaşamak, insanı çoğunlukla çatışan bir kişi konumuna sokar. Çoğunluk, babadan kalma geleneklere uyarak düşünür ve yaşar. Azınlığa düşmek, insanı nevroza elverişli bir iklime sokar. Kurallara baş kaldıranla deli (eksantrik) arasında bir adım mesafe vardır. Toplumun düşmanca baskısı bu mesafeyi hemen aştırır insana.
Seneca istediği kadar "hiçbir şey, hayvan sürüsünün yaptığının aksine, önden giden kalabalığın izinden gitmememiz ve herkesin gittiği yere değil de gidilmesi gereken yere gitmemiz gerçeğinden daha önemli değildir" desin.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish