Sizi en baştan uyarayım. Bu Tolstoy yazısının amacı Lev Tolstoy'un kişisel tarihimde bıraktığı izleri sürme çabası.
Tolstoy için keskin ifadelerde bulunmak hayli riskli. Tolstoy aslında birden fazla durum ve hüviyetin kesişmesi, iç içe geçmesi demek.
Tek bir Tolstoy yok. Zaten öyle olsa bu yazıyı yazmaya gerek kalmazdı. Bu girişimin konusu da benim şahsi Tolstoy'um.
Öte taraftan, nihai bir Tolstoy betimlemesine girişmek yersiz kaçsa da Tolstoy'a dair söylediklerimiz bir haklılık payı barındırır.
Tolstoy'u Tolstoy da yapan işte budur. Hayatlarında bir kez olsun bile Tolstoy okumayan birçok insan bile, en azından, onun kim olduğunu bilir.
Yazının bir diğer amacı ise göz açıp kapayıncaya kadar 45'inci gününe giren Rusya-Ukrayna savaşının klasik Rus kültürüne -hem de haksız yere- getirdiği halele dikkat çekmek.
Daha birkaç hafta önce yayıncı Netflix, Tolstoy'un abidevi eseri Anna Karenina uyarlamasının çekimlerini durdurduğunu duyururken, İtalya'daki Milano-Bicocca Üniversitesi Rusya'nın Ukrayna işgaline istinaden Dostoyevski dersini programdan kaldırma kararı verir.
Akabinde, Cardiff Filarmoni Orkestrası Rus besteci Pyotr İlyiç Çaykovski'nin eserlerini gelinen noktada "yersiz kaçabileceği için" programlarından çıkardığını açıklar.
Dahası, Münih Filarmoni Orkestrası'nın birinci şefi Valery Gergiev, Rusya-Ukrayna savaşı ve Putin'i kınamadığı gerekçesiyle görevinden alınır.
Rusya'ya uygulanan kültürel yaptırımlar arasında en garip olanı ise kuşkusuz Florida Üniversitesi'nin kütüphanedeki "Karl Marx Çalışma Odası"nın ismini silmesi.
James Joyce'tan Mahatma Gandhi'ye, birbirinden farklı şöhretli karaktere esin kaynağı oldu. Birinci Dünya Savaşı'nda, tabiri caizse, ölümün karanlığı ve bilinmezliğini arkasına alan Ludwig Wittgenstein, siperlerde Tolstoy okudu.
Yirminci yüzyılın en önemli filozoflarından Wittgenstein, bu dünyadaki hayatını tıpkı Tolstoy gibi, Araf'ta huzur bulamayan ruhlar misali geçirdi.
Bilenler bilir; Avusturyalı filozof savaştan önce kravat seçerken bile kılı kırk yarardı. Ne var ki Büyük Savaş'ın ardından bu hassasiyetinden neredeyse eser kalmaz ve malını mülkünü kardeşlerine dağıtır.
Sonraki dönemde ise tam bir sadelik içinde yaşar. Bu değişime neyin sebep olduğu pek net olmasa da bu durumu, Wittgenstein'ın 1915'in ilk yarısında, Doğu Cephesi'nde Tolstoy okumasına yoranlar var.
Tolstoy'un Hıristiyanlığın esaslarını anlattığı The Gospels in Brief denen metne şans eseri denk gelip okuması ve bundan çok etkilenmesi Wittgenstein'ın geçirdiği dönüşümü -tam olarak açıklayamasa da- az çok kestirebilmemiz açısından bize yardımcı olabilir.
Çünkü Avusturyalı, bir tür tılsım gibi nereye gitse Tolstoy İncili'ni yanında taşıyor ve o kadar sık okuyordu ki, artık bütün pasajlarını ezbere biliyordu. Cephedeki arkadaşları ona "İncilli adam" diyorlardı.
Savaştan önceki dönemde, Wittgenstein'ın Hristiyanlıkla ilişkisi, dostu Bertrand Russell'ı bile şaşırtıyordu. Wittgenstein'ın Hristiyanlığa yönelik tutumu, Russell gibi acımasız bir Hristiyanlık eleştirmenine bile rahmet okutacak türdendi.
Cephede geçirdiği günlerin ardından Wittgenstein artık sadece bir inanır değil, sıkıntı içinde olan herkese Tolstoy'un İncil'ini öneren bir evanjelist olup çıkmıştı.
Dahası, savaşın ilk birkaç ayı boyunca, Tolstoy'un İncili'nden esinlendiği manevi güçle hayatta kaldı (Monk, 2005: s. 177).
Avusturyalı filozof, Cambridge günlerinde bir ara Sovyetler Birliği'ne göç etmeye bile niyetlenir. Çünkü Tolstoy ve Dostoyevski'nin bir müridi olarak zaten Rusya'ya hayranlık beslemektedir (Grayling, s. 22, 27).
Yeri geldiğinde Russell'a, Tolstoy'un "Hacı Murat"ını okumaktan duyumsadığı zevki anlatıyor, ona "Hiç okudun mu? Eğer okumadıysan okumalısın, çünkü harika" diyordu (Monk: 2005, s. 99).
İşte bu prizmadan baktığımız zaman, Tolstoy'un çok yönlü bir insan olduğunu kolaylıkla iddia edebiliriz. Bu anlamda, Tolstoy okumak için tek bir sebep yok. Her şeyden önce:
1. Tolstoy bir üslûpçudur. İnancı, dünya görüşü, fanatik müritleri, kendine özgü alışkanlıkları, metafizik kaygıları, çelişkileri ve kendi içsel gündemine bakmaksızın sırf üslûbundan dolayı bile Tolstoy okuyabilirsiniz.
Zaten çelişkiden bağımsız büyük yazar yoktur. Tolstoy hayatı boyunca huzursuzluğun tetiklediği bir rahatsızlık içinde yaşadı. Varoluş krizine saplandığı dönemler oldu.
Nitekim, böylesi krizler Tolstoy'un eserlerinde de "krizler, dönüm noktaları, düşüşler, ruhsal yenilenmeler ve dirilmeler" uğrakları biçiminde karşılık bulmaktadır (Bakhtin, s. 323).
Orlando Figes, bu çelişkiler konusunda "Tolstoy'un hayatı zıtlıklarla doluydu: Köylü mü olsun soylu mu kalsın bir türlü karar veremiyordu. Bir yandan aristokrasinin elit kültürünü kucaklıyordu (...) manevi krizden sonra bile çelişkiler içindeydi" der (Figes, 2009: s. 295, 298).
Bu minval üzere, Solomon Volkov da Tolstoy'a rahat vermeyen çelişkilerin siyasi yönüne dikkat çeker:
Tolstoy baştan aşağı çelişkilerle dokunmuş, Walt Whitman'ın deyişiyle, 'çoklukları' kendi içinde barındıran biriydi. Aynı anda hem inançlı bir arkaist hem doğal bir yenilikçiydi - hem yaşamda, hem yazarlıkta, hem de kendi tutkulu dinsel ve politik vaazlarında, tam bir anarşizmle çevrelenmişti (...) 'Onun konumunun gücü,' diye yazdı ünlü Tolstoy uzmanı Boris Eyhenbaum, 'çağa karşı koymasına rağmen, ondan kopmamasındaydı' (Volkov, s. 15, 18).
Hele ki, kimseye sokulmadan bir köşede oturup bir kahve ve kitapla mutlu olabilen insanlardan biriyseniz, Tolstoy okumak size daha da büyük bir ödül vadeder.
Tolstoy bir kere yaşamınıza girmeye görsün; kimyanızda bir şeyler değişir. Etkisi gönlünüzde kök salmaya başlar.
2. Tolstoy'un betimlemeleri zengin ve benzersizdir. Güçlü bir gözlemcidir. Çizdiği manzaralar tınılıdır. Ama bazen bir o kadar da yürek kaldıran türdendir (Özellikle "Diriliş", "Tipi" eserleri).
Bilhassa "Savaş ve Barış"taki çarpışma enstantaneleri ömrünüz oldukça imgeleminizden çıkmaz. Manzaralar akıp gider.
Bir örnek: Viktor Şklovski, edebiyatın en önemli becerisi addettiği "yabancılaştırma" tekniğini Tolstoy'dan örnek vererek anlatır.
Şklovski'nin burada söz ettiği mesele, herhangi bir imgenin belirli bir ayrıntısını tespit edip onu vurgulamaktır. Nitekim, Tolstoy "çiğneyen ıslak bir ağız" ayrıntısı ile Napolyon ve Rusya arasındaki savaşı tasvir eder (Aytaç, s. 86).
3. Okumaktan korkuyorsanız Tolstoy sizin için biçilmiş kaftan. Terry Eagleton'un deyişiyle "Tolstoyvari bir yalınlık" okuru bunaltmaz (2002, s. 68).
Tolstoy okumak bir nefes molasıdır. Ben şahsen edebi okumalardan yorulup edebiyat dışı eserlere yöneldiğim dönemlerde bile Tolstoy okumaktan zevk alıyorum.
Tolstoy'un kendisi de, okuru anlatının içine çekecek "Gerçek bilgelik az söz gerektirir" der (Gorki, s. 15).
Tolstoy okumak işte tam da bundan ötürü kolaydır. Tolstoy'u bir efsane yapan ve geniş bir okura hitap etmesini sağlayan bu açıklıktır.
Tolstoy'un bizzat kendisi ısrarla iyi bir sanat eseri payesine haiz olmanın yolunun böyle bir açıklıktan geçtiğini vurgular.
Başka türlü söylersek "duygunun aktarılışındaki açıklık" özelliğidir bu (Moran, s. 108). Bu kriter de Georg Lukács'ın deyimiyle Tolstoy'u realizmin zirvesine taşır.
Eleştirmen ve edebiyat kuramcısı Viktor Şklovski, bir keresinde Solomon Volkov ile yaptığı özel bir görüşmede ona Tolstoy'un "Hacı Murat"ta sosyalist gerçekçiliğin (...) müjdecisi olduğunu vurgulayıp şöyle der:
Sosyalist gerçekçiliğin babası olan Tolstoy'dur, sizlere öğrettikleri gibi Gorki değil.
(Volkov, s. 17)
Ezcümle, Tolstoy yapıtları nehir gibi akar. Zor bir günün akşamında, yorgun bir halde bile, zorlanmadan Tolstoy okuyabilirsiniz.
Buna rağmen, onun vuzuh tarzını taklit etmek zordur. Çünkü Tolstoy'un çekim noktasını sadeliğin yanında şiirsellik oluşturur.
Yalınlık ve şiirsellik bir arada var olmakla kalmaz. Birbirlerinden besleniyor olmaları Tolstoy'un en kendine has özelliklerinden bir tanesidir.
4. Tolstoy, estetik zevk güden hedonist okurlara da hitap eder. Okumanın vakit kaybı ya da işkence olduğunu düşünenler için şu kadarını söylemek yeterli: Tolstoy okumanın zevkli olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum.
Şunu özellikle söyleyeyim, okumaya giriştiğiniz Tolstoy eserleri yarım kalmaz. Oylum oylum Tolstoy romanları bile kaşla göz arasında biter.
Tarihçi Orlando Figes'in deyişiyle, Tolstoy hayattayken "daha önce hiç roman okumamış milyonlar Tolstoy'un kitaplarını okuyordu. Ve gittiği her yerde yazara iyi dilekler dileyen kalabalıklar -Tolstoy'un 1908'de sekseninci doğum günü sırasında bir polisin söylediği gibi- çarı karşılayanlardan çok daha büyük kalabalıklar oluşuyordu" (2009: s. 404).
Sonuçta, Tolstoy gibi bir yazarı yalnızca Rusya yetiştirebilir, ama aynı zamanda da bir Tolstoy, hem çar hem de bir köylü tarafından sevilebilirdi.
(Barlett, 2017: s. 18)
5. Söz Rusya'dan açılmışken, Tolstoy klasik Rus edebiyatının doruklarındandır. Başlı başına bir kurumdur. Tolstoy efsanesi daha yaşadığı dönem bile bütün ağırlığı ile hüküm sürüyordu.
Kimine göre Tolstoy, Dostoyevski'den bile büyük bir yazardır. Laf açıldı diye söylüyorum. Maksim Gorki, Tolstoy'a baktığı zaman kıskançlıkla şöyle düşündüğünü itiraf ediyordu:
Tanrı gibi bir insan bu!
(Volkov, s. 16)
İlginçtir, bu iki edebiyatçı "peygamber" (Walicki, s. 461), yani Tolstoy ve Dostoyevski, çağdaş olmalarına karşın bir türlü yolları kesişmedi.
Bir defasında ikisinin karşılaşmasına nasıl ramak kaldığını Dostoyevski'nin eşi Anna anlatmıştı. Tolstoy, Dostoyevski'nin henüz ayrıldığı bir etkinliğe avdet eder. Dostoyevski'nin birkaç dakika önce o ortamda bulunduğunu öğrenen Tolstoy buna çok hayıflanır.
6. Kış ruhuna uygun olduğu için Tolstoy insan ruhun battaniyesidir. Terapedik bir etkisi vardır. Her daim okunur ama esasen sizi sarıp sarmalayan bir kış okumasıdır.
Sözün kısası, dili insanın yüreğine işler, duygularınız kıvılcımlanır. Hani İlhan Berk'in "Bir insan isterse size sesiyle sarılabilir" diye bir sözü var ya; Tolstoy'un da yaptığı böyle bir şey aslında. Ruhunuz üşüyorsa eğer, Tolstoy okuyun.
7. Aynı zamanda sarsıcı, hatta, okuru provoke edebilen bir öykücüdür. Bu anlamda Rus yazar "on sekizinci yüzyılın, özellikle de Rousseau'nun vârisidir (Bakhtin, s. 60). Verdiği duygular açısından insanı allak bullak eden, kıssalı öyküleri vardır.
(En başta bir benzeri daha kaleme alınmamış "İvan İlyiç'in Ölümü" ve "İnsan Neyle Yaşar?" ; sonra "Efendi ile Uşağı" ve "Üç Ölüm").
8. Tolstoy'un siyasi bir damarı var. Bildiği gibi yaşamıştır. Eserlerinde sık sık yurtseverlik, birlikte yaşam, askerlik, kurumsal din, devlet ve sivil itaatsizliğe dönük dünya görüşüne yer vermiştir ("Balodan Sonra", "Yurtseverlik Askerlik ve İtaatsizlik Üzerine", "Toprak Ağasının Sabahı", "İçimizdeki Şeytan" bu tutumun belirgin bir örneğidir).
Günlükler'in kitap arkasında da vurgulandığı gibi "otorite tarafından yasaklanmış makaleler ve mektuplar" kaleme almış bir kişilik Tolstoy. (Söz konusu yasaklı metinler Akıl Fikir Yayınları'nca yayımlanmış)
Yasakların sebebi mi? O bir put kırıcıydı elbette. Kendisini net bir siyasi anlayış ya da tek bir düşünce çizgisinde konumlandırmaz.
Tolstoy'un bir dereceye kadar devrimci bir tepki ortaya koyduğunu söylemek kısmen doğrudur. Tolstoy'un yaşamında "toplumdaki eşitsizlikler ve zalimliklerle" tepki olarak devrimci sayılabilecek belirgin bir yönelimi vardır (Solomon & Higgins, s. 347).
Nitekim Lenin bile, Tolstoy'u "Rus devriminin aynası" diye tabir edecektir (Lukács, s. 173).
Tolstoy öteden beri "resmi kilisenin kurumlaştırılmış Hıristiyanlığını, dünyanın en yozlaşmış dini olarak gördü" (Walicki, 502).
Bu yüzden de Kutsal Kilise Meclisi de 1901 yılında "ortodoks görüşler açısından sapkın bir propaganda yürüttüğü gerekçesiyle Tolstoy'u aforoz etti (Volkov, 43). Dahası, henüz yaşarken onunla baş edemeyen Rus muktedirler ve Ortodoks hiyerarşi, ölümünden sonra Tolstoy'u kolektif hafızadan silmeye çalıştı (Volkov, s. 20). Buradan da anlaşılabileceği gibi, Tolstoy'un resmi devlet bürokrasisi ile başı hoş değildi. Rus yazar bu temayı özellikle İvan İlyiç'in Ölümü'nde ustaca işlemiştir. Tolstoy'a kulak verecek okursak "incelikli bir uygarlık içinde kötü olan her şeyin cisimleşmiş durumu devlet kurumu idi" (Walicki, s. 507).
Tolstoy aynı zamanda kendini milliyetçilik ve türevleri karşısında konumlandırıyordu:
[U]lusçuluğun her türünün, hatta yurtseverliğin amansız eleştiricisi olarak, kendisini rasyonalist ve Aydınlanmacı düşünce biçimleri içinde daha rahat duyan biriydi.
(Walicki, s. 515)
Siyasi ve dini tepkileri, kilise ve devlet otoritesinin her türlüsünü reddi, Tolstoy'u Hıristiyan sosyalizmi ve anarşizme yaklaştırıyordu (Figes, 2009: s. 402).
Gelin burada sözü Arnold Hauser'e bırakalım. Hauser'in Sanatın Toplumsal Tarihi adlı kitabında şu saptamalar okunabilir:
Önyargılarına ve yanlışlarına karşın, Tolstoy, son derece büyük bir devrimci gücün temsilcisidir. Güvenlik kurumlarının ve Kilise'nin yalanları ile savaşması, köylülerden oluşacak bir toplumsal guruplaşma için duyduğu büyük özlem ve kendi yaşam örneği, onun geçirdiği dönüşüm ve içsel güdüleri ne olursa olsun, sadece eski toplumun çökmesini hızlandırıp Rus Devrimi'nin yolunu açmakla kalmamış, tüm Avrupa'da anamalcılığa karşı olan devrimin başlamasında da etkili olmuştur. Tolstoy olayı, sadece 'gerçekçiliğin zaferi'ni değil, 'sosyalizmin zaferini' de simgeler (s. 345).
Yaşamına baktığımız zaman Tolstoy'a yapılan "devrimci" yakıştırmasını haklı kılacak bazı nedenler de var zaten.
Ama bir noktaya özellikle parmak basmak lâzım: Tolstoy'un siyasi eleştilerini devrimci telakki etmekte tereddüt edenler pek haksız değillerdir.
Çünkü daha yaşarken bile dünya genelinde sözüne itibar edilen bir ahlakçı ve dinci düşünür olarak iz bırakması bence Tolstoy'un devrimciliğinin siyasi yanını gölgeler (Walicki, s. 517).
Bu anlamda, evet, Tolstoy bir devrimci değildi. Her ne kadar da geniş ve farklı bir okur yelpazesine önem vermesi onu Marksistlerle ilişkilendirecek bir bağ kurmamıza olanak tanısa da, Tolstoy Marksistlerin anladığı anlamda bir devrimci değildir.
Bir kere, demin sözünü ettiğimiz Tolstoycu pasifist din anlayışı, Marksistlerin agresif tarihsel sınıf kavgası misyonuyla asla örtüşmez (Moran, s. 112-113).
Gelgelelim öğretilerinin yer yer dini görünüm alması, Tolstoy'un siyasi yönünü veya etkisini kestirip atmamız için yeterli değildir. Zira siyaset dışı veya siyaset dışında bir şey yoktur.
Bu bağlamda, Tolstoy'un dini yaklaşımındaki en belirleyici etkenlerin en başında "Schopenhauer'in etikte merhametin büyük önem taşıdığına dair" ısrarının gelmesi fevkalâde manidardır (Solomon & Higgins, s. 347).
Çünkü Tolstoy, keskin biçimde eleştirdiği Rus aristokrasisi kadar eşitsizlikler ve zalimliklerden mustarip köylüleri de iyi tanıyordu ve üst sınıfların aksine onlara büyük sempati duyuyordu.
Buna karşın "zenginlere olan nefreti öyle bir boyuta ulaşmıştı ki 'Varlıklı bir sınıfa ait bir çocuğun doğumuna sevinemiyorum: bu, asalakların çoğalmasından başka bir şey değil' diye yazıyordu" (Troyat, 2020, s. 759).
Kendisi de bir Kont olmasına rağmen köylülerin günlük yaşam koşuşturmalarına hiç de yabancı değildi.
Söylemeye gerek yok ki hallihamur olduğu bu insanların en azından yaşam koşullarının insanileşme çabalarını candan desteklemiştir ve buna inanmak için çok haklı nedenlerimiz var.
Tolstoy, "toprağa dönme" ve "özgür kırsal topluluklar" kurma taraftarıydı (Troyat, 1991: s. 66). Tolstoy'un, "1861'den 1905'e kadar sürmüş olan köylü ayaklanmasının sanatçısı" olması oldukça manidardır (Lukács, s. 198).
Dahası, "Savaş ve Barış"ta "canlandırdığı büyük" toplumsal ve tarihsel "girdap, 20'nci yüzyılda olacakların yalnızca bir fragmanıydı" (Solomon & Higgins, s. 347).
Tolstoy'un dünyaya mal olmuş şöhreti, 1905 Devrimi öncesi ve hemen akabinde işçi sınıfı hareketinde oynadığı önemli rol, İkinci Enternasyonal yörüngesindeki hemen hemen tüm edebiyat eleştirmenlerini etraflıca Tolstoy tartışmaya zorlamıştır (Lukács, s. 172).
9. Tam burada, Tolstoy'un tarihçi yönünden bahsetmemek olmaz. Size şu kadarını söyleyeyim, onun için iyi bir tarihçi denilebilir ve kimilerine göre de 19'uncu yüzyıl kültürünün fenomeni "Savaş ve Barış" sadece bir başyapıt değil, aynı zamanda tarihsel roman türünün en büyük eseridir (Volkov, s. 16).
Hatta bu şaheser, yer yer bir tarihçi ve tarih felsefecisine taş çıkarabilir. Tarihçi E. H. Carr, Tolstoy'un "Savaş ve Barış" romanında tarih üzerine kafa yorarken, katı bir mekanizmden çok, tarihte olayların seyrini değiştiren rastlantı faktörüne hak ettiği önemi vermesi için okuru cesaretlendirdiğine dikkat çeker:
Akıldışı olaylara, yani akılcılığını anlamadığımız olaylara bir açıklama olarak kaderciliğe başvurmaya zorlanırız (s. 115).
Tolstoy'un bazı eserlerini değme bir tarihi roman meşrebinden okuyabilirsiniz ("Savaş ve Barış", "Dekabristler").
Akademik tarih çalışmalarında olduğu gibi "Savaş ve Barış"ta anlatılanlara da gerçek değil de gerçeğin bir görünümü olarak bakmakta fayda var.
Bu öteki tarihsel romanlar için de geçerli. Tarihsel olaylar söz konusu olduğu zaman "Savaş ve Barış"ın, Milan Kundera'nın Şaka'sının veya Boris Pasternak'ın Doktor Jivago'sunun yaşananlara dönük bakışlarını göz ardı etmemek lâzım.
Bir boşanma davası düşünün. Geriye dönük bakış, işte mahkeme salonundaki gibi, her iki tarafı da dinlemeyi gerektirir.
10. Kimi Tolstoy eserleri epik tonlar barındırır. En başta, "Savaş ve Barış", epik romanın kesinlikle yere yıkılmaz bir örneğidir.
Yaşamın bütünlüğünün epik olarak verilmesi Tolstoy'un alametifarikalarındandır (Lukács, s. 206). Kim ne derse desin Tolstoy'un kendisi bile büyük romanlarının hakiki epikler olduğunun farkındaydı (Lukács, s. 203).
Bir mektubunda Kurt Tucholsky'nin de yazdığı gibi;
'Savaş ve Barış', çok değerli bir mücevher[dir]. İnsan, epik nedir sorusunun yanıtını bu eserde buluyor [bunu, Orijinal Sovyet Yazarları bile kongrelerinde kabul ettiler].
(1984, s. 89)
Bu ışıkta baktığımız zaman, Tolstoy yaşamı boyunca (...) eski okuldan büyük bir gerçekçi ve büyük bir epik biçim yaratıcısı olmuştur (Lukács, s. 206).
"Savaş ve Barış"ı özel yapan farklılık ise eserin tüm epik sürükleyiciliğine karşın baştan sona gerçek bir roman olmasıdır. Çünkü Tolstoy realizmin zirvesidir de aynı zamanda (Lukács s. 203).
11. Tolstoy Rusya'da hâkim bakış açıları ve yaşamı derinlemesine kavramıştır. Ben şahsen onda edebi bir antropolog gözü var diye düşünüyorum.
Çünkü Tolstoy, "yaşamda ortak Rus duyarlılığının görünmez bağlarını bulabileceğimiz" eserler ortaya koydu (Figes, s. 26).
Başka türlü söylersek, daha 19'uncu yüzyılda Rus toplumunun "görünmez yerel duyarlılık ipleriyle bir arada tutul"duğunu bizler için gözler önüne serdi (Figes, s. 18).
Ben-öteki spektrumun ben ucundan imtina etmeye çalışıp kendinden farklı ötekileri önyargısız, kendi ötekiliğiyle anla(t)maya çalışmıştır ve gözlemlerinde 'öteki ben'i tamamen dışlamaz. Şu söz onundur:
Kötü olan her şeyin nedeninin aslında kendimiz olması ne korkunç şey.
Ancak bu hususta ne kadar başarılı olduğu su götürür. Bir defasında: "Kazaklar'ı orduda bir subayken tanıyan Tolstoy da onları karakter olarak yarı Asyalı düşünmüştü. Tolstoy Kazaklar'da (1863) Terek Nehri'nin kuzey tarafında yaşayan Rus Kazakların yaşam tarzlarının Terek'in güney tarafında yaşayan Çeçen dağ kavimlerinden hemen hemen ayırt edilemez olduğunu etnografik gerçeklerle göstermişti" (Figes, s. 450).
Yine de bu önyargılar, olgusal hatalar ve kısmi oryantalizm Tolstoy'un gözlemlerinde samimi olmadığı anlamına gelmez. ("Hacı Murat", "Kazaklar", "Kafkas Tutsağı", "Üç Kafkas Hikayesi" gibi eserler Tolstoy'un görüp geçirdiği deneyimlerden mürekkeptir. Anılarından bahsetmeye hacet yok: "Çocukluk", "Delikanlılık", "Gençlik").
12. "Ne büyük bir psikolog o" demişti Fransız yazar Flaubert, Tolstoy için (Lukács, s. 181). Tolstoy, insanın şaşırtıcı ve kompleks doğası söz konusu olduğunda birçok psikolog veya psikiyatrın aksine insan ruhunu neredeyse açık bir kitap gibi okumuştur.
Zaten Dostoyevski ve Tolstoy sayesinde "psikolojik roman tam bir olgunluğa kavuşur" (Hauser, s. 330).
("Anna Karenina", "İvan İlyiç'in Ölümü" derin psikolojik gözlemler barındırır. "İtiraflarım" adlı küçük otobiyografi zaman zaman dini tonlara yer verse de hayatın anlamını sorguladığı dönemler, maruz kaldığı varoluş krizleri ve ikilemler çok katmanlı bir psikolojik anlatıdır. Keza "Aile Saadeti".)
13. Farklı etnik gruplara dair canlı izlenimler edinebileceğiniz Tolstoy hikâyeleri pekâla Tolstoy'un edebi gazeteciliğine de örnektir.
Yani gazeteci ve müstakbel gazeteciler için çarpıcı bir okuma sağlar Tolstoy gibi sade, güçlü ve çarpıcı bir dille yazarsanız, haberinizin okunma olasılığı yüksektir. Buradaki muhatabım özellikle iletişim fakültelerindeki gazetecilik öğrencileri.
Nereden bakarsanız bakın, en sade yazılarında bile kaba saba bir söz kalabalığına eyvallahı yoktur Tolstoy'un. Sivastopol ve Kafkasya'yı konu alan bazı eserleri iyi bir edebi gazetecilik örneğidir.
Çünkü anlattıkları gözünüzün önüne resmedilmiş gibidir. O kadar ki, Tolstoy'un yazdıklarını neredeyse açıkça görmüş olursunuz.
14. Tolstoy'un Oscar Wilde gibi estet olup olmadığını başka bir tartışmaya bırakalım. Sanata karşı olumsuz bir tavır takındığı iddia edilebilir (Hauser, s. 328).
Bir sanatçı olarak Tolstoy'un sanata bakışı tepkilere de yol açtı zaten (Moran, s. 108). Her ayrıntıyı anlatmadan şu kadarını söyleyeyim: Tolstoy kendince sanat ve estetik üzerine kafa yormuştur ("Kreutzer Sonat"ın bir kısmı ve "Sanat Nedir?").
Her şeyden önce Tolstoy'a göre "gerçek" sanat bulaşım etkisine yol açmalıdır. Yani bir yapıt iyi sanat eseri nitelemesi edinebilmek için en basit tabakadan bir insana seslenebilmeli ve kendi duygusunu ona aktarabilmeli.
Ezcümle, sanatçı payesi için anlatım, yani, her daim, herkesin hoşuna gidecek biçimde anlatmak, en önemli kriterdir (Moran, s. 109, 111, 114).
Burada şu noktayı da belirtmem gerek: Tolstoy'u enteresan bir sanat kişiliği yapan bir diğer özelliği, kendi eserlerini bile gaddarca eleştirmekten geri kalmaması.
Ona göre sadece "Tanrı Hakikati Görür" ve "Kafkas Mahpusu" hikâyeleri sanat niteliği taşır (Moran, s. 109).
15. Tolstoy'un "kadın ruhu" ve toplumsal cinsiyet analizlerinden istifade etmeye değer. Tüm hataları ve yargılarına rağmen, Tolstoy toplumsal cinsiyete sinmiş ahlâkçılığın acımasız bir eleştirmenidir.
Misâl, Kreutzer Sonat'ta Rusya'da kadın doğmanın başlı başına bir talihsizlik olduğunu vurgular. Sözünü ettiğimiz novella, evlilik kurumuna dair karamsar bir ruh ve düşünce taşır.
O dönemki evliliklerinin hepsinin yalan dolandan ibaret olması ve "insanların yalnızca çiftleşmek için evlenmeleri" Tolstoy'u ziyadesiyle öfkelendirir.
Bir yerde şöyle sızlanacaktır:
Kısa bir süre fahişelik yapanı küçümseriz, devamlı olanları ise bizden her zaman saygı görmektedir (2019, s. 32).
Ancak şu kadarını söyleyeyim, bu niyetle Tolstoy okurken, dikkatli olmakta yarar var. Tolstoy'un cinsiyetçi kalıp eleştirileri onu feminist saymamız için yetmez ve görünüşe göre kadın konusunda kötü bir üne sahip.
Dostu Maksim Gorki bile anılarında Tolstoy'a zaman zaman kadın düşmanı gözüyle bakar. O kadar ki, şöyle der:
Kadınlara amansız bir düşmanlık besliyor bence, onları cezalandırmaktan hoşlanıyor (...) Kadınlar konusunda söylediklerinden her zaman tiksinmişimdir (s. 20, 51).
Eşi Sofya da yeri geldiğinde en az Gorki kadar iç karartıcı ve antipatik bir Tolstoy resmi çizer. Genç kadın, günlüğünde eşi Tolstoy için şu sözleri sarf eder:
Bana karşı neden hep böyle saygısız ve duygusuz davranıyor? Her şey, her şey nasıl da hüzün verici ... L. N'nin yanındaki yaşantım günden güne çekilmez oluyor, bunun nedeni de, onun bana karşı yüreksiz ve acımasız davranışı (1985, s. 260, 590).
Ayrıca, Tolstoy'un pek de sadık bir eş olduğu söylenemezdi: "Lev Tolstoy kasabada sık sık eski metresi köylü Aksinya'dan olan çocuğu Timote'yi görüyordu" (Troyat, 2010: s. 673).
Öte yandan ben yine de şunu iddia ediyorum. Herhangi bir Toplumsal Cinsiyet'e giriş dersinde Tolstoy okutma en azından yaratıcı bir gerilimi tetikler.
"Kreutzer Sonat", "Kadın Ruhu", "Anna Karenina" ve "Şeytan" gibi yapıtları okuduktan sonra bunları tasarlamayı size bırakıyorum.
16. Tolstoy'un günümüz eğitimi ve resmi müfredatına koyacağı katkıları vardır muhakkak. Öyle ya da böyle, Tolsoy başka şeylerin yanı sıra, şaşırtıcı, resmi müfredat kalıplarına meydan okuyan bir eğitim reformcusuydu.
Bundan dolayı, kafasındaki eğitim tasarımı nitelik olarak farklıdır. Tolstoyvari pedagoji günlük yaşam gibi karmaşık olduğu kadar estetik bir ilişki ağının birbirine eklemlendiği bir dünyada yaratılmıştır (Roberts & Saeverot, s. 8).
Yasnaya Polyana'da kurduğu ünlü okulda eğitime varoluşçu bir yaklaşım getirdi ve hepimizi ilgilendiren özgürlük, anlam, özgür irade ve sorumlulukla ilgili soruları ve dinamikleri - şimdilerde herkesin kulağının aşina olduğu - "varoluşçu eğitim" dediği müfredatın merkezine koydu.
Tolstoy, kendisinin de haddinden fazla kafa yorduğu yorucu soruları Yasnaya Polyana'ya taşıdı. Eğitim ve okulun "hayatın insana yönelttiği soruları yanıtlaması" için çaba göstermek anlamına geldiğine dikkat çekti.
Bir başka vesileyle, Tolstoy, eğitimin esas amacının insanları hayata hazırlamak olduğunu unutmamamızı ister (Roberts & Saeverot, s. 47, 48).
17. Tolstoy klasik anlamda bir düşünür değildir. Ancak karizmatik kişiliği ve derin düşünceleri çağdaşlarına esin kaynağı oldu ve bugün bile insanları etkilemeye devam ediyor.
Derin ve tutkulu düşüncelerle geçen bir yaşam şekli ona yabancı değildi. Bunu, çağdaşı Dostoyevski gibi, eserlerine taşımışlar ve "umutsuzluk, tinsellik ve aşk üzerine muhteşem felsefi anlatılar üretmişlerdi" (Solomon & Higgins, s. 346).
Tolstoy, yukarıda da belirttiğimiz gibi Schopenhauer'dan etkilenmiş ve pekâla bir Hegelci sayılabilirdi.
Belirtmeye gerek yok ki Hegel gibi o da teleolojiden muaf değildir ve "Savaş ve Barış"ta Napolyon'u "tek tek bireylerle pek ilgilenmeyen dünya tininin bir aracı ve kurbanı olarak" tasvir eder (Solomon & Higgins, s. 347).
Rosamund Barlett, yazdığı Tolstoy biyografisinde onun deli derviş (yurodivıy) gibi yaşamayı şiar edindiğini anlatır (2017, s. 343).
Nitekim "kendisi için ölüm sonrası bir mit yaratılmasına hazırlanan Tolstoy, mülkünden vazgeçip evden kaçarak, evrensel bir Kral Lear rolü oynamıştı" (Volkov, s. 21).
Tolstoy da başka düşünürler gibi hayatın ve dünyanın işleyişine yönelik felsefe ya da yol gösterici ilkeler geliştirmişti.
Hayatın anlamına kafa yoran - en azından böyle bir arayış içinde olan - kimi Rusların Tolstoy'un şu sözünü şiar edindiklerini bugün biliyoruz:
Gerekli olan ve içinden gelen şeyi yap: her şey olacağına varır.
(Figes, 2011: s. 572)
Tüm bu kuvvetli bağlamsal işaretlerden hareketle, Tolstoy'a gönül rahatlığıyla düşünür payesi verebiliriz.
Bunların dışında, ünlü ressam İlya Repin'in portresinde sergilediği azametiyle Eski Ahit peygamberlerini andıran Tolstoy, günlük tutmayı alışkanlık edinmişti.
Ben maalesef günlüklerini bir türlü bulamadım: Günlükler 1847-1910. Ne yaptıysam olmadı. Ama Günlükler'i okumam lâzım.
Tolstoy'un okurlar üzerindeki etkisini merak ediyorsanız hiç düşünmeden Elif Batuman ve onun "Ecinniler: Rusça Kitaplar ve Onları Okuyanlarla Maceralar" kitabını okuyun derim.
Sanırım Tolstoy'a dair "ilk elden" gözlem söz konusu olunca Maksim Gorki'nin "Tolstoy'dan Anılar"ı rakipsizdir. Bu anıları Gorki'nin mücevheri sayanlar var. Haksız da değiller. Mücevher gibi ışıldayan betimlemeler ve yorumlarla bezeli bir tanıklık sunuyor Gorki.
Bana göre şu an piyasadaki en iyi Tolstoy biyografisi Romain Rolland'ınki: "Tolstoy'un Yaşamı" (YKY). Kısa ama çarpıcı. Eğer zamanınız varsa, Henri Troyat'ın İletişim'den çıkan Tolstoy biyografisini öneririm.
Son bir şerh: YKY, İletişim, Can, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Everest, Sel gibi yayınevlerinin Tolstoy çevirilerinden şaşmamanızı tavsiye ederim.
*İşi başından aşkın olmasına rağmen bu yazıyı okuyup benim için yorumlayan ve önerilerde bulunan değerli hocam Bekir Azgın'a çok teşekkür ederim.
Kaynakça:
Mikhail Bakhtin. Karnavaldan Romana. (C. Soydemir, Çev.). Ayrıntı, 2001.
Rosamund Barlett. Tolstoy: Bir Rus Hayatı. (Z. Avşar, Çev.). Everest, 2017.
Edward Hallett Carr. Tarih Nedir? (M. G. Gürtürk, Çev.). 2. Baskı. İletişim, 2002.
Anna Dostoyevski. Fyodor Dostoyevski. (T. Yalım, Çev.). Remzi, 2004.
Gürsel Aytaç. Genel Edebiyat Bilmi. Papirüs, 1999.
Terry Eagleton. Kapı Bekçisi. (G. Ezber & R. Kahraman, Çev.). Bilge Kültür Sanat, 2002.
Orlando Figes. Nataşa'nın Dansı, Rusya'nın Kültürel Tarihi. (F. Dereli, Çev.). İnkilap, 2009.
Orlando Figes. Karanlıkta Fısıldaşanlar: Stalin Rusya'sında Özel Yaşam. (N. Elhüseyni, Çev.). YKY, 2011.
Maksim Gorki. Tolstoy'dan Anılar. (A. Göktürk, Çev.). 3. Baskı. Yapı Kredi Yayınları, 2021.
A. C. Grayling. Wittgenstein. (E. Derviş, Çev.). Dost, 2016.
Arnold Hauser. Sanatın Toplumsal Tarihi 2 / Rokoko, Klasisizm, Romantizm, Naturalizm, Empresyonizm ve Film Çağı. (Y. Gölönü, Çev). Remzi, 1984.
Georg Lukács. Avrupa Gerçekçiliği. 2. Basım. (M. H. Doğan, Çev.). Payel, 1987.
Ray Monk: Ludwig Wittgenstein: Dahinin Görevi. (B. Kılınçer & T. Er, Çev.). Kabalcı Yayınevi, 2005.
Berna Moran. Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. 6. Basım. Cem, 1988.
Peter Roberts & Herner Saeverot. Education and the Limits of Reason: Reading Dostoevsky, Tolstoy, and Nabokov. Routledge, 2018.
Robert C. Solomon & Kathleen M. Higgins. Felsefenin Kısa Tarihi. (M. Topal, Çev). 3. Baskı. İletişim Yayınları, 2017.
Lev Tolstoy. Kreutzer Sonat. (N. Y. Taluy, Çev.). 9. Baskı. Can, 2019.
Sofia Tolstoy. Sofiya Tolstoy'un Güncesi. (M. Kuşuloğlu, Çev.). Düşün, 1985.
Henri Troyat. Gorki. (Ö. Arıkan, Çev.). Telos, 1991.
Henri Troyat. Lev Tolstoy. (Z. C. Özatalay & I. Ergüden, Çev.). İletişim, 2010.
Kurt Tucholsky. Tucholsky'nin Mektupları. (S. Şölçön, Çev.). Düşün, 1984.
Solomon Volkov. Büyülü Koro: Lev Tolstoy'dan Aleksandr Soljenitsin'e XX. Yüzyıl Rus Kültür Tarihi. (S. Gürses, Çev.). Y.K.Y, 2010
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish