Antik İsrail memleketinin ciddi anlamda coğrafi yahut siyasi bir sınırının olup olmadığı asırlardır tartışılırken, bu tartışmanın daha ne kadar süreceği konusunda bir görüşümüz ne yazık ki bulunmamaktadır.
Bölge halkının geçmişte olduğu gibi bugün dahi çatışmaları sürerken "yerli halk" olarak adlandırılmaya layık bir topluluktan bahsetmek konunun oldukça sabote edilmesine neden olacağı değişmez bir gerçektir.
Antik İsrail halkı bölgede kuşkusuz söz sahibi olmak için ön plana çıkarken, onların bu mücadelesinin aslında tarihi zeminde bir karşılığı var.
Antik İsrail ile modern İsrail arasındaki farkı görmek lazım gelir ki, bu onların daha çok dogmatik özellikleriyle gündeme gelişlerini geçerli kılarken antik dünyada ise emperyalist ve anarşist olmalarıyla doğrudan çatışır.
Geçmiş bağlarını modern dünyanın zemini altında ararlarken onları buldukları bazı kanıtlar atalarıyla özdeşleştirir.
Ata kültlerini hiçbir zaman reddetmeyen; aksine gün geçtikçe daha sıkı bağlanan İsrail halkı bu özelliğiyle antik dünyada her zaman öne çıkmışlardır.
Orada hep var olduklarını iddia eden ve bunun için her daim ispat yoluna giden bu halkın geçmiş ile olan bağlantıları inkar edilemez bir gerçektir.
Bu yüzden binlerce yıl önce doğdukları topraklarından çeşitli sebeplerle sürülmüş, dışlanmış ve ötekileştirilmiş olan bu halkın, köklerini mevcut coğrafyalarda araması en doğal hakkıdır diye tasvip etmek gerekir.
Bu konu özelinde sadece İsrail halkı için değil, diğer halklar için de geçerli olup, bir haklı dava anlayışına sığınmak ise oldukça gülünç bir durumdur.
Birçok iktidara ev sahipliği yapan çeşitli coğrafyaların kaderleri ne yazık ki oranın yerlileri olarak andığımız halklar tarafından belirlenmiş, emperyalizmin öncüleri olmuş ve nihayetinde tarih sahnesinden çekilmişlerdir.
Geri döndüklerinde yahut dönmeye çalıştıklarında ise hiçbir şey eskisi gibi olmamış ve bu durum çeşitli siyasi argüman haline bürünmüştür.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Binlerce yıl önce doğdukları topraklara geri döndüklerinde ellerinde, orada ezelden beri var olduklarına dair kanıtlar arama girişiminde bulundular.
Bu girişimcilerden biri ise Antik İsrail'in torunları olan modern Yahudi halkıdır.
Onlara bu hakkı tanıyan unsur elbette gerek siyasi, gerek askeri gerekse arkeolojik buluntulardan başka ne olabilir ki?
Ayrıca ellerinde bulunan kutsal kitabın onlar hakkında söyleyecek çok sözü varken…
Antik İsrail halkının kaderi oldukça çetrefilli olmuş ve çeşitli baskılarla birçok kez topraklarından çıkarılmışlardır.
Onları çaresiz tek başlarına anmak büyük haksızlık olurken, her sürgün sonrası yeniden döndüklerinde eskiyi arayıp ortaya çıkarma mücadeleleri hiçbir zaman son bulmamıştır.
İnşa ettikleri iktidarları çeşitli halklar tarafından kıyıma maruz kalırken, onların yeniden varoluş çabaları yeni rejimlerin de ortaya çıkmasına neden oluyordu.
Süleyman'ın Krallığı güçlü bir İsrail halkını temsil ederken Süleyman sonrası yaşanan kıyım onların başka memleketlere iltica etmelerine sebep oluyordu.
Antik dünyanın mezar ameleleri krallıklarına hizmet ederlerken mevcut inançları doğrultusunda giriştikleri bu mücadele, totaliter rejimleri de tetikliyordu.
Çok defa karşılaştığımız inşaat hadiseleri Antik İsrail'de de mevcut olurken onları bu duruma iten en önemli faktör şüphesiz Yehova'nın onlara vadettikleriydi.
Yehova adına çıkılan bu yolda geride bırakılan kanıtlar ne yazık ki, 19'uncu yüzyıla geldiğimiz vakitlerde önemine kavuşurken, onların yaşadıkları bu tahlisiz durum yeni bir devleti de beraberinde getirecekti.
Bizler onlara İsrail Devleti demekteyiz…
Uzun yıllardır gündemi meşgul eden bir mevzu vardır ki, hem modern hem de Antik İsrail halkı ile doğrudan ilintilidir.
Günümüzde çeşitli siyasi argümanlarla gündeme gelirken, aynı zamanda siyasi bir malzeme halini almış olan bu konu, Siloam Yazıtı'ndan başka bir şey değildir.
Bulundukları coğrafyada aslında binlerce yıllardır var olduklarının bir kanıtı olarak kabul gördükleri bu yazıtın onlar için kıymeti harbiyesi oldukça fazla.
Siloam Kanalı olarak bildiğimiz bu kanalın inşa amacı işgali oldukça zor olan Kudüs şehrine dışarıda kalan suyun merkeze taşınmasıdır.
Bu nedenle M.Ö 8'nci yüzyılda açılan bu kanal hem yapılış amacı hem de bölgedeki Yahudi geçmişine dair izler taşımaktadır.
Siloam Kanalı üzerinde yer alan bir yazıt vardır ki, şehrin bir Yahudi şehri olduğuna dair kanıtlar yer içermektedir.
Siloam Kanalı'nın üzerindeki yazıt; Kudüs'te bulunan en eski ve en uzun İbranice yazıt olarak kabul edilir, oldukça da önemlidir; bazı kesimlerce bu kanalın Filistin'de olduğu görüşü olayı daha da politik hale getirmektedir.
Kudüs tarihinde önemli bir yere sahip olan bu tünel kazma olayı Kutsal Kitap'ta da çok kez bahse konu olmuştur.
Kudüs, neredeyse tamamı şehrin güneydoğusunda birleşen iki derin vadisiyle, yani doğuda Yehoşafat vadisi ile çevrilidir ve bu vadi genellikle Ge-hinnom ya da Hinnom'un oğulları vadisi ile özdeşleşmiştir.
Kudüs'ün merkezinden başlayan ve yukarı şehirde Tapınağın bulunduğu tepeden ayıran iki vadinin birleştiği noktaya kadar uzanır, şimdilerde ise neredeyse kapatılmış oyuk olan Tyropoeron vardır.
Yehoşafat vadisi arasındaki boşluğa 'Ophel' denir ve güneye doğru uzanan bir saklı bir oyuk şeklindedir ve kuzeyde Haram el-Şerif duvarı ile sınırlanmıştır.
Haram el-Şerif'in eteğinde, şimdi "Bakirenin Baharı" olarak adlandırılan kaynak vardır; bu su, Ofel tepesinin tüm uzunluğunu kuzeyden güneye bir yeraltı kanalıyla aşar ve Kudüs'ün eteklerindeki bahçeleri sulamak için Siloam Havuzu'na boşalır, buradan çekilir.
Bu kanalın sağ duvarında, Siloam Havuzu'ndan yaklaşık beş veya altı metre uzaklıkta, söz konusu yazıt bulundu.
Sayce, bu yazıtı keşfetmek için için büyük çaba sarf etmiş, yazıt çalınmaya çalışılırken kırılmış; ama bir parçası şu anda İstanbul Arkeoloji müzesinde ve Paris, Londra ve Berlin'de bulunan kopyaları sayesinde yapılan yayınlardan, düzenlemesi hakkında kesin bir fikir edinilmiş ve deşifre etmek mümkün olmuştur.
Yazıt, 50 santimetrelik gömme dikdörtgen bir tablet olarak alt kısmını kaplar.
Yüksekliği 66 santimetre genişliği ve üst kısmı 27 santimetreden müteşekkildir. Sözcükler birbirinden noktalarla ayrılmış, dikkat çekici derecede farklı harflerden oluşan altı satırdan oluşur.
Yazıtın dili saf İbranicedir ve genel anlamı açıktır; gerçekten de eğer ilk satır bozulmamış olsaydı, tamamen anlamış olacaktık.
Çeşitli bilim adamlarının ortak çabalarıyla ortaya çıkan tercüme şu şekildedir:
1. . . . . delici. . . . Ve bu kazmanın tarihi. Ne zaman. . .
2. kazmalar birbirine yaklaştı. Üç arşın kaldığında, adamlar işitildi.
3. bir taraftan diğerine seslendik;
4. Tünel kazan işçiler birbirlerini karşılamak için aynı anda kazmaya devam ettiler. Ve oradan akmaya başladı.
5. 200 arşın bir yer için kaynaktan havuza sular.
6. arşın, işçilerin başının üzerindeki yükseklikti.(Lidzbarski, "Handbuch der Nordsemitischen Epigraphik")
*Arkeofili…
Kitabenin aktardığı anlatıda dikkat çeken nokta, eserin her iki taraftan da yürütülmüş olmasıdır.
Benzer bir çalışma, Lambèze'nin Latince bir yazıtında ("C. I. L." 2728) korunmuştur.
Clermont-Ganneau, tabletin/yazıtın boş üst kısmıyla ilgili olarak bir hipotez ortaya atmıştır; bunun, herhangi bir nedenle belli olmayan tarihe veya daha doğrusu sembolik bir resme ayrıldığına karar verdi.
Bununla birlikte, bilinen tüm yazıtlarda hep satırın en başından başlanırdı ve düşünülen resme gelince, bu tarzdaki temsiller Filistin'de o kadar ender görülür ve Yahudi geleneğine o kadar az uygundur ki, onun varlığı keyfi olarak varsayılmamalıdır.
Yazıt için yer aldığı konum oldukça ilginçtir ki, onu ya su yolunun girişinde ya da iki tünel ustasının buluştuğu noktada bulunabilirdi ama bunun yerine uçtan beş ya da altı metre ötede belirsiz bir konuma oyulmuştu.
Açıklamada, tünelin başlangıçta daha uzun olduğu ve yazıtın aslında bağlantı noktasında olduğu varsayılabilir.
Ancak bu varsayım topografi alanına girer ki içerir ki, bu konuyu bir kenara bırakmak çok daha doğru olabilir.
500 metreden daha uzun bir tüneli kazmak o dönem için büyük meziyet olarak görülürken hangi amaçla yapıldığına dair yarım kalan o bilgi hususu oldukça üzücüdür.
Halk için de büyük bir yararı olan bu tünelin ne ustalarından ne de tarihinden bahsetmiyor oluşu ilginçtir.
Buna paralel olarak Kitab-ı Mukaddes'te yapılan tünel ile ilgili şu bilgiler yer almaktadır:
Hizkiya'nın krallığı dönemindeki öteki olaylar, bütün başarıları, bir havuz ve tünel yaparak suyu kente nasıl getirdiği, Yahuda krallarının tarihinde yazılıdır. Hizkiya ölüp atalarına kavuşunca, yerine oğlu Manaşşe kral oldu.
(Krallar 1; 20-21)
Siloam'ın kanalı ve yazıtı, kuşkusuz, kuşatma durumunda son derece önemli bir konu olan, özellikle Kudüs'ün su temini konusunda her yerde büyük eserlerle işaretlenmiş olan Ahaz ve Hizkiya dönemine aittir.
Ve bu nedenle, kuşkusuz, şehri doğudan kuşatan açık bir yol yerine, Ofel tepesinin altında bir yeraltı yolu inşa edildi.
Tarih ve yazıt hakkında çeşitli görüşler devam ederken krallığın varlığından hiçbir şekilde söz edilmediğinden, inşa tarihinin Makkabiler dönemine ait olduğu varsayılmıştır.
Ancak, daha arkeolojik veriler aynı sonuçlar doğrulamış gibi görünüyor.
Bu nedenle, burada İşaya ve Büyük Peygamberler tarafından kullanılan yazı stilinin bir örneği olması muhtemeldir.
Antik İsrail halkının bu tünel inşasının günümüzde var olan yazıtıyla aslında binlerce yıldır oranın bir Yahudi şehri olduğu tezi gittikçe güçlenir mi bilemeyiz ama modern Yahudi halkının bu tezinin artık kabul görmesi için çeşitli mücadelelere girişmiş durumdadır.
Özellikle son 15 yıldır yaşanan Türkiye-İsrail krizleri Siloam yazıtının İsrail'e iade edilmesiyle mini bir jest olarak kabul görür mü bilinmez ama bu kadar önemli bir yazıtın siyasi bir malzeme halini almaması tek temennimizdir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish