Sanatçının yapay zeka olarak portresi: Algoritmalar yaratıcı olabilir mi?

Teknolojik gelişmeler sanat dünyasına ne gibi yenilikler getirdi? Yapay zeka güncel sanat tartışmalarını nasıl şekillendiriyor?

Sanatçı robot Sophia'ya Ekim 2021'de Suudi Arabistan vatandaşlığı verilmiş ve Sophia bu sayede herhangi bir ülkenin vatandaşı olan ilk robot olmuştu (Reuters)

Androidler sahiden de elektrikli koyun düşleyebilir mi?

Amerikalı bilimkurgu yazarı Philip K. Dick'in 1968'de yayımladığı ve 1982'de Bıçak Sırtı (Blade Runner) adıyla sinemaya uyarlanan romanındaki bu meşhur soru sanat camiasının şu anki en can alıcı tartışmalarından biri. Zira yapay zekanın sanatın resim, heykel, müzik, edebiyat, sinema gibi farklı alanlarına uygulanmasıyla androidler artık düş kurmakla kalmıyor resim yapıyor, hikaye yazıyor, müzik besteliyor.

İnsanın da esasen bir makine olduğu ve dolayısıyla makinelerin de yaratıcı sanatsal güce sahip olabileceğine yönelik tartışmaların kökenini Antik Yunan felsefesine kadar götürmek mümkün. Ancak biz o kadar geriye gitmeyeceğiz. Çünkü artık bu tür düşünceler spekülasyon olmaktan çıkıp ete kemiğe büründü ve robotlar gözümüzün ta içine bakarak, "Ben robot değilim" diyor. E bunu hemen hemen her gün biz de Google'a söylemiyor muyuz? Ben robot değilim! Biz robot değiliz belki ama ya robotlar insansa? Bir dakika, bir dakika fazla mı ileri gittik?

 

warner1.jpg
Bıçak Sırtı'nda Harrison Ford'un canlandırdığı Rick Deckard robot olup olmadığı sorusuyla karşı karşıya kalmıştı (Warner Bros)

 

Belki de hepimiz hem biyolojik hem de robotik kısımlardan oluşan siborglarızdır! Bunu Amerikalı feminist düşünür Donna Haraway, 1985'de yayımlanan Siborg Manifestosu'nda (A Cyborg Manifesto) şöyle ilan etmemiş miydi zaten?

20. yüzyılın sonlarına, bizim çağımıza, bu mitik çağa geldiğimizde, hepimizin bir kimera; makineyle organizmanın teorik bir zeminde ifade edilen ve fabrikasyon misali uydurulmuş birer melez olduğumuzu vurgulamak gerekir; kısacası, hepimiz siborguz.

Haraway'in kuvvetli metninden 35 yıl önce Britanyalı matematikçi Alan Turing, 1 Ekim 1950 tarihli Hesaplama Makineleri ve Zeka adlı makalesinde "Makineler düşünebilir mi?" sorusunu ele almış ve bir makinenin "insan gibi düşünüp düşünemediğini test eden" bir yöntem önermişti. Makalenin kaleme alınmasından tam 64 yıl sonraysa ilk kez bir yazılım, Turing testini geçmeyi başararak soruyu yanıtladı: Evet düşünebilir!

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Peki bu özgün, benzersiz ya da yaratıcı bir düşünme mi? Sonsuz maymun teoremi adlı düşünce deneyine göre bir daktilonun tuşlarına sonsuza kadar rastgele basan bir maymun veya bir robotun üreteceği sonsuz sayıdaki harf kombinasyonu içinde William Shakespeare'in Hamlet oyunundan, Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşleri'ne bütün edebiyat yapıtları bulunacaktır.

Yani yapay zekanın da tıpkı insanlar gibi mantıklı cevaplar üretip üretemeyeceği artık anlamlı bir soru değil belki ama bu "düşünme biçiminin" insan üretimine özgü alanları nasıl dönüştürdüğüne yönelik tartışmalar hâlâ çok canlı.

 

wikipedia.jpg
Sonsuz maymun teoremi ilk olarak 1913'te ortaya atılmıştı (Wikipedia)

 

Peki biraz daha yakından bakacak olursak yapay zeka bugüne kadar ne gibi sanat eserleri ortaya koydu? Bu eserler nasıl tepkiler aldı? Dahası bunlar sanata ve sanatçıya bakışı nasıl değiştirdi? Gelin, Edmond de Belamy'nin Portresi'nin sıradışı öyküsünden başlayalım.

"Rakamların boyadığı resim" 432 bin dolara satıldı

Paris merkezli sanat kolektifi Obvious'ın geliştirdiği algoritmanın "boyadığı" Edmond de Belamy'nin Portresi (Portrait of Edmond de Belamy), 2018'de 432 bin dolara satılarak büyük bir müzayede evinde alıcı bulan ilk yapay zeka eseri oldu

Tuval üzerine basılan resmin ortaya çıkması için 14. ve 20. yüzyıllar arasında üretilen 15 bin portrenin yer aldığı bir veritabanı kullanıldı. Edmond de Belamy'nin Portresi'nin yanı sıra başka tablolar da üretildi ve bunların tümüne La Famille de Belamy (Belamy Ailesi) adı verildi. Bu tabloların arkasındaki teknolojiyse GAN'dı (Generative Adversarial Networks - Üretken Rekabetçi Ağlar). GAN sayesinde farklı veritabanları kullanılarak makine öğrenimi gerçekleştiriliyor ve nihayetinde ortaya daha önceki eserleri andıran ancak onlardan farklı çalışmalar çıkıyor. 

 

christie's.png
Edmond de Belamy'nin Portresi, beklenenden 45 kat daha fazla bir meblağa satılmıştı (Obvious)

 

Belamy soyadı da GAN'ın mucidi ve Apple'ın makine öğrenimi direktörü Ian Goodfellow'a bir saygı duruşu niteliği taşıyordu. "İyi arkadaş" anlamına gelen Goodfellow'un Fransızca karşılığı "bel ami" algoritmanın "hayali modeline" isim babası oldu. 

Eser, sanat dünyasına hakim olan iki büyük müzayede evinden biri olan Christie's'te satışa çıktı. Ancak portre 7 ila 10 bin dolara satılması beklenirken 432 bin dolardan alıcı bularak büyük bir tartışmayı alevlendirdi. 

 

Obvious.png
Edmond de Belamy'nin Portresi'nde sanatçı imzası yerine eserin üretiminde kullanılan algoritmanın bir kısmı yer alıyor (Obvious)

 

Bu tablo gerçekten de bir sanat eseri olarak değerlendirilebilir miydi? Bu soruya CAN (Creative Adversarial Networks - Yaratıcı Rekabetçi Ağlar) teknolojisini kullanan Ahmed Elgammal'ın ikna edici bir cevabı var. 

"Bazıları makinenin ürettiği sanattan daha çok ilham alıyor"

ahmed elgammal.jpg
Ahmed Elgammal

ABD'nin New Jersey eyaletindeki Rutgers Üniversitesi'nin Sanat ve Yapay Zeka Laboratuvarı'nın direktörü Ahmed Elgammal, CAN'in ortaya çıkardığı ürünlere dair, "Onu her çalıştırdığımda elde ettiğim çıktıya şaşırıyorum" ifadelerini kullanıyor. 

Veritabanında yer alan eserlerden özellikle farklı bir ürün çıkarması için programlanan Elgammal'ın CAN'i 14. yüzyıldan bu yana yapılmış her türden sanat eserini içeriyor. Elgammal, CAN'in çıktılarının büyük oranda soyut sanat kategorisinde değerlendirilebileceğini belirterek bunun enteresan olduğunu söylüyor ve düşüncelerini şu ifadelerle açıklıyor:

Sanırım bunun nedeni algoritmanın sanatın belirli bir güzergahta ilerlediğini kavraması. Yeni bir şey yapmak istiyorsa geriye dönüp 20. yüzyıl öncesinde olduğu gibi figüratif eserler üretemez. İlerlemek zorunda. Ağ, soyutlamaya yöneldiğinde daha fazla çözüm bulduğunu öğrendi: İşte özgünlüğe tam da burada yer açılıyor.

Elgammal'ın fikirleri önemli bir başka noktayı daha gündeme getiriyor. Demek ki yapay zeka algoritmaları resim yapmakla kalmıyor sanat tarihinin akışını da modelleyebiliyor. 

 

ahmed elgammal.jpg
Permutations ve Ich bin ein Berliner adlı eserler (Ahmed Elgammal)

 

Ağların ortaya çıkardığı ürünlerin sanat eseri olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğiniyse görsel Turing testiyle ölçtüklerini ifade eden Elgammal şunları ekliyor:

İnsan sanatına ve makine sanatına verilen tepkilerdeki farkı ölçtük ve bunun çok az olduğunu gördük. Esasen bazıları makinenin ürettiği sanattan daha çok ilham alıyor.

Peki böyle bir test, algoritmanın tartışmasız biçimde sanat eseri ürettiğinin kanıtı olabilir mi? Bu biraz da sanatın nasıl tanımlandığıyla ilgili. Eğer sanat eseri bir zekanın estetik amaçla ürettiği bir görüntü olarak tanımlanırsa söz konusu ürünler gayet tabii bu kategoriye girer. Ancak sanat, bir kişinin dünya hakkındaki duyarlılıklarını, endişelerini veya duygularını ifade etme biçimi olarak tanımlanacak olursa yapay zeka bu noktada yetersiz kalacaktır. Zira "bildiğimiz kadarıyla" hiçbir "makine zihni" böyle bir dürtüye sahip değil. 

 

Hugo Caselles-Dupré.jpg
Obvious kolektifinin kurucuları Gauthier Vernier, Hugo Caselles-Dupré ve Pierre Fautrel (Hugo Caselles-Dupré)

 

Obvious kolektifinden Hugo Caselles-Dupré de bir makinenin dünyayı deneyimleyip bu deneyimi yeni bir eser için kullanmasının en azından şimdilik tamamıyla "bilimkurgu" olduğunu belirtiyor. 

"Yeni teknolojiler geldiğinde her zaman birileri panik olur, Boomerlığın lüzumu yok"

kültigin kağan akbulut.jpg
Kültigin Kağan Akbulut

Yapay zekayla üretilen çalışmaların sanat eseri olup olmadığına yönelik tartışmalara dair Independent Türkçe'ye konuşan güncel sanat platformu Argonotlar'ın Kurucu Yayın Yönetmeni Kültigin Kağan Akbulut ise, "Yeni teknolojiler geldiğinde her zaman birileri panik olur" ifadelerini kullanıyor.

Çağın getirdiği yenilikleri yakalamak gerektiğini vurgulayan Akbulut şunları ekliyor:

Yağlı boya geldiğinde de birileri 'gerçek sanatçı böyle çalışmaz' diye kendini paralamıştı. Boomerlığın lüzumu yok. Eleştirelliğimizi koruyalım ancak kendimizi adapte etmeyi de bilelim.

Teknolojiyle büyüyen kişilerin teknik yenilikleri kullanmasının çok doğal olduğunu belirten sanatçı ve eğitmen Bager Akbay da Independent Türkçe'ye şunları söylüyor:

Yeni nesilin büyürken kullandığı teknolojilerle sanat yapması aslında en doğalıdır. Yani siz çocukluğunuzdan beri yazılımla uğraşıyorsanız sanat eseri yapacağınızda yağlı boyaya dönmeniz aslında garip olandır.

"Soruları insan soruyor, makineyse cevaplıyor"

Peki şimdi de bu çalışmaların hepsini sanat eseri olarak kabul ettiğimizi varsayalım. O zaman sanatçı payesini kime vereceğiz? Örneğin Edmond de Belamy'nin Portresi'nin sahibi tabloyu imzalayan algoritma mı olacak? 

Caselles-Dupré bu sorunun olası iki yanıtını şöyle açıklıyor:

Eğer sanatçı söz konusu görüntüyü yaratansa o zaman bu payeyi makine alır. Yok eğer sanatçı görüntüyü elinde tutan ve mesajı paylaşmak isteyense o zaman bu paye bize ait olur.

Sonuçta elde edilen üründen çok sürece odaklanmak gerektiğini vurgulayan Elgammal da kendi deneyimlerinden yola çıkarak şunları dile getiriyor:

Bu döngüde sorular soran bir insan var ve makineyse soruları cevaplıyor. Sanat bunların tamamı, sürecin sonunda ortaya çıkan resim değil. Bu noktada biri insan diğeriyse makine olan iki sanatçı arasında işbirliği olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi biraz da yapay zekanın edebiyat alanında neler yaptığına bakalım. Bunun için sanat galerilerinden çıkıp 19. yüzyıl Almanyası'na doğru yola çıkmamız gerekiyor. 

Grimm Kardeşler'in kayıp masalı: Prenses ve Tilki

Teknolojiyi komediyle birleştiren işler ortaya çıkaran Botnik topluluğunun eserlerini sergilemek için oluşturulan Botnik Studios, 2018'de heyecan verici bir çalışmaya girişti. Uyku vakti geldiğinde anlatılabilecek yeni bir peri masalı (robot peri!) yazmak için Botnik Studios, meditasyon uygulaması Calm'la işbirliği yaptı.

Öngörücü algoritmalar (predictive algorithms) ve makine öğrenmesi kullanılarak, 19. yüzyılda Alman halk masallarını, şiirlerini, efsanelerini derlemesiyle bilinen Grimm Kardeşler'in külliyatı tarandı ve Prenses ve Tilki (The Princess and the Fox) adlı masal ortaya çıktı. Metne son halinin verilmesi için insan yazarlar da kollarını sıvadı ve makine-insan işbirliğiyle enteresan bir metin yazıldı. 

 

calm.jpg
Prenses ve Tilki masalı insan-makine işbirliğiyle yazıldı (Calm)

 

Masal, konuşan bir tilkinin yoksul bir değirmencinin oğluna bir prensesi kurtarmak için yardım etmesini konu alıyor. Güzel prenses sevmediği korkunç bir prensle evlenmek üzeredir ve kaderini değiştirmek için yardıma ihtiyacı vardır. 

"Bir zamanlar altından eyeri olan ve yelesinde güzel bir mor çiçek bulunan altın renginde bir at vardı. At, bu çiçeği prensesin çok güzel ve iyi göründüğünü düşünerek neşe içinde dans ettiği köye taşırdı" cümleleriyle başlayan bu masal tıpkı Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Hansel ve Gretel, Bremen Mızıkacıları, Fareli Köyün Kavalcısı, Uyuyan Güzel veya Kurbağa Prens gibi dilden dile, kültürden kültüre aktarılabilecek mi? 

Bunu elbette zaman gösterecek ama neden olmasın? 

Jacob ve Wilhelm Grimm köy köy, kasaba kasaba dolaşarak topladıkları ve kendi bakış açılarından yeniden yazdıkları masallardan birinin yüzlerce yıl sonra algoritmaların 1'ler ve 0'lardan oluşan aleminde bulunacağını tahmin eder miydi? Kim bilir belki de robot periler uykularında kulaklarına fısıldamıştır! 

19. yüzyıl Avrupası'ndan uzaklaşmadan yolculuğumuza devam edelim. Ancak şimdi Beethoven'ın notalarını takip etmemiz gerekiyor. 

Beethoven'ın yarım kalan senfonisini yapay zeka tamamladı

Müzik tarihinin en büyük isimlerinden Ludwig van Beethoven'ın doğumunun 250. yılı şerefine müzikolog, besteci ve bilgisayar bilimcilerden oluşan bir grup, Alman bestecinin yarım kalan 10. Senfonisi'ni tamamlamak için 2019'da bir araya geldi

Alman telekomünikasyon şirketi Telekom'un bir araya getirdiği uzmanlar, Beethoven'ın önceki eserlerini makine öğrenimiyle yapay zekaya işleyerek Alman bestecinin tarzını ortaya çıkarmakla işe başladı. 

Beethoven'ın eskizlerinin yanı sıra Alman bestecinin çağdaşlarının eserleri de bilgisayara öğretildi. Ortaya çıkan eser 9 Ekim 2021'de Beethovenfest kapsamında dinleyicilerin beğenisine sunuldu. 

 

 

İki yıl süren üretim sürecinde elde edilen kayıtlar, aralarında Beethoven uzmanlarının da yer aldığı çeşitli dinleyici gruplarına dinletildi. Fakat kimse herhangi bir fark gözlemleyemedi. Görünüşe göre yapay zeka gerçekten de Beethoven'ın yerini aldı.

Beethoven X adı verilen projede yer alan piyanist ve Harvard Üniversitesi'nde müzikolog olan Robert Levin yapay zekanın sağladığı olanaklara dair şu ifadeleri kullanıyor:

Yapay zeka eserdeki her bir bölümün nasıl ilerleyeceğini 20 hatta 100 farklı versiyonda sunmamıza olanak tanıyor. Ve bu muazzam derecede büyüleyici çünkü eğer algoritmik olarak iyi yapılırsa o zaman her girişim makul olur.

Levin insan ve makine üretimine dairse şunları dile getiriyor:

Bilgisayarın bunu algoritmalara göre yaptığını söyleyebilirsiniz. Evet ama insanlar da bunu deneyime ve eğitime dayalı olarak yapıyor. Birbirlerinden ille de o kadar uzakta değiller.

Elbette Beethoven ve eserleri var olmasaydı Beethoven X projesi asla gerçek olamazdı ancak Levin'in de işaret ettiği gibi makineler insanlardan öğrenebiliyorsa insanların da makinelerin anlattıklarından çıkaracağı birçok ders olabilir. 

Hadi şimdi de denklemi tersten kuralım. Ya gün gelip de insanlık müzik yapmayı hatta müzik kavramının bile ne olduğunu unutursa o zaman notaların dünyasını yeniden keşfetmek için algoritmalara güvenebilir miyiz? 

Bu soruya, yanıt arayanlardan biri de sanatçı ve akademisyen Selçuk Artut. 

Müzik dünyadan yok olduğunda algoritmalar yardıma koşabilir mi?

Artut, Yabancılaşmış Müzik (Estranged Müzik) başlıklı eserinde distopik bir gelecekte müziğin dünyadan silindiği ve insanlığın müziği yeniden makineler sayesinde keşfettiği bir hikayeden söz ediyor.

Makine öğrenimi sürecini bu eserinde tersine çeviren Artut, müziği algoritmaların insanlara öğrettiği Matrixvari bir evren kuruyor. 

Bu hikayede makineler, 1977'de uzaya gönderilen Voyager uzay araçlarındaki Altın Plaklar'da yer alan şarkılar sayesinde insanlık için yeni müzikler ortaya çıkarıyor. Mozart'tan Beethoven'a, Bach'tan Stravinsky'ye müzik tarihinin önemli isimlerinin eserlerinin kaydedildiği plaklar insanlığın esin deposu haline geliyor.

 

selçuk artut.jpg
Artut'un çalışması 2018'de Berlin'de düzenlenen Dystopie Sound Art Festival'de sergilendi (selcukartut.com)

 

Artut hikayesindeki makine üretimi şarkıları gerçek kılabilmek için yapay zekaya başvurdu. Söz konusu plaklardan yola çıkarak farklı müzik kompozisyonlarının oluşturulması için özel bir yazılım geliştiren sanatçı sergide 6 farklı ekranda sürekli yeniden üretilen parçaları ziyaretçilerle buluşturdu. 

Makinelerle insanların ilişkisinin ne gibi farklı boyutlar alabileceğini sorgulayan Artut epey ilham verici ve düşündüren bir eser ortaya koydu. 

 

 

Benzer bir örnek de şiir dünyasından...

"Yurdumun Şairleri"nden biri olmak isteyen robot Deniz Yılmaz

Bager Akbay, 2015'te gerçekleştirdiği projesinde Posta'nın Yurdumun Şairleri bölümünde şiir yayımlamak isteyen robot Deniz Yılmaz'ın hikayesini anlattı. 

Akbay bu projesi için Yurdumun Şairleri'nde şiirlerini yayımlayan kişilerin fotoğraflarını kullanarak ortalama Posta şairi yüzünü çıkardı ve böylece Deniz Yılmaz'ın profilini oluşturdu. Daha sonra kurduğu sistemin kendisine özgü bir yazım biçimi olması için ona sıfırdan yazmayı öğretti. 

Bunun ardından Akbay sistemi 12 bin şiirle besledi ve Markov zinciri kullanarak birbiri ardına sıralanacak kelimelerin belirli bir düzeni olmasını sağladı. Deniz Yılmaz bu sayede nihayet Posta'ya gönderilebilecek kıvamda şiirler yazmaya başladı. 

 

radikal.jpg
Bager Akbay'ın müdahaleleriyle Deniz Yılmaz'ın şiirleri zamanla daha iyi bir hale geldi (Radikal)

 

Türkiye'nin en meşhur robotlarından biri olan Deniz Yılmaz bu girişiminde başarılı olamasa da şiirleri Diğerleri Gibi adlı kitapta derlendi. 

Akbay'ın projesine benzer biçimde dünyanın en zengin teknoloji girişimcisi Elon Musk'ın kurucusu olduğu OpenAI'nin geliştirdiği GPT-2 (Generative Pre-Trained Transformer 2- Üretken Ön İşlemeli Dönüştürücü 2) yazılımı da şiir, makale ya da haber metni yazmak için tasarlandı ve Şubat 2019'da kullanıma açıldı. Açık kaynak kodlu yazılım zaman zaman bir insanın yazmış olabileceği konusunda pek de şüphe uyandırmayan metinler kaleme alarak beğeni topladı. 

GPT-2'yu şiir yazabilmesi için büyük bir külliyatla besleyen araştırmacı Gwern Branwen'in Mart 2019'daki çalışmasının sonucunda ortaya şöyle bir şiir çıktı örneğin:

Kapısı aralanmış küçük odalarında/ Ve mum asılı uyumsuz duvarda/ 'Yükseliş' kelimesiyle karşılaştım/ Son derece ciddi ve düz bir yüzle/ 'Yükseliş'le ilgili hatırladığım tek şey/ Çok ama çok kötü hissettirmesiydi/ Ve bu gece pek çok kelimeye rastladım/ Bunlar 'Yükseliş'e çok ama çok benzeyen, çok ama çok belirsiz kelimelerdi/ 'Zarafet' ve 'Sanatsal Canlılık'/ Ancak 'Yükseliş' diğerlerinin çok daha üstünde/ Ve kelimeyi ne görebiliyor ne de duyabiliyorum/ Burada duracağım (eğer yapabilirsem duracağım)/ 'Yükseliş'in ne anlama geldiğini bilmiyorsan, dene.

GPT-2'nun tıpkı kelimelerle başı dertte bir şair gibi okurlarıyla iletişim kurduğu görülüyor. 

Ancak GPT-2 elbette olduğu yerde durmadı ve OpenAI, Haziran 2020'de bu kez GPT-3'yi piyasaya sürdü. Öğrenme kapasitesi GPT-2'dan iki kat daha fazla olan GPT-3'nin ortaya çıkardığı metinler insan-makine ayrımını çok daha zor bir hale getirdi. 

Nitekim Kopenhag Gelecek Araştırmaları Enstitüsü'nden (CIFS) araştırmacı Timothy Shoup, 26 Şubat'ta yaptığı açıklamada eğer GPT-3 gibi modeller daha geniş biçimde kullanılırsa internetteki içeriklerin yüzde 99'unun 2025 ila 2030 arasında yapay zekanın üreteceğini söyledi

GPT-3 üzerinden yapay zekanın avantajlarından bahseden Akbay ise şunları dile getirdi:

Yapay zekanın artı yanı şu: Bizim dışımızda bir arama yapabiliyor. GPT-3’ü düşünelim. O interneti taramış bir motor artık. İnterneti biliyor. Mesela bir şiir yaz dediğinde yazabiliyor. Hiçbir şey öğretmene gerek kalmıyor ama ona müdahale edemiyorum. Dolayısıyla en fazla manipüle edebilirim oradaki yazılımı. Böyle artı eksi yanları var diyebilirim.

Ressam Sophia'dan, Netflix'in senarist robotlarına 

İnsan olmaya öykünen bir başka robot Sophia, Mart 2021'de açtığı sergisiyle ses getirdi. Hong Kong merkezli teknoloji şirketi Hanson Robotics'in ilk kez 2016'da tanıttığı Sophia, dijital sanat eserlerini NFT biçiminde açık artırmaya çıkardı. 

İtalyan sanatçı Andrea Bonaceto'yla işbirliği yapan Sophia, "Umarım insanlar yaptıklarımı beğenir ve onlarla ileriye dönük yeni ve heyecan verici yollarla işbirliği yapabiliriz" ifadelerini kullandı. 

Sophia'nın 12 saniyelik MP4 formatındaki "Sophia Instantiation" adlı çalışması 700 bin dolara satıldı. 

 

reuters.jpg
Sophia, "Algoritmalarım dünyada daha önce görülmemiş benzersiz desenler üretiyor. Bu yüzden makinelerin yaratıcı olabileceğini düşünüyorum" dedi (Reuters)

 

Tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi robotlar sinemaya da el atmış durumda. Dijital yayın platformu Netflix'in farklı türlerdeki eserlerle beslediği robotlar komedi, korku, belgesel türünde birçok çalışma ortaya koyuyor ve bunlar Netflix Is a Joke adlı kanalda yayımlanıyor. 

"İzleyici eseri yorumlayamıyor"

bager akbay.jpg
Bager Akbay

Söz konusu yeniliklerin beraberinde ciddi eleştiriler de getirdiğini belirtmek gerekiyor. Zira teknolojinin sanatla iç içe geçmesiyle özellikle eğlence unsurunun ön plana çıktığı ve tüm bir sanat alanının popüler kültürün alt başlığı haline geldiği sıkça dile getirilen eleştiriler arasında.

İzleyicinin eserleri tam olarak yorumlayamamasının bu tartışmada esas problem olduğunu belirten Bager Akbay, "İzleyici ne olduğunu anlamadığı bir karanlığa sürükleniyor. Yorumlayamıyor eseri. Orada bir problem yaşıyoruz" diyor. 

Bu türden eleştirilere yönelik Kültigin Kağan Akbulut ise şunları dile getiriyor:

Eğlenelim, ne var bunda? Eğlenceyle eleştirellik, eğlenceyle düşünce bir arada gidebilir, gitmeli de zaten. Ben yıllardır sergilere 'eğlenmeden' gidiyorum, ancak eğlenceli bir sergi gördüklerinde köpüren, 'gösteri toplumu' analizleri fışkırtan kişileri o sergilerde pek göremiyorum. Eğer sanat bu kadar ciddi bir işse onları da o sergilerde görmek istiyorum.

Gri bölgede kalan bazı eserlerin reklam ya da şov amaçlı yapılıp yapılmadığının her zaman kolaylıkla belirlenemediğini ifade eden Akbay ise şu ifadeleri kullanıyor:

Bazı işlerde şirket çok öne çıkıyor ve deneyim o kadar etkili olmuyor. O zaman bu daha ticari şov amaçlı bir şey diyoruz. Ama bazen çok etkili bir deneyim oluyor ve geri kalan her şey rafa kalkıyor. Eser reklamla sanat arasında nerede duruyor? Şovla sanat arasında nerede duruyor? Günümüzde bu çizgiler çok gri. Yani kolay sınıflandırmak mümkün değil. O yüzden sanatçının deklarasyonuna ve halktaki yansımasına bakıyoruz.

"Benim için sanat kurumları, müzeler, sergiler kutsal yerler değil" diyen Akbulut da şunları ekliyor:

Ben Kaplumbağa Terbiyesicisi'nin önüne tabure atıp çay-sigara yapmak istiyorum. Ben Cevahir AVM'nin önünde değil, Pera Müzesi'nde, İstanbul Modern'de, Arter'de, müzelerde, sanat kurumlarında Tiktok videosu çeken gençler görmek istiyorum. Bu ne izleyiciyi alçaltır ne de Osman Hamdi Bey'i. Eminim ki Osman Hamdi Bey de gençlerin çektiği bir Tiktok videosuna dalıp dans ederdi.

Sanat ve yapay zeka işbirliğinin geleceği

Sanatsal üretimin yanı sıra özellikle pandemi dönemiyle sanat kurumları da dijitalleşmeyi yakalamak için kolları sıvadı. Online sergilerden eserlerin NFT olarak satılmasına kadar pek çok yenilik çalışmaların izleyiciyle, okurla ya da dinleyiciyle buluştuğu yerde kendisini gösterdi. 

Artık üretimden eserin sergilenmesine kadar dijitalleşmenin bütün bir sanat alanını sarmaladığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla yakın gelecekte yeni pratiklerin ortaya çıkacağını öngörmek zor değil. 

Veriler edebi metinlere, senfonilere, resimlere, heykellere dönüşürken müzeler de bir tıkla ulaşabileceğimiz kadar yakınlaşıyor. Ve bunların hepsi de ufuk açıcı biçimlerde karşımıza çıkıyor.

En baştaki soruya geri dönersek algoritmaların kendi sınırları içinde yaratıcı olabildiklerini defalarca kez kanıtladığını söyleyebiliriz. Ancak bu noktada esas soruyu kendimize yöneltmemiz gerekiyor: Peki biz buna ayak uydurabilecek miyiz? 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU