Nietzsche, "Şen Bilim" kitabında, "Yaşadığın ve yaşamakta olduğun bu hayatı, yeniden ve sayısız kere daha yaşamak zorunda kalacaksın; içinde yeni hiçbir şey olmayacak: Yaşamındaki her acı, her sevinç, her bir düşünce ve her bir soluk, tarif edilemeyecek kadar küçük ya da büyük her şey, arka arkaya ve aynı sırayla, sana dönecek – ağaçların arasından süzülen şu alacakaranlık ve şu örümcek bile, şu an ve ben kendim bile. Varoluşun sonsuz kum saati, içinde toz lekesi olan sen ile, yeniden ve yeniden başaşağı çevrilecek" der.
Sanat ve edebiyatın felsefi kavram ve sorularla ilişkilendirilmesi, felsefenin insan, zaman, kainat ve varoluş üzerine temellendirdiği soru ve kavramların sanatın çeşitli dallarında karşılık bulmasıyla yeni bir yorumlayla bakış açısı değişir.
Yaşamı ele aldığı nokta itibariyle sanat ve edebiyatın içinde yararlanma yoluna dair yeni fikirler verir.
Nietzsche'nin "bengi dönüş" kavramı, varlıkta tezahür eden anlamın devinimini ele alır.
Her şeyin öncesiz ve sonrasız yeniden döndüğüne dair bir yaşam çerçevesi çizer Nietzsche.
Yaşam, yalnızca geleceğe yürüdüğümüz, yarın ne yaşayacağımıza dair ihtimaller ortaya seren bir yapıda ilerlemez.
Yaşam, sık sık geçmişe döndüğümüz, endişeler taşıdığımız, belirsizliklerle yalpalandığımız, sevinçlerle kalkışa geçtiğimiz ama bir zaman sonra geçmişte acısını çektiğimiz, yüzleşemediğimiz birçok anın şimdiki hayatımızda belirmesiyle ödeşme yoluna girdiğimiz ve benzer anlarla karşılaştığımız bir çizgi.
An ve anılarda birleşen sevinçlerin, üzüntülerin, umutların, umutsuzlukların, karanlıkların, aydınlıkların insan hayatının tüm yıllarında, aylarında, haftalarında, günlerinde, saatlerinde, saniyelerinde yeni bir karşılaşmayla ve yeniden kendini tanıtması ve yaşadıklarını tekrara düşürmesiyle bir boyut değiştirdiği sanrısında olma ve sonrasında gerçeğini kabullenme aşaması ortaya çıkar.
Nietzsche, "bengi dönüş" kavramını insanın tüm yaşamındaki oluşlarda sonsuz sayıda tekrarları gözetip, "dionysosça" kavramına yaklaştırarak, ezeli ve ebedi yaşamı yüce noktasında tutar.
Oluşların bolluk ve tekrarlarında, yaşamın bir üst mertebede tutulduğu, insanın bu geçmiş ile gelecek zamanı ortadan kaldırdığı, şimdiki yaşamla kişinin özdeşleşme kurduğu ve saf oluş düşüncesiyle belirdiğini gösterir.
İnsan, geçmiş, gelecek ve an arasında kalsa da, acıların ağırlığı altında ezilse de yine yaşamı kutsayacak bir şeyler bulur; bu buluş, insanı bulunduğu durumdan kurtarıp başka bir kılığa sokar.
Kayıplar, nesneler ve mekânlar aracılığıyla, insanın geçmişte görmediği ayrıntılar, bir anda vücut bulur ve insanın yaşamına dair yeni yol açılır.
Yaşam devam ederken insanın hem yalnızlık riskini alması hem de yüzleşme alanı açabilmesi kendine, kişinin kendinden bir parçası olarak kabul ettiği acı ve sevinçlerin, hayatın başka bir döneminde karşılaştığı durumları eyleme dönüştürebilme gücünü bulması, yücelik ölçüsünde değerlendirilir.
Bu noktada, yine kişinin kendini rahat bırakmasıyla böyle bir sonuca varılabilir. İnsan, tüm yargılamaları, suçlamaları, iftiraları göze alarak ancak kendi olabilme mertebesine ulaşır.
İnsan, yaşamının her bir noktasıyla yeniden yeniden karşılaşır, bu karşılaşma geçmiş ile gelecek arasında görünüp kaybolurken bulunduğu anın içinde oluşsallığına yaklaşır.
Alex Schulman: Hayatta Kalanlar
Alex Schulman'ın "Hayatta Kalanlar" romanında, bireyin tarihsel travmalarının gelecekte deneyimleriyle birlikte anıldığı, zamanın silikleşip geçmiş ve geleceği ortadan kaldırdığı, yıllar önce yaşanmış bir eylemselliğin insan belleğinde yalnızca sözcüksel bir dizim olarak tekrar ettiği, bireyin yaşam içinde ayıklanan unutma ve hatırlama eğilimlerine dair bir çerçeve çizdiği metinde, Schulman üç kardeş üzerinden, bir ailenin çerçevesini betimlemeye çalışır.
İnsanoğlu, geçmişte yaşadığı her şeyin geçip gittiğini, bir daha aynı şeyleri yaşamayacağını sanır.
Ama yaşamın olağan akışı içinde, gerçekleşen bazı olaylar, insanın yaşadıklarını bir kez daha yaşamasına yol açar.
Her şey tekrar eder, duygular depreşir, acılar nükseder, felaketler yeniden tasarlanır insanın zihninde.
"Hayatta Kalanlar" romanı, bir aile trajedisinin ana ekseninde belirirken, bireyin asli acısını, bunalımlarını ve tekrarını arka perdede güçlü bir biçimde seslendirerek, yaşamın her bir anında sorunlu ilişkilerin bir kez daha vuku bulmasıyla, yeni bir anlamla kesitini sunar.
Nietzsche, "bengi dönüş" kavramındaki hayat kesitlerinin tekrarını romanın ilk sayfalarında belirir, "Her yer çocukluğuna ait sahnelerle dolu. Her şeyin başlayıp bittiği yer burası. Bir kere burada sıkışıp kaldığı ve o zamandan beri hareket edemediği için müdahale edemiyor. O hâlâ dokuz yaşında."
Buradan hareketle, dönüşün sadece fiziksel bir durumdan ibaret olmadığı, düşünsel anlamda da büyük bir dönüşün görüldüğü ve aynı zamanın bir dönüşüme çağırdırdığı ortadadır:
Hafızasındaki görüntüler onu tekrar ele geçiriyor. Kucağında Molly ile sendeleyerek ormandan geçip yazlık eve geliyor, hemen karşıda durgun göl uzanıyor. Annesinin taş basamaklarda olduğunu görüyor.
Yarı açık ağzını, boş bakan gözlerini, -olan biteni fark etmeden hemen önce. Ve şimdi de küçük kardeşi beliriyor. Onu ormandayken hayal ediyor. Kaybolmuş ve pes etmiş.
Ama sonra çamların arasından annesinin çığlıklarını duyuyor. İşte orada küçük oğlan, iki yanından sarkan yanmış kollarıyla hızla ilerliyor. Yedi yaşında, hızla koşuyor, annesinin feryatları onu eve ulaştırıyor.
Üç kardeşin, birbirlerine dair birçok şeyi bilmediklerini, annelerinin ölümüyle çocukluğun bahçesi evlerine dönmeleriyle birlikte, kendi aralarında bir keşfe çıktığı da açıkça ortaya çıkar.
Aile kurumunun, sadece sevilen ve sevilmeyen renklerden, yemeklerden ibaret olduğu kardeşler arasında da netliğe kavuşur.
Fakat bu öğreti ve keşif yine geçmişin bir tekrarı olarak düşer sayfa aralarına. Onları bir arada tutan geçmişin korku ve karanlıkla örtülü birliktelikleri, yetişkinliklerinde onlara yabancı olarak döner.
Bu yabancılaşma, bir varoluşsal güdümde ilerlerken, yaşamadıkları her bir ayrıntıyı üç kardeşe birden yaşatır.
Anne ve babaların çocukluktan itibaren yaptığı ihmalkarlıklar, ilk başta olumsuz bir durum olarak yerleşir, ama üç kardeşin kendi aralarında hem birbirlerini hem de geçmişi keşfedip, bir kez daha yaşamaları, onları varoluşsal sorunlara olan yaklaşımlarını tetikler.
Üç kardeşi, ağır ama bir düzen içinde sorgulatır. Bu sorgulama, aynı zamanda bireylerin kendi benliklerine yönelik bir dönüş olarak kamaşır.
Olayın giderek derinleştiği, bir enkazın belirdiği, üç kardeşin bir ailenin içinde sıradanlaşan ötekileştirmeye itilmeleri ve aile bağından uzaklığın yerleştiği, anne ve baba özelinde bireylerde varoluşsal acıya dönüştüğü görülür.
Geçmiş, olayların ana eksenini oluştururken şimdiki anın bireyin yaşamını dönüştürdüğü ve yeniden yaşattığı belirir.
Ama bu belirme, kendi içinde bir çıkmaza götürmez, tamamıyla başka bir soru sorar: Yaşanılan her şey yaşandığı yerde mi kalır?
Çoklu bakış açısının "Hayatta Kalanlar" romanında görünmesi, bireylerin yaşanılan hiçbir şeyden kurtulamadığını, yaşanılanları bir kez daha yaşadığı, deneyimlediği, acıyı hissettiği, öz benliğindeki ana çekirdeğe yeniden uğradığı gözlenir:
Bana kederin aşamaları olan bir süreç olduğunu öğrettiler. Ve diğer tarafta beni bekleyen bir hayat var. Elbette aynı hayat değil, farklı bir hayat. Aslında kederin bir süreç olduğu doğru değil. Keder bir var oluş durumu. Hiç değişmiyor, taş gibi oracıkta oturuyor.
Ve keder insanın dilini bağlıyor.
Alex Schulman, "Hayatta Kalanlar" romanında evrensel bir meseleyi, kültürel bağlar ekleyerek acının bir tek rengi olduğunu, bireylerin aile tarafından eksik bırakıldığını ve bu eksikliklerin yaşamın bir yerinde tekrar ettiğini ve sorgulamanın bununla başladığını anımsatır.
Geçmiş ile şimdiki zaman arasında gidiş gelişlerin metnin kurgusunda belirgin olarak yer alması, metnin ana düşüncesiyle uyum halindedir.
Bu uyum, aynı zamanda uyumsuzluğun bir münakaşası olarak Hayatta Kalanlar'ın meselesine yerleşir.
Schulman, savunmasız bireyleri "Hayatta Kalanlar"da dünyaya karşı gardını almaya çağırır.
© The Independentturkish