Erken seçim tartışmalarıının başlamasının ardından "Halk ne Cumhur İttifakı'na ne de Millet İttifakı'na mahkum" diyerek seçim çalışmalarına başlayan Emek Partisi (EMEP), geçen günlerde "Bağımsız, demokratik bir ülke ve insanca yaşam bildirgesi"ni açıkladı. Açıklanan bildirgeyi değerlendiren EMEP Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan. "Sezen Aksu’ya yönelik tehditler, Sedef Kabaş’ın tutuklanması gibi son örneklerden de anlaşılacağı üzere siyasi iktidarın, iktidarını devam ettirme ve tahkim etme konusunda her yola başvuracağını bugünden görmekteyiz. Gelmekte olanı görüyoruz ve gereğini yapmalıyız" dedi.
"Ekonomide kriz koşulları yaşanıyor"
Tükenmez Haber'den Özlem Temana'nın sorularını yanıtlayan Gürkan'ın açıklamaları şöyle:
Bağımsız, demokratik bir ülke ve insanca yaşam bildirgesi"ni açıkladınız. Bu bildirge nasıl bir Türkiye manzarasında hazırlandı. Bildirgenizde temel aldığınız maddeler neydi?
Ekonomide kriz koşullarının yaşandığı bir süreçteyiz. Bu sürecin faturasının da işçi ve emekçilere kesilmekte olduğunu görüyoruz. Aralıkta belirlenen asgari ücretin yüksek oranda artırıldığı propaganda edilse de, gerçekte yapılan artış 2021 kayıplarını karşılamaktan uzak olduğu gibi daha işçinin, emekçinin eline geçmeden erimiş durumda. Yeni yılı yağmur gibi yağan zamlarla karşıladık. Akaryakıt, enerji ve temel tüketim mallarına gelen zamların ardı arkası kesilmiyor. TİS’ler bağıtlandı ama metal işçilerinin ihtiyaçları ve beklentilerinden uzak bir zam aldıkları aşikar. Üretici köylülerin mazottan ÖTV alınmaması, SGK primlerinin devlet tarafından ödenmemesi, sulama suyu, gübre ve ilaç desteğinin sağlanması, ve özetle tarım üretiminin desteklenmesi gibi talepleri karşılanmadığı gibi hem tarım üretimi geriliyor hem de üretici daha da yoksullaşıyor. Küçük esnaf peş peşe kepenk kapatıyor. Siyasi iktidarın yaptığı ne? Yine bir avuç tekele, sermaye gruplarına destek, teşvik, vergi indirimi, sosyal sigorta desteği vb. yollarla, 82 milyonun ürettiği ekonomik kaynakları sınırsızca sermayenin emrine sunmak. Attıkları her adım, aldıkları her karar sermayeyi kollayıp, gözetmeye, faturayı yoksul halka kesmeye yönelik.
"Bildirgemiz, yapısal sorunların nasıl çözüleceğine dair yol haritasıdır"
Siyasal alanda da durum farklı değil. Baskı ve yasakların her geçen gün arttığı, hak, hukuk kurallarının yerle bir edildiği bir siyasal süreci yaşıyoruz. Erdoğan başta olmak üzere iktidar mensuplarının tehdit ve şantaj açıklamaları, Akşener, Kılıçdaroğlu, Demirtaş başta olmak üzere siyasi muhaliflerine yönelik provakatif saldırıların yolunu açacak söylemleri, HDP’nin kapatılma davası, dokunulmazlıkların kaldırılması, kayyum rejiminin kesintisiz sürmesi ile yaşanıyor bu süreç. İstanbul sözleşmesinden çıkılmakla yetinmeyerek nafaka düzenlemesinin gündeme alınmasını, eğitim dahil toplumsal düzenin dini kuralların esas alındığı bir yaklaşımla yapılandırılmasını ve siyasi partiler yasası gibi pek çok düzenlemeyi de eklemek gerekiyor. Siyasal gericiliğe yaslanan faşist bir düzenin kurulması için hükümet hız kesmiyor. Bu koşullarda açıkladığımız “Demokratik, Bağımsız Bir Ülke, İnsanca Yaşam Bildirgesi” hem bu aktüel ekonomik ve siyasal sorunlara hem de bu sorunları yaratan genel ve yapısal sorunların nasıl çözüleceğine ilişkin bir yol haritasıdır.
"Ülkemiz bu iktidar ödneminde en hızlı bağımlılşama dönemini yaşadı"
'Bağımsız, demokratik bir ülke' nasıl mümkün?
Mevcut iktidar tercihlerini daima tekellerden ve sermaye sınıfından yana kullanıyor. Devlet imkanlarını ve halkın birikimini bunlara sunuyor. Hangi yasayı istiyorlarsa onları çıkarıyor. Emek demokrasi güçlerinin son zamanlarda dile getirdiği sloganda olduğu gibi fakirden alıp zengine veriyor. Bu, konunun bir yanı. Ülkemiz bu iktidar döneminde Cumhuriyet tarihinin en hızlı bağımlılaşma dönemini yaşadı. Ülkede satılmayan tesis kalmadı. Yabancı tekellerle birlikte yapılan kamu özel ortaklığı sistemi içinde dış borç miktarı arttı, hazinede para kalmadı. Ey Amerika, Ey Almanya diye kafa tutmalara aldanmamak gerekiyor. Çünkü Türkiye her emperyalist ülkeyle zararını halkın ödediği anlaşmalar yaptı ve kendi yayılmacı taleplerine izin koparmak adına örneğin kullanılmasına izin verilmeyen silahları satın aldı.
"Ülkeyi ucuz emek cenneti haline getirmenin adını Türk modeli koydular"
Bir tarım ülkesi olan Türkiye bugün başka ülkelerden tarım ürünü satın alıyor. Çünkü tohumdan ilaca kadar her konuda bağımlı ve emperyalist ülkeler ne dayatıyorsa yapmak zorunda. Bu bağımlı ilişkilerden çıkmak gerekir. Emperyalist ülkelerin çıkarlarını gözeten politikalar değil, halkın ihtiyaçları ve taleplerini esas alan, halk için ekonomi, halk için bütçe, planlı ekonomi anlayışı tercih edildiğinde bağımsız olunur.
Bugün içinde yaşadığımız ekonomik sorunların kaynağı da büyük ölçüde bağımlılık ilişkilerinde yatıyor. Türkiye’yi yabancı sermaye ye ucuz emek cenneti haline getirme programının adını Türk modeli koydular ama bu daha fazla yabancı sermaye çekebilmek için uygulanan bir modeldir; sonu da halk için fecaat olacaktır. Olmaya da başlamıştır.
Soygun ve sömürüye dayanan ekonomik düzen tasfiye edilmeli"
Bundan çıkış için emperyalist talan, soygun ve sömürüye hizmet eden ekonomik düzeni tasfiye etmek gerekir. Ayrıca emperyalizmin çıkarlarını koruyan askeri, siyasi ve finans kurumlarıyla her türlü ilişki kesilmelidir. Ülkemiz Nato, DB, AB gibi emperyalist oluşumlarla bağını kesmelidir. Başka türlü bağımsız bir ülke olunamaz. Diğer ülkelerin egemenlik haklarına saygı göstererek, halkların kardeşliğini ve dayanışmasını esas alarak bağımsız olunur.
Tarım, hayvancılık, gıda, enerji, maden, çevre vb konularda yeni politikalar belirlenmeli ve bu politikalar halkın çıkarlarını da gözetmelidir.
Demokratikleşebilmek için de basın, ifade, toplantı, gösteri, yürüyüş, örgütlenme, toplu pazarlık, siyaset hakkı gibi demokratik haklar ve siyasal özgürlüklerin güvenceye alınması gerekir. Gerçek bir inanç özgürlüğünü esas alan laiklik, Kürt sorununun eşit haklarla demokratik çözümü sağlandığında, kadınların hak eşitliği taleplerinin her alanda karşılık bulması halinde bir demokrasiden bahsedebiliriz.
"Halk iradesinin hiçe sayıldığı bir kayyum yönetimi var"
Oysa bugün halkın iradesinin hiçe sayıldığı bir kayyum rejimi var. Bizim talebimiz merkezi ve yerel yönetimlerde atanmışlar sisteminin toptan değişmesidir. Halk kendi belediye başkanını, valisini, kaymakamını, yargıcını vb. kendisi seçer ve bunları geri çağırma hakkına sahip olur. Hiçbir yöneticinin maaşı en ağır işlerde çalışan işçinin maaşının iki katından fazla olamaz.
Yasalarla güvenceye alınmış halk inisiyatifinin yerine istismar ve yolsuzluk bürokrasisi kurumlaştırılmıştır. Bunlar sürekli halkı aldatmakta ve baskı altında tutulmasını sağlamaktadır. Halka karşı suçlar işleyen, provakatif eylemlerin, siyasi cinayetlerin adresi haline gelen devlet oluşumlarının, tüm kontra örgütlenmelerinin açığa çıkarılarak, geçmişte işlenen suçlarla hesaplaşılarak sorumluların cezalandırıldığı, tüm bu oluşumların lağvedildiği bir süreçle demokratikleşebiliriz.
Biz de gerçek bir demokrasinin ve halkın çıkarlarını esas alan bir ekonomik düzeninin inşa edileceği rejim tartışması yürütüyoruz. Tartışmakla kalmıyor, bu rejimi nasıl kuracağımızın yoluna da işaret ederek örgütlenmeye çalışıyoruz.
"Anayasanın hangi koşullarda hazırlandığı da önemli"
‘Tek adam tek parti yönetiminin lağvedilip, yeni bir anayasa hazırlaması' çağrısı yaptınız. Yeni anayasa hangi şartlar halinde hazırlanmalı? Bu anayasada olmazsa olmaz maddeler nedir?
Anayasanın içeriğinin nasıl olacağı kadar hangi koşullarda ve nasıl yapıldığı da önemlidir. Biz ana muhalefetin meclisteki partilerle sınırlı anayasa yapıcılığından farklı formüle sahibiz. Anayasa bize göre meclis içindeki veya dışındaki partilere ek olarak sendikalar, meslek örgütleri, çevre ve kadın örgütleri, başka kitle örgütleri, sanatçılar-aydınlar vb bütün kesimlerin temsil edildiği bir kurucu meclis tarafından hazırlanmalı, halk aydınlatılmalı, her yönüyle bilgilendirilmeli. Ancak böyle bir Anayasa, halkın birikimine dayanan ve kazanımlarına yaslanan bir Anayasa temel sorunlara cevap üretebilir ve demokratik olabilir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Asgari ücret ihtiyaçlara göre değil, çay simit denklemiyle belirleniyor"
Türkiye’nin gündemi aylardır ekonomi ve enflasyon. Bildirgenizde, ‘Asgari ücret 4 kişilik bir işçi ailesinin ihtiyaçları göz önüne alınarak belirlenmeli’ maddesi yer alıyor. Bu ihtiyaçlar nasıl belirlenecek?
Barınma, gıda, giyim, eğitim, ulaşım, iletişim, enerji gereksinimleri, sosyal, kültürel ve sanatsal ihtiyaçlar gibi insanca yaşanacak koşulları oluşturan ihtiyaçlar ve harcamalar dikkate alınarak belirlenmelidir. Ancak bu çok yönlü ihtiyaçlar gözetilmiyor ve emekçilerin asgari ücreti çay-simit denklemiyle mukayese ediliyor. Bugün asgari ücret bütün ücretler ona eşitlenerek anlamsız hale getirildi. Oysa asgari ücret bu düzende işçiyi patronunun istismarına karşı koruyan yasal bir önlemdir ve bir kazanımdır. Adı üstünde 4 kişilik işçi ailesinin ihtiyaçları temel alınarak belirlenen en alt ücret seviyesidir. Ama burada kalamaz. Çünkü ücret işçinin sosyal ihtiyaçlarını, üretim sürecine katkı biçimini de içerdiği gibi işçinin sendikası, örgütleri aracılığıyla ilettiği taleplerini, toplumsal gelişmenin gerekliliklerini de gözetmelidir. Çay simit denkleminden yüründüğünde göster telefonunu ucubelikleri de ortaya çıkar. Asgari ücret görünürde eşitlikçi bir sistemdir ama aslında eşitsizliği derinleştirir. Her aile 4 kişilik değildir, çocukların eğitim ihtiyaçları farklıdır, hastalıklar, engellilik durumu, konut-kira, yaşlı bakımı vb gibi sorumlulukları olan aileler vardır ve bakım emeğini karşılamayan bir devlet ile karşı karşıya olduğumuz için düşünülürse asgari ücret açlık ücreti haline gelir. Oysa bunların tek tek hesaplanması gerekir. Çünkü işçiler ve emekçiler ekonominin çarkını döndürürler. Bugün her gelişmede onların alınteri ve emeği vardır. Bunun sömürülmesine son verilmelidir.
"Sınır birliği ve kardeşlik örgütlenmek zorunda"
Bildirgenizde ‘Türkiye’ye sığınanlara mültecilik statüsü tanınmalıdır’ ifadesi yer alıyor. Irkçılığın yükseldiği, hatta zaman zaman ölümlerle sonuçlanan saldırılar sürerken bu ifade nasıl örgütlenecek? Yerli vatandaşlar ve mülteciler arasında nasıl bağ kurulacak?
Sınıfın birliği ve kardeşliği örgütlenmek zorunda. Hem işçi sınıfının çıkarları hem de enternasyonalizm bunu gerektirir. Mülteci işçiler ülke işçi sınıfının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Sendikalar da örgütlenme ve toplu sözleşmelerinde bu gerekliliği göz ardı etmemeli. Emek Partisi olarak mülteci işçileri Türkiye işçi sınıfının bir parçası olarak görüyor ve birlikte örgütlenmeleri ve mücadele etmelerini esas alıyoruz. Ayrıca mültecilerin yurttaşlık hakkı dahil hak ve özgürlüklerinin güvenceye alınması yönünde talepleri formüle ediyor ve bunun için mücadele ediyoruz.
Bildirgenizi açıkladıktan sonra nasıl tepkiler aldınız?
Bu bildirge büyük ölçüde parti örgütümüzle birlikte hazırlandı; içeriğini yerel örgütler eliyle halkla tartışmaya devam edeceğiz. Çevremizden bu konuda olumlu tepkiler aldığımızı söyleyebilirim. Açıkladığımız bildirgemiz tek başına bir fikri tartışma değildir. Gidişatın değiştirilmesinde halkın örgütlü gücünü ve mücadelesini esas kabul eder. Emekçilerin beklentiye sokulmasına, mucize ummasına prim vermez. Bildirgemizi parti hem kurumlarla, sendikalarla, emek ve meslek örgütleriyle, inanç örgütleri ve platformlarıyla, işçilerle, emekçilerle, kadınlarla, gençlerle tartışarak bir yol açmak istiyoruz.
"Emek Partisi olarak üç partinin birlikteliğinin yeterli olmayacağını düşünüyoruz"
En merak edilen konuların başında ittifak görüşmeleri geliyor. ‘Halk Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’na mecbur’ değil vurgusu yapıyorsunuz sık sık. Peki üçüncü ittifak fikri nasıl ortaya çıktı? TKP ve SOL Parti’yle yürütülen ‘dostane’ görüşmeler hangi aşamada? HDP ve Türkiye İşçi Partisi’nin de yürüttüğü ‘ittifak’ görüşmelerine nasıl bakıyorsunuz?
Partimiz 9. Kongresinden bu yana '3. seçenek, 3. ittifak' adına her ne dersek bugün yaşanan ekonomik ve siyasal sorunların işçi ve emekçi halkın çıkarları doğrultusunda çözüm yollarını ve seçeneklerini konuşuyoruz, tartışıyoruz. TKP ve Sol Parti ile de bu kapsamda çeşitli düzeyde toplantılar yaptık ve iki burjuva klik dışında bir seçeneğin gerekliliği konusunda fikir birliği var. HDP, TKH, TİP, Halkevleri ile ikili ve çoklu görüşmelerimiz oldu. Emek Partisi olarak üç partinin oluşturacağı birlikteliğin yeterli olmayacağını düşünüyoruz. Temel demokrasi ve ekonomik talepler etrafında mücadele birlikteliğinin sağlanması ve bu birlikteliğin emek, demokrasi ve halk güçleriyle bir ittifak oluşturmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz.
"Fikir birliğini ilerletecek zemini hep birlikte oluşturmayalıyız"
Son olarak Ankara'da HDP'nin çağrısıyla 9 parti bir araya geldi. Bu toplantıya dair gözlemleriniz nedir? Bir yol haritası çıkarıldı mı? İlerleyen süreçlerde bir ittifak çalışması yapılabilir mi?
Sezen Aksu’ya yönelik tehditler, Sedef Kabaş’ın tutuklanması gibi son örneklerden de anlaşılacağı üzere siyasi iktidarın iktidarını devam ettirme ve tahkim etme konusunda her yola başvuracağını bugünden görmekteyiz. Gelmekte olanı görüyoruz ve gereğini yapmalıyız. Bu nedenle 8 parti ve örgütün ortak tartışması ve mücadele birlikteliğinde hem fikir olmasını önemsiyoruz. Bu fikir birliğini ilerletecek zemini hep birlikte oluşturmalıyız. Çünkü yürünecek yol belli, kazanacaksak bu mücadeleyle, mücadelenin ortaklaştırılmasıyla, örgütlü güçle olacaktır.
Tükenmez Haber