Tarihçi kimliğiyle "tarihe", siyasetçi kimliğiyle de "yaşadığı döneme" iz bırakan bir tarih profesörü: Osman Ferit Turan

Prof. Dr. Zehra Aslan Independent Türkçe için yazdı

Osman Ferit Turan (1914-1978)

Osman Turan, Ortaçağ tarihi alanında özellikle de Anadolu Selçukluları üzerinde yaptığı çalışmalarla Türkiye Cumhuriyeti'nin yetiştirdiği önde gelen tarihçilerdendir. 

Trabzon Çaykara'da dünyaya gelmiş, henüz küçük yaşta babasını kaybetmiş, annesi ve dayısının desteğiyle eğitimini sürdürmüştü. 

Tercihleri, siyasete girişi,  20 Aralık 1956 tarihinde II. Abdülhamid'in en büyük oğlu Şehzade Selim Efendi'nin kızı Emine Nemika Sultan'ın Kızı Satıa Sultan ile evliği, 27 Mayıs darbesi, beraatı gibi gelişmeler onun hayatında önemli dönemeçlerdi.

Yaşamı boyunca milliyetçi-muhafazakâr çizgisini sürdüren Osman Turan, çok yönlü bir kişilikti. 

Elbette onun tüm çevrelerden takdir gören yönü, ilim adamlığı ve Türk tarihiyle tarihçiliğine kazandırdığı eserleriydi. Bunun yanına, hayata karşı hiçbir şartta bozmadığı dik duruşunu da eklemek gerekir.

Milletvekiliyken gerektiğinde üyesi olduğu partiye, Yassıada'da yargılanırken de buradaki düzene, mahkemeye tepkisini gösterebilmişti. 

Trabzon Lisesi'nden, siyasetten ve Yassıada'dan koğuş arkadaşı Selahaddin Karayavuz'un, "Haksızlığa tahammül edemez, olaylara bakış açısı başkasına benzemez, eskilerin nevi şahsına münhasır deşikleri tiplerdendi" sözleriyle tanımladığı Prof. Dr. Osman Turan'ı, vefatının 44. yılında "düştüğümüz kısa notlarla" analım istedik.
 

Osman Ferit Turan.jpg
Osman Ferit Turan / Fotoğraf: TDV İslâm Ansiklopedisi

 

Akademik hayatına dair

Osman Turan'ın tarih ve edebiyata ilgisi, özellikle Trabzon Lisesi'nde okuduğu dönemde yoğunlaştı.

Ankara'da lise tahsilini tamamladıktan sonra yatılı sınavları kazanarak girdiği Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nden, Halil İnalcık, M. Altay Köymen, İbrahim Kafesoğlu, Tayyip Gökbilgin gibi isimlerle birlikte 1940 yılında mezun oldu ve burada "ilmi yardımcı" sıfatıyla göreve başlayarak akademik hayata ilk adımını attı. 

"On İki Hayvanlı Türk Takvimi" ile 1941 yılında doktor, 1944 yılında "Orta Zaman Türk Devletlerinde Türkçe Unvanlar" ile de doçent unvanlarını almaya hak kazandı. 

Başta "Selçuklular Zamanında Türkiye", "Doğu Anadolu Türk Devletleri", "Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti" ve "Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi" olmak üzere Türk tarihine büyük katkı sağlayan birçok çalışmaya imza attı. 

1951 yılında profesör olan Turan, siyasete girdikten sonra da ilmi yönünü, her zaman önde tuttu. 


Siyasi ve ideolojik kimliği

Osman Turan, öğrencilik yıllarında siyasetle tanıştı. Fakültede okurken Türkçü-Turancı grubun içinde yer aldı ve sol yapılanmaya karşı mücadele etti. 

İdeolojik tercihinin ilk bedelini, 1944 yılında soruşturmaya uğrayarak ödedi.

Turancılık Davasından dolayı Ankara'da bulunan H.Nihal Atsız'ı odasında ziyaret edince Fakülteden uzaklaştırıldı ve Milli Eğitim Bakanlığının emrine alındı. 

Fikirleri doğrultusunda çalışmalarına devam eden Osman Turan, önce Ankara Türk Ocağı Hars Heyeti üyeliğine, 1955 yılının kasım ayında Türk Ocakları Ankara Şubesinin başkanlığına ve 17 Mayıs 1959 tarihinde yapılan Kurultayda da Türk Ocakları Genel Başkanlığına seçildi.

27 Mayıs Darbesi ile ara vermek zorunda kaldığı Türk Ocakları Başkanlığına, Hamdullah Suphi Tanrıöver'in ölümü üzerine 22 Temmuz 1966 tarihinde yapılan Kurultayda tekrar getirildi, bu görevini 1973 yılına kadar sürdürdü.

Osman Turan, ülke meseleleri üzerine verdiği konferanslar ve kaleme aldığı makaleler ile siyasi kimliğini ön plana çıkartmakla birlikte aktif siyasete atılmaya ilk başlarda sıcak bakmadı. 

Doğrudan siyasete atılması iradesi dışında gerçekleşti.  2 Mayıs 1954 seçimlerinde Trabzon DP Teşkilatının çalışmalarıyla milletvekilliği aday listesine alındı. 


Gerektiğinde kendi partisine de muhalif 

Osman Turan, 2 Mayıs 1954 seçimlerinde parlamentoya girmeye hak kazanan 12 Trabzon milletvekilinden birisidir. 

Meclise girdiği andan itibaren farkını belli etmiş, doğrularından asla taviz vermemiş, yanlış gördüğü uygulamalarda hükümet ve üyesi olduğu Demokrat Parti de onun eleştirilerinden nasibini almıştır. Buna dair birçok örnek vardır. 

Birkaçını belirtmek gerekirse;

-    DP'nin yaptığı büyük maddi atılımları, manevi olarak tamamlayamadığı düşüncesinde olan Osman Turan, Yassıada'da Anayasa Davasına konu olan Emekli Sandığı Kanunu'nu eleştirdi.

-    Yine Yassıada'da anayasayı ihlal çerçevesinde değerlendirilen üniversite muhtariyetinin kaldırılmasına "Maarif Vekili üniversite hocası olmaz. Üniversite hocası dahi olsa bu üniversiteyi murakabe edemez" diyerek karşı çıktı. Bu noktada DP'nin, CHP'den farkı olmadığını söyledi. 

-    IV. Menderes hükümetinin programının müzakereleri sırasında demokrasi ve işlerliği olan bir parlamentonun önemini vurguladı. 

-    Hem Kırşehir'in ilçe haline dönüştürülmesine hem de Seçim Kanunu'nun değiştirilmesine "antidemokratik" nitelemesi yaparak tepki gösterdi.

-    1954 seçimlerinde milletin verdiği büyük desteğe rağmen Meclis açılır açılmaz kendilerini hayrete düşüren kanunlarla karşılaştıklarını söyledi.

Osman Turan'a göre DP'yi gittikçe tenkit korkusu sarmıştı ve bu, partinin en büyük düşmanıydı.

Grupta yaptığı bir konuşmada diktatör rejimlerde dahi ana davalara sadık kalmak suretiyle tenkit hürriyeti bulunurken "Bizler, parti içerisinde yeterince tenkit yapabilme cesaretinden mahrum bırakıldık" demişti. 

İstanbul Hadiseleri (6-7 Eylül Olayları) hakkında hem mesaj veren hem de tenkit içeren değerlendirmesi ise oldukça ilginçti.

Böyle bir hadisede normal olarak her demokratik memlekette hükümet düşer. Bizde düşmemiştir.


İspat hakkı meselesinde "Teklif partimizin programına uygun bir tekliftir. Böyle bir teklif karşısında bu adamları nasıl feda ettik" diyerek partinin tutumuna tepki gösterdi ve 19'ların vekilliklerinin düşürülmesini protesto etti. 

1955 yılında iş hacminin ve öğrenci sayısının artışına paralel olarak, birisi memleketi Trabzon'da olmak üzere, hükümetin yeni üniversiteler kurma kararına Türkiye'nin medeniyet davasında ilk şartının, üniversiteyi Avrupa seviyesine yükseltmek olduğu düşüncesiyle karşı çıktı.

Yine 1956 yılının mayıs ayında hükümete gazete kapatma hakkını veren Basın Kanunu Tasarısına tepki gösterdi.

10 Kasım 1957 tarihli DP Grup toplantısında iktidarının muhalefete karşı almayı düşündüğü önlemleri, anayasaya aykırı bulduğunu açıkladı. 

27 Ekim 1957 seçimlerinin ardından uzun süre iktidarda bulunan her partinin zamanla yıpranabileceğini fakat sonuçlara bakıldığında verilen firenin normalin çok üzerinde olduğunu ve mutlaka ders alınması gerektiğini söyledi, getirilen kanun teklifleriyle ilgili hükümeti uyardı. 

Grup toplantısında çözüm olarak ileri sürülen kanuni tedbirlerin kalıcı olmayacağını savundu. 

Osman Turan, Demokrat Parti'nin millet iradesi ve manevi taleplerine müsamaha gösteren unsurlarını, kendi metotları ve gayelerine aykırı bularak yıkmaya çalışmakla itham ettiği muhalefetin söylemlerinin ve vaatlerinin de Türkiye'nin sorunlarına çözüm olamayacağı kanaatindeydi. 

Tek çözüm olarak vatanperver münevverleri adres gösterdi ve onlardan yararlanılmamış olmasını DP'nin büyük bir eksiği olarak gördü. 
Grupta yaptığı bir konuşmada "İnsanlar DP'den soğuyor" diyebildi. 

Üniversiteye politik müdahaleler yapmakla suçladığı hükümeti, Kıbrıs ve Ortadoğu politikaları nedeniyle de eleştirdi. 
 

1.jpg
Yeni Gün, 20 Ocak 1958

 

Aynı zamanda 1957 seçimleri öncesinde belirginleşen ve "Yaylacılar" denilen parti içi muhaliflerden olan Osman Turan'ın adı, güvensizlik oyu vermesi ve hükümeti sık sık eleştirmesi nedeniyle DP'den ihraç edilecekler listesinde yer aldı.
 

2.jpg
DP Grubunda Adnan Menderes'le arasında geçen diyalog

 

10 Kasım 1957 tarihli DP Grup konuşmasında alınacak bir kısım tedbirlerin anayasaya aykırı olacağını söyledi. Seçtiği sözcüklerse dikkat çekiciydi.

Buna rağmen bugün alınacak tedbirlerden birisinin anayasaya aykırı geleceği kanaatindeyim. Sadece anayasa değil, elbette icabında anayasayı da değiştirebiliriz. Alacağımız bu tedbirler aksi netice tevlit edecektir. Ben Demokrat Parti'de niçin bulunuyorum? İki bin lira almak için. Bir tenkit edin de görün. Acaba böyle bir teklif kabul edilirse biz parti içinde serbest münakaşa yapabilir miyiz?


Sonra sözü Başbakan Menderes'e getirdi.

…Nihayet Başvekil de bir insandır. Benim hüsnü niyetle vaki konuşmamı yanlış anlayabilir ve parti içindeki faaliyetimi yanlı telakki edebilir. Diktatör rejimlerde dahi muayyen kademelere kadar tenkit hürriyeti mevcuttur. Bunu kabul edelim.


Konuşmasını sonlandırırken tenkit hürriyetinin önemine işaret etti.

Grupta ve Mecliste konuşamaz hale gelirsem partimizi kurtaramayız. Partimizin şimdi süratle gideceği bir seçim yoktur… Sadece partiyi değil memleketin akıbetini de düşünmek lazımdır. Demokrasiye inanan bir millet, bu imanını kaybeden bir millet büyük felaketlere sürüklenir. Ondan sonra Allah korusun bu memleketi.


9 Ağustos 1958 tarihli DP Grup toplantısında Osman Turan ve Adnan Menderes arasında "gergin" denilebilecek şöyle bir diyalog geçti.

Osman Turan: Bir kişi farklı düşünebilir. Kendi aramızda hür olarak fikrimizi ifade edemezsek neticeye varamayız. Parti dışında bir şey konuştum mu, böyle bir şey oldu mu?

Adnan Menderes: Halk Partililer anlattığınızı söylüyorlar.

Osman Turan: Teessüf ederim. Size böyle söylüyorlarsa.

Adnan Menderes: Size soracağım.

Osman Turan: Hazırım. Ben daima şahsiyetimi bilen nerede ne konuşulmak lazım geleceğini tespit edecek kadar kendime hakim bir insanım. Şimdi Bağdat şeyi dolayısıyla birden bire adeta tehlikeyi davet eder bir duruma geldik. Acaba dayandığımız müttefikleri arası siyaset bunu icap ettiriyor mu idi? Bir de Amerika'dan gelen bir tebliğ. Türkiye'nin hareketleri, sinirli hareketleri karşısında tedbirler…

Adnan Menderes: Ruslarla da konuştun mu?

Osman Turan, Başbakan'ın bu tepkisine hayatının malum olduğunu belirterek parti içinde adam yetiştirilmesi ve başbakan adayları hazırlanması gerektiğini söyleyerek cevap verdi.

Adnan Menderes: Sen kendini yetiştir de Başvekil ol. Halk Partisi'nin 35 tane Başvekili vardı, netice ne oldu?

Osman Turan anayasayı tadil işinin tehlikeli bir teşebbüs olacağı konusunda uyarısını tekrarladı ve bunu Fransa örneğiyle açıklamaya çalıştı.

Fransa'nın son harekâtında bir uygunluk vardır. Bir diktatör getirdiler, fakat o adam yeni bir anayasa tadiline gidiyor. Diktatörlüğü kabul etmiyor. Fransa büyük tehlike karşısında, komünistler müstesna, Degol'un etrafında...

Bir yere varmayan bu diyalog, sadece gerginliğin dışa vurumu olarak Grup tutanaklarına geçti.
 

 

Aynı zamanda Mükerrem Sarol'un Yüce Divana sevkine onay veren milletvekillerinden olan Osman Turan, yaşadığı sağlık problemlerinden dolayı 1960 yılının şubat ve nisan aylarında iki operasyon geçirdi.

Bu nedenle 27 Mayıs'a yakın günlerde Mecliste bulunamadı. 


"Nihayet üç gün sonra beni tekrar aldılar" 

27 Mayıs 1960, diğer DP'liler gibi Osman Turan'ın hayatında da bir dönüm noktasıydı. Müdahale onu hasta yatağında yakaladı.

Evinden alındı, aynı gece serbest bırakıldı, üç gün sonra tekrar tutuklandı. Yassıada'ya sevk edildi.
 

 

30 Ağustos 1960 günü ifade verdi. Milletvekiliyken sık sık eleştirdiği partisine ilk ifadesinden itibaren sahip çıktı.

Özgürlükleri kısıtlayıcı bazı kanunların çıkartıldığını bunlara kendisinin de muhalefet ettiğini kabul etmekle birlikte, diktatörlük suçlamasını reddetti.

İlk ifadesinden sonra Yüksek Soruşturma Kurulunun 11 Numaralı Komisyon Reisliğine el yazısıyla kaleme aldığı ve ağırlıklı olarak şahsına atfedilen suçlamalara cevabını içeren 7 sayfa uzunluğunda bir ek ifade dilekçesi daha verdi.
 

 

İddialarda hukuki bir mesnet bulunmadığını belirtti.

Hayatı boyunca uğruna mücadele ettiği fikirleri ve verdiği eserleri bilindiği halde, cinayet ve ihanetlere karşı çıkartıldığı ve komünizmi tecziye ettiğini belirttiği TCK'nın 141. ve 146. maddeleriyle itham edilmesini eleştirdi.

Milletvekilliği süresince karşı çıktığı uygulamalardan örnekler verdi.

Demokrasi ve diktatörlüğün birbirine zıt iki sistem olduğuna dikkat çekti. Yine DP döneminde diktatörlüğün olmadığını belirtti.

Muhalefetin ve solcu neşriyatın, çürük ve yıkıcı propagandalarına atıfta bulundu.

Hürriyet rejiminin en kuvvetli bir şekilde... olduğu 1950-56 devresinde... hatta milletin henüz hürriyet bayramı içinde bulunduğu bir zamanda... iktidar değişikliğinin daha ikinci ayında muhalefet lideri, memleketin huzursuzluk ve zulüm içinde olduğundan bahsetmiş olması kayda şayan olsa gerek.


Ona göre kusurlarına rağmen Demokrat Parti'nin on yıllık iktidar deneyimi, Türkiye için büyük kazanımdı.


"Aylık ve yıllık gelir ve giderlerimin hiçbir zaman hesabını yapmamış,  para işleriyle uğraşmamış bir insan olarak…"

Yassıada tutuklularının malları üzerine tedbir ve hacizler konularak "Haksız İktisap" adı altında haklarında davalar açılmış, onlardan 10 yıllık gelir ve giderlerini ortaya koymalarının istendiği beyannameler talep edilmişti. 

Osman Turan'ın masraf bildiriminde verdiği bilgiden, eşi Satıa Turan ile kısmen annesi Şahzene Turan'ın ve 1954 yılına kadar da yeğeni Hasan Turan'ın geçimleri ile mükellef olduğu anlaşılmaktadır. 

11 Eylül 1960 tarihli masraf beyannamesinin üzerine, hayatı boyunca para işleriyle uğraşmadığını ve hiçbir zaman aylık gelir ve giderlerinin hesabını yapmadığını belirttiği, şöyle bir not düşmüştü: 

Aylık ve yıllık gelir ve giderlerimin hiçbir zaman hesabını yapmamış,  para işleriyle uğraşmamış bir insan olarak… türlü masraflarımın beyannamedeki boşluklarına göre dürüst ve makul tanzimine imkan görülmemiştir...


Sonuçta dosyasının gönderildiği bilirkişi ve bilirkişi heyetinin raporu,  Yüksek Soruşturma Kurulunun incelemesi doğrultusunda, Osman Turan'ın haksız kazancı olmadığı tespit edildi. 


Eşi Satıa Turan'ın desteği

Satıa Hanım, eşi tutuklandığı andan itibaren bir taraftan talep edilen belgelere ulaşmaya, diğer taraftan da delil toplayarak ona destek olmaya çalıştı. 

Bununla da yetinmeyerek Yüksek Soruşturma Kurulu Başkanlığına verdiği 3 sayfalık bir yazı ile adeta Osman Turan'ın ön savunmasını yaptı.

Dilekçeden bazı satırbaşları;

-    Parti içinde ve Mecliste yaptığı çalışmalar, bir sistem ve prensip ifadesidir.

-     Memleket ve milletin hak ve menfaatlerini hedef tutmuş, hür, adil ve demokratik bir idarenin yerleştirilmesine çalışmıştır.

-    Partideki menfaat ve ihtiras mensubu insanların yıkıcı faaliyetlerine rağmen, istifa yoluna sapmadan büyük bir cesaretle çalışmalarına devam etmiştir.

-    Hiçbir zaman ilmi haysiyetini, politik veya şahsi menfaatine feda etmemiştir.


Duruşmalardan notlar

Osman Turan, milletvekilliğinde olduğu gibi Yassıada yargılamaları sürecinde de aktifti. 

Savunmaları ve sözlü sorgularından seçtiklerimiz;

-    14 Ekim 1960 Cuma günü başlayan ilk oturumun birinci celsesinde men-i muhakeme talep etti. 

-    Sözlü sorgusunda Mecliste kendisine düşen vazifeyi "Mesleğimle alakalı olarak ilim ve kültür sahasında Demokrat Parti iktidarını manen takviye ve manevi kalkınmayı muvazi yürütmek" sözleriyle açıkladı.

-    Hürriyetleri kısıtlayıcı kanunlarla mücadele ettiğini belirtti. 

-    1955 yılındaki Demokrat Parti Kongresi'nden sonra hükümetin düşmesi için bir ay süreyle müstakil olarak arkadaşlarıyla çalıştıkları bilgisini verdi.

-    Demokrat Parti'nin büyük ölçüde başarılı olmasına rağmen, küçük hadiseler karşısında tahriklere kapıldığını, efkârı aleyhine sevk ettiğini ve bunun sonucunda da muvaffakiyetsizliğe uğradığını söyledi.

-    1956 yılında çıkartılan Toplantılar ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda, hükümeti haklı bulduğunu belirtti. 

-    Bağdat Paktı'nda ve Kıbrıs davasında İngilizlerle yaşanan tecrübe üzerine Türkiye'nin siyasi gücünü yanlış kullandığına dair yaptığı tenkitleri hatırlattı.

-    Mahkemede Adnan Menderes'i savundu. Fakat bazı tutarsızlıkları olduğuna da dikkat çekti. Uşak'tan başlayan hadiselerle yapılan icraatları bu tutarsızlıklara örnek gösterdi.

-    Muhalefeti de olaylarla ilgili eleştirdi.

-    Prof. Hüseyin Nail Kubalı'yla mahkemede tartıştı. Kubalı'nın "Bir hakikatmiş gibi Türkiye'de bir diktatörlük kuruldu ve bu diktatörlüğü 400 kişi kurdu. 400 kişi bu diktatörlüğü kurarken mideleri ile maddi menfaatlere esir oldular" sözlerine, Osman Turan, öncelikle bir ilim adamı ihtiyatlı olmalı diyerek tepki gösterdi. Dahası Kubalı'nın diktatörlük ve demokrasi sistemleri arasındaki farkı dahi değerlendiremediğini iddia etti.
 

 

11 Ağustos 1961 tarihli savunmasının sonuna tarihte ilk defa milli iradeye dayanan bir Meclisin tümden mahkûm olma tehdidi ile karşılaşmasının hazin bir tecelli olduğunu yazdı.

Yassıada süreci tüm mahkûmları olduğu gibi Osman Turan'ı da sarstı. O bir de Tarık Güryay'la aralarında geçen yumruklaşmanın ardından hücre cezası çekti.


Beraatı

Başsavcı, Osman Turan'ın 146/3 gereğince cezalandırılmasını talep etmişse de Yüksek Adalet Divanının kararı, beraatı yönünde oldu. 

Beraat ettikten sonra Fakültedeki görevine dönmek için müracaat etti. Fakat teşebbüsü olumsuz neticelendi. 

Bunun üzerine yeniden siyaseti denemeye karar verdi. 

Tercihini DP'nin devamı gibi gördüğü Adalet Partisi'nden (AP) yana kullandı. 1964 yılında bu partinin genel başkan yardımcılığına seçildi ve 1965 seçimlerinde Trabzon milletvekili olarak tekrar parlamentoya girdi. 

Süleyman Demirel'le düştüğü anlaşmazlık sonucunda Adalet Partisi'yle ve sonrasında da girdiği Milliyetçi Hareket Partisi'yle yolları ayrıldı.

Artık siyaset yapmak istemiyordu.

Fakülteye alınmamıştı fakat Danıştay kararı ile açıktan aldığı maaştan rahatsızdı. Ankara Üniversitesine başvurdu, kabul edilmedi. 

Emekliliğe sevk edildi.

Bundan sonraki süreçte kendisini ilme, yeni eserler vermeye adadı. 

17 Ocak 1978 tarihinde İstanbul'da vefat eden Osman Turan,  64 yıllık ömrüne birçok ilmi eser, başarı sığdırdı. 

Hem ilmi kişiliği hem de ısınamadığını söylese de uzun süre içinde olduğu siyasetteki ve Yassıada yargılamalarındaki duruşu ile örnek bir kişilik olarak Türk tarihine adını yazdırdı.


Son olarak Meclis ve DP Grubundaki konuşmalarının satır aralarından seçtiklerimiz:

- Avrupa medeniyetine girmek için yapılan hamlelerin ne bir programı ne de ilmi izahı yapılmış değildir. Bu eksikliğin giderilmesi, Türkiye'de Batı ilminin bir programının ve izahının yapılması gereklidir.

- Manevi atılımı tamamlamanın yolu üniversitelerin seviyesini yükseltmektir. Gidilecek yolda ölçü, ilim olmalıdır. 

- Medeniyet yolunda ilerlemek için atılan adımlar ilmi olmalıdır.

- Gençliğe mefkûre aşkı vermeyen bir eğitim, o ülkenin münevverlerinin kalitesini yükseltmekte aciz kalır. 

- Laiklik şekli manadan çıkartılarak gerçek anlamına kavuşturulmalıdır. 

- Atatürk, cemiyetin manevi bünyesini toptan inkâr edecek bir yol tutamazdı. Mustafa Kemal Paşa, ülkeyi kurtaran bir yol tutmuştur. 

 

 

Kaynakça

•    Makalede ağırlıklı olarak Zehra Aslan'ın "Osman Turan'ın Siyasetçi Kimliği ve Yassıada'da Yargılanması (1954-1961), Turkısh Studıes, vol.8/7, pp.17-31, 2013" ve  "Yassıada'da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I, Libra Kitap, İstanbul 2017" adlı eserlerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.
•     Zehra Aslan, Demokrat Parti Trabzon Milletvekili Selahaddin Karayavuz'un Üç Devre Işık Tutan Anıları (Demokrat Parti'nin Kuruluşundan Yassıada'ya, Kayseri Cezaevinden 12 Eylül'e), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2020.
•    Görsel kaynağı: https://www.biyografya.com/biyografi/10102, E.T. 18.1.2022
•    Cumhuriyet, Dünya, Hakimiyet gazeteleri

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU